Salon Köşelerinde. Safveti Ziya
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Salon Köşelerinde - Safveti Ziya страница 4

Название: Salon Köşelerinde

Автор: Safveti Ziya

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-99850-3-9

isbn:

СКАЧАТЬ gösteriyordum-insaf edin. Madam, bir erkek için bu kadar letafete, bu derece güzelliğe izin var mıdır? Söyleyiniz, şimdi bu genç buradaki birçok kadının hukukunu gasp etmemiş mi? Azizim, ben senin yerinde olsam bu hâlde ortaya çıkmaya utanır, gidip bir yere başımı sokar, güzelliğimi gizlerdim. Öyle değil mi Allah aşkına, madam?”

      Madam Daven kahkahalarla gülüyordu. Dedi ki:

      “Zavallı Şekip seni kıskanıyor. Zaten bu genel bir kuraldır;

      kadınlar pek güzel kadınların güzelliğini bazen affederler, fakat erkekler hiçbir zaman güzel erkekleri çekemezler. Ben sizin yerinizde olsam ne yapardım biliyor musunuz? Şekip Bey’i hangi kadının yanında görürsem derhâl gider, bir rakip olmak üzere kendimi takdim ederdim.”

      Fernan da gülüyordu. Dedi ki:

      “O hâlde, madam, sizin yanınızdan ayrılmamam lazım gelir.” Sonra bana döndü:

      “Bana kalsa giderdim, azizim, lakin cezayı madam kendisi tertip etti, kadril başlayıncaya kadar burada kalmaya mecburum. Ancak ondan sonra gider, dediğiniz gibi başımı bir yere sokup güzelliğime ağlarım. Nasıl, işinize geliyor mu?”

      “Hayhay, fakat esefler ederim ki kadril işte başlıyor. Şimdi size âcizane bir nasihat vereyim mi azizim? Durmayıp hemen gidiniz, valsözünüzü arayınız, çünkü biraz geç kalacak olursanız, ‘Güzelliğine mağrur da aceleye lüzum görmüyor!’ derler, karışmam.”

      “Korktum, Şekip… Sizden korktum. Siz insanın yüzüne karşı böyle yaparsanız, kim bilir ufak kanepede, palmiyenin altında neler yapmayacaksınız!..”

      Madam Daven arkasından haykırdı:

      “Merak etmeyiniz, Fernan, arkanızdan ne söylerse birer birer size yetiştiririm.”

      Madama kolumu takdim ederek dedim ki:

      “Gittikten sonra da yine kendinden bahsolunacak ümidinde bulunuyorsa kendi hakkında güzel bir fikri var demek oluyor! Deminden beri o pek güzel çehresiyle canımızı sıktığı elvermemiş gibi…”

      Madam sözümü kesti:

      “Yok, düzeltelim rica ederim, azizim.” dedi. “ ‘Canımızı sıktı.’ demeye hiç hakkımız yok, yalnız ‘Canımı sıktı!’ derseniz o başka! Fernan’ın dilber çehresi benim pek hoşuma gider. Ben erkek değilim, beyefendi!”

      Bir kahkaha salıverdim:

      “Kadın da değilsiniz öyleyse! Çünkü, o derece güzel erkekten, hakikaten kadın olan hoşlanamaz.”

      Madam Daven durdu, kolunu kolumdan çekti, yelpazesini yarım açtı; dikkatle yüzüme bakıyordu.

      “Demek, ciddiymiş… Fernan’ı hakikaten kıskanıyormuşsunuz, öyle mi?..”

      Sesime sahte bir hüzün verdim. Önüme baktım, helecanlı görünmemek için kendimle mücadele ediyormuşum gibi davranarak gayet yavaş

      “Sizi…” dedim. “Sizi herkesten… Herkesten kıskanırım. Bilmem niçin, öteden beri siz de beni kıskandırmaktan, bana ızdırap çektirmekten zevk alırsınız.”

      Yine koluma girdi, minimini tül yelpazesiyle çenesini, dudaklarını örterek konuşmaya başladı:

      “Ben zannediyordum ki o sizin herkesçe bilinen ateşli sevdanız artık sönüp bitmiştir. Demek ki yanılıyormuşum. Bu kadar meşguliyet arasında, o ölmüş aşkı hatırlamaya tenezzül ettiniz öyle mi?..”

      “Doğrusu beni güldürüyorsunuz!”

      “Siz de benimle böyle eğlendikçe beni yaralıyorsunuz! Benim ne kadar hassas, ne kadar samimi, size olan hayranlığımın ne derece ciddi olduğunu bilirsiniz, o hâlde…”

      “O hâlde, azizim, eski hastalığın nüksetmemesi için hemen tedbir almanızı tavsiye ederim. Bütün nükseden hastalıklar pek vahimdir! Hele kalp hastalıkları; âdeta öldürücü olurlar. Ölümünüze sebep olmayı istemem!”

      Eliyle bir köşede duran kadınları göstererek

      “Sonra bunların elinden kurtulamam, beni parçalarlar! Benimle eğleniyorsunuz, fakat zararı yok, ben bundan şikâyetçi değilim, çünkü beni de eğlendiriyorsunuz; benim aşk felsefeme göre kadınları eğlendirmeyi başarmak ilerisi için büyük bir ümittir.” dedi

      Palmiyelerin altında duran kanepeye yaklaşmıştık. Madam Daven yorgun bir edayla kendini oraya attı, yelpazesiyle yanını göstererek dedi ki:

      “Şimdi oturunuz da güzel güzel konuşalım.”

      Düz, parlak ve gayet kalın pembe atlastan tuvaleti o kadar sade, o kadar sadeydi ki ne bir dantela ne bir kurdele parçası; hiçbir şey o sadeliği bozmuyordu. Yalnız, göğsüyle kollarının içinden ince bulutlar gibi pembe pembe muslinler dışarı doğru düşüveriyor; bunlar gayet nazik olan tenine âdeta bir şeffaflık veriyordu. Beline aynı renkte kurdeleden bir kemer takmış, kemerin yan tarafına da bir demet menekşe iliştirmişti.

      Bu demetten bir iki menekşe çıkardı. Bunları dişleriyle koparıp dudaklarının arasında bir müddet oynadıktan, parçaladıktan sonra, ağzının şirin bir hareketiyle o zavallı menekşe parçalarını birer birer ufalayıp attı. Gülerek dedim ki:

      “Şu hâliniz tabiatınızı ne güzel gösteriyor, bilseniz! Bir şeyi evvela göğsünüzde, kalbinizin üzerinde taşırsınız; sonra onu dişlerinizle parçalar ve dudaklarınızın ufak, tabii, elde olmayan, belki sizce de hissedilmeyen bir hareketiyle ayaklar altına atarsınız! İşte siz! Siz bu hareketlerle tamamıyla kendinizi açıklıyorsunuz!” Cevap verdi:

      “İhtimal ki haklısınız, fakat bir müddet kalbimin üzerinde bulunmak için, daha sonra böyle yerlere atılmaya razı olanlar pek çoktur, dersem bana inanır mısınız?”

      “Hatta iman ederim!..”

      O aralık el ele tutuşmuş yüzlerce kadın erkek gülüşerek, birbirini çekerek önümüzden geçiyorlardı. Bu alay, önce sağdan sola doğru koşuşurken birdenbire bir ses “Sola!” komutunu verince hep birden sola döndüler. Kadınlar, kızlar, kendilerini büsbütün bırakmışlar, âdeta sürükletiyorlar, erkekler düşmemek, kadınların eteklerine ayaklarını dolaştırmamak için önlerine bakarak ilerliyorlardı. Bu çılgın, bu pürneşe dans alayı aralıksız önümüzden geçiyordu:

      “Ne güzel!” dedim. O:

      “Gerçekten pek güzel!” dedi; sonra kaşının ucuyla öteden gelen Miss Lydia’yı gösterdi.

      “İşte kalbinizin hâkimi geliyor! Selama hazırlanın!” Ve ayağını ayağının üzerine atarak güzel başını kanepenin kenarına doğru bıraktı. Yelpazesiyle çenesini gizleyerek uzun ve gaddar bir kahkaha salıverdi.

      “Ne tabiat Ya Rabb’i!” diyordu. “Ne tabiat!” Ben de elimde olmadan ona uyarak gülüyor ve soruyordum:

      “Allah bilir ki ne demek istediğinizi anlayamıyorum?”

      “Bırakın СКАЧАТЬ