Название: Hatıralar
Автор: Ebubekir Hâzim Tepeyran
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-605-121-802-1
isbn:
“Hoca artık çok oluyorsun, haydi git makul işlerle uğraş!” diye herifi haşlamış.
Konya’da Son Günlerim
Abdurrahman Paşa’nın telgrafla beni Kastamonu’ya çağırdığını Konya valisi Mehmet Said Paşa’ya söylemek benim için çok ağır bir iş oldu. Bu davetin benim dileğimle olmadığını; benden önce Said Paşa’ya arz ve izah etmesini Nâzım Bey’den rica ettim. Paşaya söylemeden evvel bu teklif hakkında babamın fikrini sormuştum. Bana: “Vali Paşa hazretleri ve Mektupçu Bey muvafık görürlerse kabul et.” demişti. Mektupçu Bey de Paşa’ya arz ettikten sonra:
“Haydi, paşa seni bekliyor!” dedi. Said Paşa’dan ayrılmak, tıpkı çok sevdiğim babamdan ayrılmak gibi olduğundan büyük ve heyecanlı bir hüzünle odaya girdim. Paşa yüzümün bozukluğundan o andaki ruhi hâlimi anlayarak, pek güleç bir sima ile beni kabul etti:
“Kastamonu seyahatinizde…” dedi. “Sizin parmağınızın olmadığını Mektupçu Bey anlattı. Teşebbüsünüzle bile olsa buna gücenmeye hakkım yoktur. Her nerede olursa olsun ben sizin hakkınız olan ilerleyişe kavuşmanızı görmekle sevinirim. Göğsümden ne kadar rahatsız olduğumu ve buradan gitmek, İstanbul’daki evimde uzunca istirahat etmek ihtiyacında bulunduğumu bilirsiniz. Kalacak olsam gidişinize mani olmak büsbütün imkânsız değildi. Ben gidince yerime kimin geleceğini Allah bilir. Abdurrahman Paşa’yı yakından tanımıyorum. Eğer onun şöhreti, rivayetlere göre yalnız kibirli olmaktan ibaret bulunsa, Kastamonu’ya gitmenize razı olmazdım. Zira küçük yaratılmış olmanın en görünen taraflarından biri, kendini büyük sanmak deliliğidir. Hâlbuki Abdurrahman Paşa aynı zamanda bükülmez bir namus ve doğruluk gibi mükemmel insanlığa delâlet eden meziyetlerle beraber gerçekten de kibirli ise zararı kendisine ait olur. Siz doğruluğundan ahlakça faydalanırsınız. Binaenaleyh gidiniz ve her nerede bulunursanız bulunun, benim babaca sevgilerimden emin olun. İnşallah İstanbul’da yine birleşiriz.”
Elini öperek çıktım. Her bayramda kendisine tebrik telgrafı çektiğim gibi, rütbem “saniye”ye terfi edilince bunu ona borçlu olduğumu teşekkürle yazdım. Aldığım cevap:
“Rütbe ve nişan gibi takdir edici şeyler hep memleketin malıdır. Memlekete hizmet edenlere ve edeceklere verildikçe herkes memnun olur.” diye bitiyordu. O devirlerde rütbe, nişan gibi şeyler padişah hazretlerinin âleme şamil lütuflarından diye vasıflandırıldığı hâlde Said Paşa’nın bu klişeyi kullanmayarak terfi hakkını millete mal etmesi dikkate değer.
Kastamonu seyahati kararlaşınca halefime yani Maarif Meclisi kâtibine devir ve teslim muamelesine başladık. Maarif Müdürü ayıp arayıcı gözlerle bize nezaret ediyordu. Ben alacağım çıkacağından eminken hesap sonunda dokuz yüz kuruş borçlu görünmeyeyim mi? 36 yıl sonra Kürt Mustafa Paşa Divanıharbi’nin idamıma karar verdiğini, Ali Kemal’in Peyam-ı Sabah gazetesiyle neşredilen ilandan öğrendiğim andaki derin hayrete benzer bir şaşkınlıkla gözlerim karardı. Evde tetkik etmek üzere masraf defterlerini aldım. Sabaha kadar uyuyamadım. Nihayet mal müdürlüğünden azledilmiş olan Niğdeli Veli Efendi aklıma geldi. Eve davet ettim. Defterleri önüne koydum. Yarım saat sonra bu zimmetin gelir defterine iki kere yazılmış bir dokuz yüz kuruştan çıktığı anlaşıldı. Kendi evrakımı temizlerken cüzdanımda iptidai mektebi kapıcılarından ikisine şahsen verdiğim ikişer aylık hesabına ait dört yüz kuruşluk bir kâğıt çıktı. Zimmet yerine alacağım çıktığından memnun olarak beraat ve zimmet tutanağında bu dört yüz kuruşu masarif sandığına bağış olarak kaydettirdim. Vali Paşa tutanağı hazırlarken buna dikkat etmiş ve Maarif Müdürüne:
“Gördünüz mü Müdür Efendi, kime kefil idim?” demiş. Bu olaydan, sonra hesapla ilgisi olan hiçbir vazife almadım.
Fransız Dilini Kendi Kendime Öğrenmeye Ne Zaman, Nerede Başladım? İğne ile Kuyu Kazar Gibi Nasıl Çalıştım?
İngiliz lakabıyla meşhur olan ve beni Niğde’den Konya’ya getiren vali merhum Müşir Mehmet Said Paşa’nın tavsiyesiyle şiir yazmaktan vazgeçtiğim hâlde kırk beş sene kadar sonra, acı bir vazife sebebiyle tekrar şiire başladım.
Said Paşa’ya bir yabancı dili öğrenmeye çalışacağımı vaat ederken: “İngilizce öğrenmek istiyorum, ama Konya’da bunu öğretecek kimse yok.” desem o mübarek adam İngilizce dersi vermek lütfunu da esirgemezdi.
O zamana kadar Fransızcadan başka dillerden tercüme edilmiş hiçbir kitap okumadığım için Fransız dilini öğrenmeye karar verdim.
Çünkü Şemseddin Sami, Ahmet Mithat ve Recaizade’nin Fransızcadan tercüme edilmiş eserlerini okumuştum. Konya’da ne matbu bir alfabe, ne de onu yazacak bir kimse bulabildim. İyi bir tesadüf olmak üzere, o günlerde Konya’ya gelen, Osmanlı Bankası müfettişlerinden Mihran Efendi’ye bir alfabe yazdırdım.
Bir müddet sonra elime Olendorf namında bir Türkçe – Fransızca konuşma kitabı geçti. Bundan hayli faydalandım.
On bir sene evvel, bir kısmını Les Fleurs Degenerees adlı bir kitap hâlinde neşretmek cesaretini gösterdiğim Fransızca şiirlerim, ecnebi şairlerin Fransızca şiirleri arasında ve Paris’te yapılan müsabakada her nasılsa iltifatla karşılandığından, bu dili ne zaman ve ne sürede öğrendiğimi soranlar çoğaldı. Bunu anlatmanın, ne şartlar altında çalışmak icap edeceğine bir örnek vermesi itibarıyla, yeni yetişenler için faydalı olacaktır sanırım.
Hayli uzun olan memuriyet hayatımda, Fransız dili de okutulan Mülkiye Mektebi mezunlarından, arkadaşlık ettiğim birçok genç kaymakamlar içinde yalnız ikisinden başka Fransızca bilir denilebilecek kimseye rastlamadığımdan hâlâ müteessirim. Hangisine sorduysam vakit bulamadıkları cevabını almıştım. Bunların bir kısmı vazifeleri için bilmeleri lazım olan kanun ve nizamları da pek az okumuşlardı. Bir kısmı ise av ve tavladan vakit ayıramıyorlardı. Bunların birinin kalın bir toz tabakasıyla örtülü yazı masasına parmağımla, “En-nezâfetu mine’liman.” hadisini yazdığımı hatırlarım ki, o adam da bana vakti olmadığını mazeret diye ileri sürmüştü. Bence öğrenilmek istenen şeyin kabiliyet nispetinde öğrenilmesine tembellikten başka bir engel yoktur.
Vali Abdurrahman Paşa ile mühürdarlığı, mektupçu kalemi mümeyyizliği, Vilayet gazetesi muharrirliği ve bir müddet sonra idadi mektebinin Mecelle ve Mülkiye kanunları hocalığı da ilave edildiğinde Kastamonu’da altı; mektupçu mümeyyizliği ve mektupçulukla İzmir’de iki; vali muavinliğiyle Edirne’de iki; yani hepsi on sene onunla birlikte gece gündüz çalışmakla beraber Fransızca öğrenmeyi de ihmal etmedim.
Kastamonu’ya geldiğim sıralarda Isparta Rüştiyesi arkadaşlarımdan İstanbul’da bulunan merhum Halil Edip Bey’e Fransızcaya çalıştığımı yazarak bir gramer, lügat ve ileride okumak üzere manzum, mensur bir iki kitap göndermesini rica ettim.
Halil Edip, Vizantapin grameriyle Şemseddin Sami’nin küçük Kamus-ı Fransevi’sini, Tresor Poetique adlı antolojiyi; meşhur Paul et Virginie hikâyesiyle Lamartine’in Graziella’sını yolladı.
Sadrazamlıkta bulunduktan sonra valilikle Kastamonu’ya gönderilen rahmetli Abdurrahman Paşa kar gibi beyaz sakalıyla, sanki iyi çalışırsa mutasarrıflığa terfii vaat edilmiş genç СКАЧАТЬ