Название: On Beş Yaşında Bir Kaptan
Автор: Жюль Верн
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-42-6
isbn:
Bu beş kişi üç yıl önce Güney Avustralya’nın Melbourne şehri civarlarında geniş mülkleri bulunan bir İngiliz tarafından işe alınmıştı yaşlı Tom’un anlattığına göre. Burada çok para kazanmışlar, anlaşmalarının bitmesiyle beraber ABD’ye dönmeyi kararlaştırmışlar; 5 Ocak’ta biletlerini almış ve Melbourne’de Waldeck’e ayak basmışlardı. İlk on yedi gün boyunca her şey iyi gidiyordu. Ancak çok karanlık olan 22 Ocak gecesinde büyük bir buharlı gemi kendilerine çarpmıştı. Şiddetli çarpışmanın şokuyla birlikte uykularından uyanıp güverteye koştuklarında korkunç bir manzarayla karşılaşmışlardı. Yelkenli tamamen su altında kalmasa da direkleri kopmuş ve tamamen yan yatmıştı. Kaptan ve tayfa ise sırra kadem basmıştı. Bir kısmı muhtemelen denize savrulmuştu, diğer bir kısmıysa kendilerine çarpan gemiye tutunup kurtulmayı başarmıştı. Tom ve arkadaşları, âdeta felç geçirmişçesine donakalmışlardı bir süre. Sonra anlamışlardı ki yarı batmış, işe yaramaz bir deniz aracının içinde, en yakın kara parçasından iki yüz kilometre kadar uzakta tek başlarınaydılar. Bir kaptanın kendi hatası yüzünden kaza geçiren gemisini terk etme barbarlığını işiten Bayan Weldon tepkisini yüksek sesle ifade etti. Yolda kaza geçiren bir aracın sürücüsünün yardım geleceği düşüncesiyle çarptığı aracı öylece bırakıp yoluna devam etmesi çok kötü bir şeydi. Fakat bir kaptanın kendi beceriksizliğinin kurbanı olan yardıma muhtaç kazazedeleri açık denizlerde bırakıp kaçması utanç vericiydi hanımefendinin dediğine göre. Kaptan Hull daha önce söylediklerini yineledi. Bu durum her ne kadar vahşice olsa da nadirattan değildi.
Hikâyesine devam eden Tom, kendisinin ve arkadaşlarının alabora olmuş yelkenliden kurtulma imkânlarının olmadığını söyledi. İki kayık da çarpmanın etkisiyle parçalanmıştı. Bu sebepten kendilerini kurtaracak bir gemiyi beklemekten başka çareleri kalmamıştı. Bu arada enkaz, akıntıların da etkisiyle sürükleniyordu. Bu da olmaları gereken rotadan çok uzakta bulunmuş olmalarının sebebini açıklıyordu.
Çarpışmadan sonraki on gün boyunca geminin arka tarafında bulunan birkaç parça yiyecekle idare etmişlerdi. Fakat geminin ambarını su bastığından içecek namına hiçbir şey bulamamışlardı. Temiz su tanklarıysa çarpışmayla beraber delinmişti. Susuzluktan eziyet çeken zavallı adamlar bir önceki gece bilinçlerini yitirmişlerdi ve eğer Pilgrim zamanında yetişmeseydi yakın zamanda öleceklerdi.
Diğer yolcular da Tom’un anlattıklarını doğruladı ve Kaptan Hull duyduklarından şüphe etmek için herhangi bir sebep görmedi. Ayrıca gerçekler kendileri adına konuşuyordu zaten.
Gemiden kurtulan diğer kazazedelerden biri eğer konuşma kabiliyeti ile lütuflandırılsaydı bu ifadeleri doğrulayabilirdi. Bu kazazede, Negoro’ya karşı izah edilemez bir hoşnutsuzluk gösteren köpekti.
Dingo isimli bu hayvan Avustralyalı bir bekçi köpeği cinsindendi. Ne var ki asıl memleketi burası değildi. Köpek, Batı Afrika’dan, Kongo Nehri ağzına yakın bir bölgeden gelmişti. Waldeck gemisinin kaptanı onu iki yıl kadar önce yarı aç bir hâlde gezinirken bulmuştu. Köpeğin tasmasına işlenmiş “S” ve “V” harfleri, hayvancağızın da kendine ait bir geçmişinin olduğunu işaret ediyorlardı. Waldeck gemisine bindikten sonra Dingo kaybettiği efendisinin özlemi ile içine kapanmıştı.
Pirene çoban köpeklerinden daha büyük olan Dingo, türünün mükemmel bir örneğiydi. Kafasını geriye atarak ayakta durduğunda boyu bir adamın boyuna erişiyordu. Bir panter kadar çevik ve güçlüydü. Bir ayıyla korkmadan mücadele edebilirdi. Sarıya kaçan kahverengi tüyleri vardı ve uzun kuyruğu bir aslanınki kadar sağlamdı. Olur da öfkelendirilirse zorlu bir düşmana dönüşebilirdi. Negoro’nun köpekle karşılaşmaktan memnun kalmamasına şaşmamalıydı.
Her ne kadar içine kapanık da olsa Dingo vahşi değildi. Yaşlı Tom’un dediğine göre köpek gemideki zencilere karşı da özel bir hoşnutsuzluk içerisindeydi. Her ne kadar zarar verme teşebbüsünde bulunmadıysa da onlardan mümkün olduğunca uzak duruyordu. Bu durum akla şu düşünceyi getiriyordu: Daha önce bulunduğu yerde, yerliler sık sık canını yakmıştı. Kazadan sonraki on gün boyunca Tom ve arkadaşlarından kararlılıkla uzakta durmuştu. Bu arada hayvanın neyle beslendiğini kimse bilmiyordu; fakat emin oldukları şey onun da kendileri gibi susuzluktan eziyet çektiğiydi.
Waldeck gemisinin kazazedelerinin başından geçenler işte bunlardı. Çok çetin şartlarla karşı karşıya kalmışlardı. Açlık azabıyla baş etmeyi başarsalar bile küçük bir fırtına veya önemsiz bir dalga, su almış gemiyi alabora edebilirdi. Eğer ki rüzgârlar ve akıntılar Pilgrim’in tam zamanında yetişmesini sağlamasaydı kaçınılmaz son onları avucuna alacaktı. Cesetleri muhakkak ki denizin dibini boylayacaktı.
Ne var ki Kaptan Hull’un insaniyeti burada bitmeyecekti; bu kazazedeleri evlerine ulaştırmak niyetindeydi. Bunu yapmaya söz vermişti. Valparaiso’da yükünü boşalttıktan sonra Pilgrim, Kaliforniya’ya doğru yol alacaktı. Bayan Weldon, kocasının büyük bir misafirperverlikle onları ağırlayacağı ve Pennsylvania’ya geri dönmeleri için lazım olan imkânları sağlayacağı sözünü vermişti.
Son üç yılda zahmetle kazandıkları bütün birikimlerini kaza yüzünden kaybetmiş adamlar, iyi yürekli bu insanlara derinden minnet duyuyorlardı. Her ne kadar fakir zenciler olsalar da kurtarıcılarına olan borçlarını gelecekte geri ödeyecekleri yönündeki umutlarını tamamıyla kaybetmemişlerdi.
5
AKILLI DİNGO
Bu arada Pilgrim yoluna doğu yönünden devam ediyordu. Waldeck’in enkazı daha akşam olmadan gözden kaybolmuştu.
Kaptan Hull rüzgârın hafif esmesinden dolayı endişelenmeye devam ediyordu. Yeni Zelanda’dan Valparaiso’ya olan yolculuğun bir veya iki hafta kadar uzamasını umursamıyordu fakat bu, misafiri Bayan Weldon için uygun değildi. Bayan Weldon’a gelince, kendisi bu duruma teslim olmuş görünüyordu ve hiçbir şekilde şikâyet etmiyordu.
Kaptanı kaygılandıran başka bir şey ise Tom ve dört arkadaşı için uyuyacak yer bulma meselesiydi. Tayfanın kaldığı yerde onlara uygun hiçbir alan yoktu ve üst güvertede yatacak yer ayarlamak zorundaydılar. Zor bir hayata zaten alışkın zencilerin havalar güzel gittiği müddetçe bu durumdan rahatsız olmalarını gerektirecek hiçbir sebep yoktu.
Nihayet Pilgrim’de hayat olağan rutinine dönmeye başlamıştı. Rüzgâr devamlı aynı yönde estiği için yelkenlerin çok fazla değiştirilmesine gerek duyulmuyordu. Fakat ne zaman ihtiyaç olsa iyi yürekli zenciler yardım etmekten geri kalmıyorlardı. Yüz seksen beş santimetre boyunda güçlü Herkül yelkenleri ayarladı. O kadar kuvvetliydi ki kendi gibi ekstra sağlam halatlara ihtiyacı var gibiydi.
Herkül bir anda küçük Jack’in en sevdiği kişilerden biri oluvermişti. Dev adam ufaklığı oyuncak bebek gibi havaya kaldırdığında çocukcağız sevinçle çığlık atardı. “Daha yükseğe, çok yükseğe…” derdi Jack kimi zaman.
“Tabii СКАЧАТЬ