Название: Hatıralar
Автор: Ebubekir Hâzim Tepeyran
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-605-121-802-1
isbn:
Resmî, hususi evrakın fevkalade olarak fazlaca bulunduğu bir posta günü sabahtan akşama kadar ben, idare meclisi kâtipleri ve Ahmet Rıfat Bey, hiç dinlenmeden çalışarak hepsini cevaplandırmıştık. Paşa sofrada:
“Bugün çok çalıştınız.” dedi. “Bu geceyi sohbetle geçiririz!”
Paşanın işsiz duramayacağı gibi yanında bulunanları da işsiz bırakmayacağını hepimiz bildiğimizden, manalı bakışlarla birbirimize baktık. Sofradan kalkınca, bana:
“Aziz!” dedi. “Sigarayı içeride içersin.”
Paşa bana “Aziz!” diye hitap ederdi. Bir sigara içecek kadar da uzaklaşmamı uygun görmediğinden, fevkalade bir imtiyaz olarak, yanında sigara içmeme müsaade etmişti. Paşa odasına girince arkadaşlara:
“Bu geceyi sohbetle geçireceğinize inandınız mı?” dedim.
İkisi gülerek:
“Mümkün mü?” dediler.
Ahmet Bey:
“Öyle ama…” dedi. “Ne iş bulacak? Posta gitti, okutacak, yazdıracak bir şey de kalmadı.”
Ben:
“Paşa isterse yazdıracak da, okutacak da bulur, bulamazsa icat eder…” dedim.
Paşa odasında bir iki lakırdı ettikten sonra, yazıhanesinden bir mektup çıkardı:
“Sırr-ı Kuran’ isimli eserinden bir nüsha hediye ettiğine dair Sırrı Paşa’nın mektubu. Bir cevap müsveddesi hazırlayın!” dedi.
Ben yazarken, meclis kâtiplerine, o gece sabahlara kadar da bitiremeyecekleri yazılar buldu. Fakat Ahmet Bey’e bulamadığı için canı sıkıldığını hissediyordu. Nihayet:
“Ahmet Bey, teneffüs odasının masası üstünde Abidin Paşa’nın gönderdiği altı cilt Mesnevi şerhi vardı, onları getiriniz.” dedikten sonra fildişi kâğıt keseceğini alarak evirip çevirmeye başladı. Kitaplar gelince:
“Bunları açın!” diye keseceği Ahmet Bey’e verdi.
Benim işim beş on dakikada bitti. Paşa ile konuşuyorduk. Üç arkadaş işlerine devam ettiler. Ahmet Bey, paşanın icat ettiği işi bitirince, kâğıt keseceğini gülümseyerek onun önüne koydu. Paşa derhâl saatine baktı:
“Dört!” dedi. “Daha bir saatimiz var. Kuzum Ahmet Bey, arada açılmamış yapraklar kalmışsa, ben onları okurken sabredemeyerek parmakla yırtmaya mecbur olurum. Baştan başlayarak bir yoklama yapınız…”
Zavallı Ahmet Bey, altı cildin bütün yapraklarını birer birer yoklamaya mahkûm olmuştu.
Abdurrahman Paşa’nın kendine mahsus olan yazı tarzı için numune olmak üzere, Çankırı Livası’ndan dışarıya, meydana çıkarılmasını, mahalli idare meclisinin kararıyla menettiklerine dair mutasarrıf vekilinden gelen telgrafa bizzat kendisinin yazdığı cevabı harfi harfine buraya yazıyorum:
“Heyet-i meclisle zatınız ne malumatsız, saygısız adamlarsınız. Böyle zahire ihracı memnuiyetine istizan ve iradesini istihsal etmedikçe vilayet de mezun değildir. Öyle had ve salahiyetiniz haricinde bir harekete nasıl cesaret ettiniz? Eğer ki liva mutasarrıfıyla muhabere ettiniz de o da tecviz ettiyse, cehalette sizden geri kalmıyormuş demektir. Serian iptal ilan ediniz ve halka telaş vermeyiniz…”
Abdurrahman Paşa – Dağıstanlı Takiyüddin Efendi – Dümtekli Namaz
Ben Kastamonu’da iken Kastamonu mebusu merhum Hafız Mahir Efendi, zamanın genç âlimlerinden ve Kastamonu şairlerinin ileri gelenlerinden olduğu için Abdurrahman Paşa’nın teveccühünü kazanmıştı. Evvela Bidayet ve sonra İstinaf Mahkemesi azalığına tayini; sonra Kastamonu’da Kâbe anahtarını taşımak vazifesi kadar mühim olan Nasrüddin Cami hatipliğine seçilmesi bu teveccühün eserleriydi.
Mahir Efendi haftada iki gece muntazaman vilayet dairesine gelerek hoca sıfatıyla, bununla beraber muhtelif şartlara müracaat edilerek Mesnevi dersine iştirak ve Abdurrahman Paşa’nın hususi imamı varken, bulunduğu zamanlarda kendi imamlık ederdi.
Bir akşam, beş on gün evvel Çorum’dan gelip bir medresede oturan Dağıstanlı Takiyüddin Efendi ile görüştüğünü, âlim ve münzevi bir zat olduğunu söylediğinden, Abdurrahman Paşa:
“Yarın akşam yemeğine getiriniz de görüşelim.” dedi ve öyle oldu.
Cidden pek vakarlı ve sözü düzgün olan Takiyüddin Efendi, temiz bir hoca kılığında geldi. Beyaz sarığı altında simsiyah sakalı, bıyığı, yüksek boyu, nüfuzlu bakışları, keskin zekâsı, geniş malumatı, bilhassa hafızasının eşi bulunmaz kuvvetiyle paşayı derhâl büyüledi.
Paşa bu zatta ilim ve irfanın üstünde bir velilik kuvveti bulunduğunu zannederek nasıl hürmet edeceğini bilemiyordu..
Takiyüddin Efendi, İslam âleminin uzak, yakın her tarafını tekrar tekrar dolaşmış, nerede bir kütüphane ve kütüphanede Arapça, Acemce ne kadar kitap bulmuşsa okumuş, ezber ederek ayaklı bir kütüphane olmuştu. Yalnız Kur’an’ı, Mesnevi’yi değil, Arap’ın, Acem’in en büyük âlimlerinin, şairlerinin en seçme eserlerini, dolmak bilmeyen hafızasına nakletmişti.
Ertesi sabahtan itibaren Takiyüddin Efendi’nin medrese hücresindeki biri seçme kitap, diğeri esvaplarını havi olan iki heybesi daireye nakledildi.
Ne olduysa zavallı Mahir Efendi ile bana oldu. Mahir Efendi daireye âlim bir adam değil, kendi ayakları altına konacak bir karpuz kabuğu getirdi. Çünkü paşa, Mesnevi’yi muntazaman ve yalnız başına Takiyüddin Efendi’den okumaya karar verdi. Bana gelince, odam Takiyüddin’e ve “Aziz” unvanım da, manası büyültülerek ona verildi. Birkaç gün sonra Takiyüddin’le dost olduk.
Paşa ile Mesnevi dersine başladıklarından üç dört gün sonra, memuriyet ilavelerinden biri eksildi diye memnun olarak odadan çıkmak isterken, Takiyüddin Efendi, paşaya:
“Hâzim Bey daima birlikte bulunsun.” dedi.
Takiyüddin Efendi’nin her sözünü paşa yerine getirilmesi lazım bir emir şeklinde kabul ettiğinden, derhâl:
“Çok iyi olur.” dedi.
Fakat iyi olmadı. Çünkü bir müddet sonra paşa bir iki mısrayı vezne uygun okuyamadığı için Takiyüddin kızarak, küçük bir çocuğa ders veriyor gibi homurdanmasından dolayı paşanın gözleri yaşardı. Baba gibi sevdiğim paşanın yanımda böyle hırpalanmasına tahammül edemediğimden bir vesile ile oradan çıkmış ve paşanın değil, Takiyüddin’in ısrarına rağmen: “Benim için her sohbetiniz bir derstir. Mesnevi dersinden beni affediniz; işlerim de buna müsait değildir.” diye itiraz etmiştim.
Bir daha da bulunmadım. Paşanın kibrinden, azametinden bahsedenler, onun Nakşibendiliğin Haliti koluna mensup bir derviş olduğunu ve hususi hâlini bilmeyenlerdir.
Paşanın kendisinde СКАЧАТЬ