Hatıralar. Ebubekir Hâzim Tepeyran
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hatıralar - Ebubekir Hâzim Tepeyran страница 24

Название: Hatıralar

Автор: Ebubekir Hâzim Tepeyran

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-802-1

isbn:

СКАЧАТЬ dedim.

      “Öyle efendim.” dedi. “Bundan on beş sene kadar evvel İstanbul’da Karaköy Köprüsü’nden Galata’ya giderken peşime bir Frenk takıldı. İngiliz olduğunu sonradan öğrendim. O zaman, bütün dünya yüzünde benden ancak bir santimetre uzun yalnız bir adam varmış, o da yakınlarda ölmüş. Bu İngiliz, Türkçe biliyordu. Beni Köprübaşı’nda bir kıraathaneye götürdü. Boyumu ölçtü. Uzun boylu konuştuk. Beni İngiliz başkentine götürmek istiyordu. O sıralarda İstanbul’da belli başlı bir işim de olmadığından, bu teklife razı olur gibi yaptım. Gidiş dönüş masrafımdan başka, orada kalacağım müddetçe otel, lokanta vesaire hesaplarını da görecek ve günde iki İngiliz lirası harçlık verecekti. Oldukça kârlı bir seyahat olacaktı. Derhâl bir kontrat hazırlayarak mukavelat muharririne (Notere) tasdik ettirmek istedi. Fakat ben, önce düşünüp sonra kesin kararımı vermek üzere ‘Ertesi gün aynı kıraathanede birleşelim.’ dedim. Kabul etti. İş bitmiş demekti. Ben hemen oradan kalkarak eski bir dostumu buldum ve meseleyi kendisine hikâye ederek fikrini sordum. Dostum gülerek:

      ‘İngiliz seni görülmemiş bir hayvan gibi camekân içine koyarak ücretle halka seyrettirecek demek!’ dediği için bu seyahatten vazgeçmiştim.”

      Aşar işlerine, kasabadaki mekteplere ve diğer meselelere dair kendisiyle biraz konuştuktan sonra:

      “Bu odadan çok bir şey görünmüyor. Konağın hangi odası manzaralı ise, biraz etrafı görmek üzere oraya gidelim.” dedim.

      “Manzaranın en güzeli arka taraftadır.” diyerek önüme düştü. Bir odaya girdik.

      “Şu pencereden bir kere bakınız, ne güzel bir manzara!” dedi.

      Konağın arkasında geniş bir sahanın fena bir bataklık hâlini almış olduğunu hayretle görerek:

      “Kaymakam Bey, bu nedir?” diye sordum.

      Kaymakam, bizim bu hayret sualini takdir manasına alarak:

      “Garip kuşun yuvasını Allah yapar derler. Bu da benim için öyle oldu. Burada yakın gezecek yerler olmadığından, pek sıkılıyordum. Günün birinde eşraftan bir zat (galiba Ahmet Bey yahut Ağa) konağın sağ tarafında yaptırdığı evin kerpiçlerini burada hazırlaması sebebiyle çukurlar peyda oldu. Ona bakarak ahaliden bazıları da kerpiç ihtiyaçlarını oradan temin ettiklerinden, çukurlar çoğaldı ve birbirine bitişerek büyüdü. Bir müddet sonra günlerce süren pek şiddetli yağmurlar bu çukurları doldurarak güzel bir gölcük meydana getirdi. Bir çeşmenin ayağını da buradan akıtıverdik. Bakınız; hele şu ortaları nasıl zümrüt gibi yemyeşil, ne kadar güzel! Sabah, akşam yüzlerce kurbağanın ince kalın sesleriyle ötüşleri çok hoşa gider bir şeydir…” dedi.

      Bu sözleri, hiç istifimi bozmadan dinledikten sonra:

      “Burada sıtma hastalığı var mıdır?” diye sordum. Kaymakam:

      “Vardır, hem de pek çoktur. Serçeleri bile tutar.” cevabını verince:

      “İşte!” dedim. “Sıtmanın sebebi bu durgun ve pis sulardır. Hükûmet konağının yanında böyle bir bataklık vücuda getirdiklerini Vali Paşa duyarsa, boyunuz ne kadar yüksek olursa olsun sizi bu pis sular içinde boğdurur…”

      Kaymakamın beti benzi attı. Gözlerini açarak ve uzun burnunu kaşıyarak:

      “Gerçek mi söylüyorsunuz?” diye sordu.

      “Gerçeklerin gerçeği!” dedim.

      “Efendim!” dedi. “Her hastalık gibi sıtma da Allah’tan gelir. Kurbağalı suların sıtma yaptıklarını ilk defa zatıalinizden işitiyorum.”

      “Kurbağa değil, böyle durgun sular içinde yaşayan bir nevi sivrisinek sıtma aşılar.”

      Kaymakam düşünür gibi biraz durduktan sonra:

      “Bununla beraber…” dedi. “Memleketin eşrafından biri burada kerpiç kestirmiş, onu gören ahali de öyle yapmışlar, meydan çukurlaşmış. Allah’ın yağmurları dolarak, bir gölcük meydana getirmiş, yine Allah’ın yarattığı kurbağalar içinde toplanarak ‘Vırrık, vırrık!’ diye ötüyorlar. Bunda benim suçum, günahım ne?”

      “Sonra anlarsın.” diye cevap verdim.

      Konağın sağ tarafındaki bir odanın pencereleri bütün bütün kapatıldığından, kapıdan başka hiçbir yerden ışık sızmadığını gördüm. Sebebini Kaymakam’a sordum:

      “Evvelce aydınlıktı.” dedi. “Pencereler kapatılınca böyle oldu.”

      “Niçin kapattınız ?”

      “Şimdi öteki odada söylediğim kerpiçlerle yapılan ilk evin avlusu bu pencerelerden görüldüğü için…”

      “Arada yol yok mu?”

      “Var.”

      “O hâlde ev sahibi duvarını yükselterek yahut tahta perde çekerek görülmeye engel olabilirdi.”

      “Evet efendim. Naip (Kadı) Efendi de mecliste böyle söylediyse de meclis azaları, ev sahibine kale suru gibi bir duvar yaptırtmaktan veya tahta perde çektirmektense konağın iki penceresini kapatmanın daha uygun olacağını söylediler. Ben de, sırf taraf-ı şahaneye hayır dua almak maksadıyla razı oldum.”

      Kaymakam odasını mümkün mertebe temizlettirdikten iki hafta sonraki cuma günü, orada gazete okurken Jandarma Mahmut geldi:

      “Şu pencere perdesini biraz açarak aşağıya bakarsanız, Kaymakam Efendi’nin ne yapmakta olduğunu görürsünüz!” dedi.

      Baktım: Kaymakam, yanında dört beş yaşlarında güzel bir oğlan çocuk ile oturuyor ve diğer bir yatak üzerinde diz çöken uzun saçlı, uzun siyah sakallı ve pek pejmürde kılıklı bir adam; elinde, içinde sarı bir sıvı bulunan bir kahve fincanını tutarak ve başını sağa, sola sallayarak yavaş yavaş mırıldanıyor, yani dualar okuyor ve fincandaki sıvıyı tamamıyla ağzına alarak bir iki saniye sonra yine fincana boşaltıyordu.

      Dervişin önündeki pis görüntülü bir torba içinde, canlı bir hayvan bulunduğu, yer yer kabarıp alçalmasından anlaşılıyordu. Jandarma Mahmut’a sordum:

      “Ne yapıyorlar orada?”

      “Kaymakamın torununa yılan şerbeti içirecekler. Nereden geldiğini bilmediğim bu yabancı dervişin okuyup üflediği ve ağzına alıp yine fincana tükürdüğü şerbeti içirecekler. Artık bu çocuğu bütün ömrünce yılan, akrep sokmayacak ve kendisi arzu ederse yılan ve akreple bir oyuncak gibi oynayacak!”

      Bu murdar şerbeti çocuğa içirmek sırası gelince, çocuk içmek istemedi; zorla ağzını açarak boşalttılar. Ben yukarıdan bağırdım:

      “Kaymakam Efendi, yaptığınız şey pek kötü, ayıptır. Bu yalancı, dolandırıcı serseriyi de hemen defedin!”

      Zavallı çocuk, bir jandarma kucağında, şiddetle kusarak kaymakamın evine götürüldü.

      Kaymakamı СКАЧАТЬ