Hatıralar. Ebubekir Hâzim Tepeyran
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hatıralar - Ebubekir Hâzim Tepeyran страница 23

Название: Hatıralar

Автор: Ebubekir Hâzim Tepeyran

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-802-1

isbn:

СКАЧАТЬ mahzurlu görerek memlekete girmesine izin vermediği kitap buydu. Umur-ı Ecnebiye Müdürü Armanak Efendi’nin gördüğü mahzur iki türlüdür: Biri, tebaasından fani bir mahlûk, tabi olduğu hükümdar aleyhindeki fikirlerini yayına nasıl cüret edebilir? İkincisi bu cüret bizim yazarlara da örnek olabilir. Müdür, bu kitabın memleketimize girmesine göz yumarsa vay hâline! Çünkü derhâl Yıldız Sarayı’na bir jurnal uçar, kendisi azlolunurdu.

      İngiliz yazarının makaleleri gazetede ancak bir iki gün yaşayacakken kitap hâlinde kütüphanelere girerek sonsuz bir hayata kavuşmuştu. O devirlerde şu iki memlekette yaşayan insanların hürriyet ve mukadderatı arasındaki baş döndürücü farktan pek fazla kederlenmiştim.

      Vali Abdurrahman Paşa, birçok meziyetlerine, hususiyle medeni cesaretine rağmen bazı hâllerde pek vesveseli hareket ederdi.

      Umur-ı Ecnebiyye Müdürü, bu İngiliz kitabı hakkında mütalaa beyanıyla dikkati celp etmese, vesvese uyandırmasa paşa: “Neme lazım, bir İngiliz, kendi hükümdarı aleyhinde yazı yazmış, mahkemeye verilmiş, beraat etmiş, aynı memlekette o yazılar kitap şeklinde bastırılmış.” diyerek yasaklamazdı.

***

      Vali Abdurrahman Paşa günün birinde İstanbul’dan, Yenicami merkezinden kendisine çekilmiş olan şu telgrafı aldı:

      “Kısraklar kuskun taktırmazlar, takılırsa çifte atarlar, ferman.”

      İmza: Mehmet Kör

      Bu tuhaf telgraf Paşa’yı büyük bir telaşa düşürdü. Çünkü vesvese ile türlü türlü manalar verdi ve çok sıkıldı. Nihayet Dâhiliye ve Zaptiye Nezaretlerine “acele” işaretli telgraflar çekti. Kör Mehmet yakalatılarak bu telgrafla ne demek istediğinin araştırılmasını, neticenin de bildirilmesini rica etti.

      Meğer paşa, bir hafta evvel İstanbul’daki kâhyasına, bir çift araba beygiri satın alarak ilk vapurla İzmir’e gönderilmesini emretmiş. Bu ısmarlamadan haberim olsa, Kör Mehmet telgrafının sırrını belki çözebilirdim. Kör Mehmet at tellallarındanmış; kâhya, onun gösterdiği beygirleri almayarak başka bir tellalın getirdiği iki kısrağı tercih ettiğinden, kızarak paşaya bu kısrakların ayıplarını haber veriyormuş.

      Sivrihisar Kaymakamı ve Makamıyla Marifetleri Marangoz Bir Kadı – Jandarma Neferi İhtiyar Mahmut

      İzmir’de Mektupçu Kalemi mümeyyizi iken (1892) Aşar Artırma ve İhale Memurluğu ile Sivrihisar’a gitmiştim. Bu kazanın ismi Sivrihisar’dır. Eskişehir dâhilinde de bir Sivrihisar bulunduğundan, postanelerce yanlışlığa yer verilmemek ve mektup zarflarına İzmir Vilayeti’ndeki Sivrihisar’ı anlatmak için Sifrihisar diye yazılması o senelerde kararlaştırılmıştı. İzmir ve civar ahalisi hâlâ Sifrihisar derler. Gazetelerde Seferihisar yazılmasının sebebini keşfedemiyorum.

      Varışım cumaya rastladığı için hükûmet konağında ve bunun önündeki, yapraklı ağaç dallarıyla yapılmış bir gölgeliğin altında bulunan jandarma yatakları yanında kimse yoktu. İki jandarma atlısı ile İzmir tarafından bir memur geldiğini konağın penceresinden gören ak sakallı ve gözlüklü bir jandarma neferi, hemen gözlüğünü çıkarıp cebine koyarak beni karşıladı ve yukarı kata çıkardı.

      Birkaç ay evvel İzmir’den gelen bir jandarma müfettişi: “Hiç gözlüklü jandarma olur mu?” diye, kendisini emektar olduğu bu meslekten çıkarmak istediği için, beni sivil giyinmiş bir müfettiş sanarak gözlüğünü sakladığını az sonra kendisi söyledi.

      Giritli olan bu jandarma, uzun müddet Mısır’da, Anadolu’nun birçok şehir ve kasabalarında bulunmuş; zeki, sözü, sohbeti düzgün ve alaycı bir adam olduğundan, Sivrihisar’da kaldığım on gün içinde ve bilhassa geceleri onunla konuştum.

      Hükûmet konağının üst katına çıkınca, kaymakamın odasını sordum. Gülünç bir tavırla:

      “Ne yapacaksınız?” dedi.

      “Oturmak için!”

      “Orada oturulmaz ama bir kere görün!” diyerek bina cephesinin ortasındaki alanın kapısını açtı ve “İşte bizim Kaymakam Ağa’nın odası budur!” sözünü ilave etti. Mahmut’un kaymakama “ağa” demesine şaşmadım. Çünkü “Cahilse de işgüzardır.” denilerek sekiz dokuz sene önce bilmem hangi Vali veya Dâhiliye Nazırı tarafından bu kazaya musallat bir bela olduğunu Urla Kaymakamı’ndan duymuştum. Sordum:

      “Okuyup yazması yok mudur ki ağa diyorsun?”

      “Ancak bizim kadar okur.” dedi. “Fakat biraz yazar, yani kâğıtları bir daireye havale edecek kadar yazar. Ama bilmeyen yazısını okuyamaz. Tahrirat Kâtibi kâğıtları, içlerinde söylenen işten, nereye gideceğini anlayarak oraya yollar. Eski sadrazamlardan Hüsrev Paşa’nın kölelerindenmiş.”

      Kaymakamın odasına girdim. Galiba on sene evvel bu konak kurulduğu zaman yapılmış olan döşemeler garip bir surette eskimiş olmakla beraber her şey kalın bir toz tabakasıyla örtülü kaldığından, senelerdenberi içine insan ayağı basmamış, hiçbir yerine insan eli değmemiş gibiydi. Jandarmaya:

      “Bir yanlışlık olmasın.” dedim. “Burası kaymakam odasına değil, içinde insan oturan bir yere bile benzemiyor!”

      “Yanlışlık yok.” dedi. “Kaymakam buraya ayda yılda bir ya girer, ya girmez. Vaktini ya memur odalarında yahut aşağıdaki gölgede gördüğünüz jandarma yatakları üstünde geçirir. İşleri olanlar, ellerindeki kâğıtlarla odadan odaya kaymakamı ararlar. Bu yazı takımının hâline bakın! Hokkada mürekkep kurumuş, içindeki lika, maden kömürüne dönmüş.”

      Mahmut, kaymakamın koltuğuna önden, arkadan birkaç yumruk indirerek ötesinden berisinden fırlayan fareleri gösterdi:

      “Kaymakam sandalyesi değil, sıçan mahallesidir. Bu koltukta insan otursa fareler böyle yerleşebilir mi?”

      “Konakta başka bir temiz oda yok mu?” dedim. Mahmut:

      “Kadı’nın odası temizdir, oraya buyurun!” diyerek önüme düştü. Şeri Mahkeme odası hakikaten temizdi. Kadı sandalyesinin yanındaki pencere içinde birçok marangoz alet ve edevatı gördüğümden, sordum:

      “Bunlar nedir, odada tamir mi var?”

      “Hayır.” dedi. “Bizim Kadı mükemmel bir marangoz ustasıdır. Pek güzel şeyler yapıyor. Hatta siperli bir top arabası modeli yaparak Serasker Paşa’ya yolladı. Beğeneceğinden emin. Cevap ve mükâfat bekliyor…”

      Bu sırada, Mahmut:

      “Bakınız, bakınız!” diyerek eliyle konağın karşısındaki dükkânlardan birinin önünde duran bir adamı gösterdi. “İşte Kaymakam Bey’imiz budur. Bundan sonra her şeyi siz kendiniz anlarsınız!” dedi. Önü açık ve iki yandan yırtmaçlı beyaz gecelik entarisi; püsküllü örme kuşağı, arkası yatırılarak pantuflaya (aba terlik) çevrilmiş kundurası; ak çorapları ve kollarına geçirmeyerek omuzlarına attığı sarı, bilinen Şam hırkası; koyu mor ve sivri kalıplı fesi; elinde tüten iki karış kadar uzun ağızlığı ile çok tuhaf bir kılık almış olan Kaymakam, konak önünde terli atlarını gezdiren iki jandarmayı görerek el işareti СКАЧАТЬ