Küçük Lord Fauntleroy. Фрэнсис Элиза Ходжсон Бёрнетт
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Küçük Lord Fauntleroy - Фрэнсис Элиза Ходжсон Бёрнетт страница 9

Название: Küçük Lord Fauntleroy

Автор: Фрэнсис Элиза Ходжсон Бёрнетт

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-18-1

isbn:

СКАЧАТЬ kalbinden, yapılan iyiliği unutan insanlar olabileceği hiç geçmemişti.

      Dick ile olan sohbet oldukça eğlenceliydi. Çocuğun başı Jake ile büyük dertteydi ve onu gördüklerinde keyfi pek yerinde değildi. Cedric sakin bir şekilde ona kendisi için çok büyük görünen ve tüm sorunlarını çözecek şeyi vereceklerini anlattığında heyecandan donakaldı. Lord Fauntleroy’un ziyaret sebeplerini anlatış şekli son derece sade ve samimiydi. Bay Havisham çocuğu dinlerken onun netliğine hayran kaldı. Eski dostunun lord olduğunu ve yeterince uzun yaşarsa kont olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını öğrenen Dick’in ağzı ve gözleri öyle açık kaldı ki şapkası kafasından düştü. Onu eğilip aldığında garip bir ses çıkardı. Bay Havisham bunun garip olduğunu düşündü ama Cedric bu sesi daha önce duymuştu.

      “Ohoy!” dedi. “Ne veriyormuşsun bize?”

      Bu, lord hazretlerini biraz utandırdı ama kendini cesurca ifade etti.

      “Herkes ilk başta bunun doğru olmadığını düşündü.” dedi. “Bay Hobbs başıma güneş geçtiğini zannetti. Başta ben de bu durumdan hoşlanmayacağımı düşünüyordum ama alıştım ve artık hoşuma gitmeye başladı. Şu anda büyükbabam kont ve canımın çektiğini yapmamı istiyor. Bir kont olmasına rağmen çok iyi kalpli biri; bana Bay Havisham ile bir sürü para göndermiş ve ben de sana Jake’in hissesini almak için birazını getirdim.”

      Sonunda Dick gerçekten Jake’in hissesini satın aldı, kendi işinin ve birkaç yeni fırça, harika bir tabela ve kıyafetin sahibi oldu. Eski zürriyetten elmacı kadının kendi talihine inanamadığı gibi o da inanamıyordu; rüya âlemindeki bir ayakkabı boyacısı gibi yürüyordu; genç yardımsevere baktı ve her an bu rüyadan uyanabileceğini hissetti. Kendine, Cedric gitmeden önce tokalaşmak için elini uzattığında geldi.

      “Şey, hoşça kal.” dedi, ne kadar duraksamadan konuşmak istese de sesi titredi, büyük kahverengi gözlerini kırpıştırdı. “Umarım işlerin yolunda gider. Seni bırakıp gittiğim için üzgünüm ama belki bir gün kont olunca geri gelirim. Umarım bana yazarsın, çünkü biz hep iyi arkadaştık. Bana yazacak olursan şu adrese gönderebilirsin.” Ona bir kâğıt parçası verdi. “Artık benim adım Cedric Errol değil, Lord Fauntleroy ve… Ve hoşça kal Dick.”

      Dick de gözlerini kırpıştırdı, kirpikleri ıslanmıştı. Mürekkep yalamış bir ayakkabı boyacısı değildi ve denese bile neler hissettiğini söylemekte zorluk çekebilirdi; belki de bu yüzden denemedi ve yalnızca gözlerini kırpıştırarak yutkundu.

      “Keşke bizi bırakıp gitmeseydin!” dedi boğuk bir sesle. Sonra yeniden gözlerini kırpıştırdı. Bay Havisham’a baktı ve şapkasına dokundu. “Sağ olun efendim, onu buraya getirdiğiniz ve yaptıklarınız için teşekkürler. O… O çok başka bir çocuktur.” diye ekledi. “Gözü pek bir çocuktur ve… Ve çok başkadır.”

      Geriye dönüp şaşkın bir hâlde onlara baktı; uzun boylu, dimdik duran refakatçisinin yanında neşeyle yürüyen küçük yürekli küçük bedeni izlerken gözleri hâlâ nemliydi ve boğazındaki düğüm hâlâ çözülmemişti.

      Lord hazretleri gideceği güne kadar dükkânda Bay Hobbs ile mümkün olduğunca çok zaman geçirdi. Bay Hobbs’a hüzün çökmüştü; hiç keyfi yoktu. Küçük dostu neşeyle ona ayrılık hediyesi olarak altın bir saat ve zincir getirdiğinde hediyesine çok dikkat edemedi. Kutuyu dizinin üzerine koydu ve burnunu birkaç defa kuvvetlice sildi.

      “Üstünde bir şey yazıyor.” dedi Cedric. “Kutunun içinde. Adama yazacağı şeyi ben söyledim. ‘En eski dostu Lord Fauntleroy’dan Bay Hobbs’a. Bakınca buna, beni hatırla.’ Beni unutmanızı istemiyorum.”

      Bay Hobbs burnunu yine yüksek sesle sildi.

      “Unutmayacağım!” dedi Dick gibi hafif boğuk bir sesle. “Sen de gidip İngiliz aristokrasisine karışınca beni unutayım deme.”

      “Kim olursam olayım sizi unutmayacağım.” diye cevapladı lord hazretleri. “En mutlu saatlerimi sizinle geçirdim; en azından en mutlu saatlerimin bazılarını. Umarım bir ara beni ziyaret etmeye gelirsiniz. Eminim büyükbabam çok memnun olur. Belki ona sizden bahsedince size yazıp gelmenizi ister. Siz… Siz onun kont olmasını önemsemezsiniz değil mi, yani sizi davet ederse sırf kont olduğu için ondan uzak durmazsınız değil mi?”

      “Seni görmeye gelirim.” diye cevapladı Bay Hobbs zarif bir şekilde.

      Görünüşe göre konttan Dorincourt Şatosu’na gelip birkaç ay geçirmesi için ısrarcı bir davet alırsa cumhuriyetçi ön yargılarını bir yana bırakıp valizini toplayacaktı.

      Sonunda tüm hazırlıklar tamamlandı; sandıkların gemiye götürüleceği gün ve arabanın kapının önünde beklediği saat geldi çattı. Derken, ufaklığa garip bir yalnızlık hissi çöktü. Annesi bir süredir sessizce odasında duruyordu; merdivenlerden inerken kocaman olmuş gözleri nemliydi, tatlı ağzı titriyordu. Cedric onun yanına gitti, annesi ona doğru eğildi, çocuk kollarını onun boynuna doladı ve birbirlerini öptüler. Hem annesini hem kendisini üzen bir şeylerin olduğunu biliyor ama bunun ne olduğunu bir türlü çözemiyordu; ama dudaklarından küçük, nazik kelimeler döküldü.

      “Bu evi çok sevdik canımın içi, değil mi?” dedi. “Onu her zaman seveceğiz, değil mi?”

      “Evet, evet.” diye cevap verdi annesi, tatlı ve kısık bir sesle. “Evet, hayatım!”

      Sonra kendilerini birden geminin içinde, tam bir karmaşa ve telaşenin ortasında buldular; arabalar gelip yolcuları bırakıyordu; yolcular gelmeyen bagajları yüzünden iyiden iyiye telaşlanıyor ve geç kalacaklar diye endişeleniyorlardı; büyük sandıklar ve valizler oradan oraya sürükleniyordu; denizciler ipleri çözüyor, ileri geri koşuşturuyorlardı; görevliler emir veriyorlardı; kadınlar, erkekler, çocuklar ve bakıcılar gemiye biniyorlardı; kimisi gülüyor ve neşeli görünüyor, kimisi sessiz ve üzgün duruyordu, bir iki tanesi ağlıyor ve ellerindeki mendillerle gözlerini siliyordu. Cedric nereye baksa ilgisini çeken bir şeyler buldu; ip yığınlarına, sarılı yelkenlere, neredeyse sıcak, mavi gökyüzüne değecek upuzun direklere baktı; denizcilerle sohbet edip onlardan korsanlar hakkında biraz bilgi edinme planları yapmaya başladı.

      Sonunda, üst güvertenin korkuluklarına dayanmış son hazırlıkları seyredip denizcilerin ve iskele görevlilerinin heyecanlarının ve bağrışmalarının keyfini çıkarırken yakınındaki bir kalabalıkta hafif bir telaş dikkatini çekti. Biri bu kalabalığı yararak geçip aceleyle kendisine doğru gelmeye çalışıyordu. Elinde kırmızı bir şey vardı. Gelen Dick’ti. Cedric’in yanına nefes nefese vardı.

      “Koşarak geldim.” dedi. “Seni uğurlamak istedim. İşler tıkırında! Dünkü kazancımla sana bunu aldım. Kodamanların yanında bunu takabilirsin. Aşağıdakilerin arasından geçmeye çalışırken hediye kâğıdı kayboldu. Bir mendil.”

      Hepsini bir nefeste söyledi. Çan çaldı ve Cedric konuşmaya vakit bulamadan Dick fırlayıp gitti.

      “Hoşça kal!” dedi soluk soluğa. “Kodamanların yanında tak.”

      Koşarak gitti ve gözden kayboldu.

      Birkaç saniye sonra onu alt güvertede kalabalıkla boğuşurken СКАЧАТЬ