Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 4

Название: Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç

Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-965-3

isbn:

СКАЧАТЬ gelip bağa çatıyor. Bakkal duydun mu? Perşembe günü çatacahmış. Frenk gazetaları yazmış. Şık beyinin biri de geçen günü gazetayı eliğe almış bağa gostürtüyo. Bakkal bah, didi bahtım. Kâğıtın üstüne trampo mahası (tramvay makası) gibi birbirinin içine dolambaç çizgiler çizmişler, karpuza benzer yuvarlahlar oturtmuşlar. Onların aralarına birkaç da uzun telli çalı süpürge dolandırmışlar. Şık beyi bağa sordu. Bu şeğullerden ne anlıyon, didi. Ne annıyacağım? Bu çalı süpürgeleriyle bu yuvar-lahları süpürüp ortalığı temizleyecekler didim. Şık güldü. Sankilim o yuvarlahlar, haşa sümme haşa bizim, üzerinde durduğumuz bu dünyeyimiş de o çalı süpürgeleri de guyruhlularımış. Hepisi birer şeğul divene canım. Avrupalı bir yuvarlah çizip de işte dünye budur dirse herkes oğa inanıyor. Ben şu fıçıdaki gul gibi Sibir’e halistir diye bin yemin ediyorum da kimse inanmıyor. Sonra şık ağnattı. Bizim dünya şu cızgının üzerinden gidecek, guyruhlu da aha buradan geçecek. Birbirine rastlayıp horoz gibi gagalaşacaklarmış. Tövbeler ossun! Gel de bu ıvır zıvıra inanabilirsen inan bahalım. İnsanlar birbiriyle tepişirler, boğuşurlar, amenna… Her gün gaç denesini goriyom. Hukumatlar birbiriyle cenkleşirler, amenna, İcapon’la Urus’un yaptığı gibi. Şu yıldızlarla dünyeler de birbiriyle çarpışırsa ya bakkalların hâli neye varacah canım? Gıyamet gopacak deyi borca, hisaba yanaşan yoh.. Yaz deftere, yaz deftere… Guyruhlu çarpaçahmış diye aç durulmaz ya? Herkezin yemesi içmesi gene yolunda. Birtahım ohumuşların efkârıncah gûya guyruhlunun çekirdeği bize dohunmayacağımış da bizi saçına dolayıp götüreceğimiş. Guru üzüm gibi guyruhlunun da çekirdeklisi, çekirdeksizi varmış. Ben bakkalım ama böğüne kadar böyle olduğunu bilmiyordum. Çünküleyim alıp sattığım mal değul. Şık beyi bağa o cızgıları, yuvarlahları gostürttükten sonra gıyamet gopacağımış deyi bir de diskur okudu. Sonra da pirincin, şekerin okkasını soruyor. Bağa bah, gurnaza bah… Gıyamet, alamet deyi beni garmanyolaya sokacah, beş on galem mal dolandıracah. Teslikattan (tensikat) sonra bir de guyruhlu çıhınca bakkallıkta iş galmadı gayri. Yağ, fasulye, pirinç satan çoğaldı. Galemde iş galmaymca herkez bakallığa özeniyor. Bittih, bittih… Eski müşterilerimden çoğu zimem defterine (borç) yanaşmıyor. Efendi, eski borçlar ne olacah, deyi sorunca, ‘Biz kadronun dışına çıktıh, bize bir laf dime gayrıh.’ diye laf ediyor. Biz evveli müşteriye mal virirken gadro ile mi virirdik? Bunun ne içini biliyorduh ne dışını… Bu ganunu goyan efendiler birez de bakkal hakkını gözetmeli değuller miydi? Birah canını bırah!.. Kimseye bir laf denmiyor ki? Biz teslikatzede olduk, deyip lafın içinden çıhıyorlar…”

      Bakkal, böyle söylene söylene gitmekteyken Bedriye Hanım gene bahçe üzerindeki odaya döndü. Duvarın arkasında küfede, o ızdırap tuzağında zavallı Emeti’yi âdeta uzun uzun ağlamakta bulunca sordu:

      “Anacığım ne ağlıyorsun?”

      “Ben ağlamayım da kimler ağlasın kızım?”

      “Duvardan aşıp da seni kurtaralım bari…”

      “Ah, bundan sonra beni kurtarmak kaç para eder? Olan oldu, biten bitti…”

      “Bir tarafın mı incindi, ne oldu?”

      “Ne olacak? Aygır gibi kediler bütün yemeklerimizi yediler, içtiler, çekildiler. Kuyruksuzun ağzı, burnu, bıyıkları bütün sütlaç içindeydi. Bizim soysuz Ceylan da yabancı kedileri dövüp evden kovacağına onlarla birlik oldu, tıka basa karnını doyurdu. Bakınız incir ağacına çıktı, yalanıp duruyor. Damarsız yezit! Göçmenlerin güdük kedisi kendi evlerinde hiç karnını doyurmaz. Konudan komşudan böyle hırsızlıkla, avcılıkla geçinir. Kendi evlerinde ne bulup da yiyecek? Hanımları bulamıyorlar ki ona versinler? Pek avcıdır. Bizim bulaşık çukurunun başında bekler de her gün birkaç tane yakalar. Bizim Ceylan tutmaz, kör olası! Fareler gözünün önünden geçerler, hep yanında piyasa ederler de başını çevirip bakmaz bile. Ama böyle hazır yemek oldu mu lüp lüp yutar. Şu küfeden kurtulunca inşallah bu kediyi bekçinin eline vereyim de imarete attırayım. Bizim kapıyı çalan kimmiş kızım?”

      “Bakkal.”

      “Ha, sabun getirecekti…”

      “Getirmiş. Ben, bizde alakoydum.”

      “İyi ettin. (gene kulağını kapıya vererek) Yavrum, Bedriye, bizim kapı yıkılıyor. Kimdir o acaba böyle terbiyesiz terbiyesiz kapıyı çalan?”

      “Dur, gidip bakayım.”

      “Bizim ev öyledir. Akşamlara kadar hamam gibi işler. Hep gelenler abur cuburdur. Kapı açmaya koşmalı. Sonra da çene yarıştırıp yürek tüketmeli.”

      Bedriye Hanım cumbaya gidip dönerek:

      “Merak etme Emeti Hanım, kapıyı çalan, dilenci.”

      “Hay yetişmesinler, ne de çok! Köklerine kibrit suyu! Yedisinden tut da yetmişine kadar her yaşta, her boyda var. Akşamlara kadar işleri güçleri el âlemin kapılarını aşındırmak. İçlerinde öyle acurları var ki sadaka alamayınca insana sövüp saymaya kadar varıyorlar. (haykırmaya başlayarak) Kızım Bedriye, bana müjde deyiniz, gözün aydın deyiniz…”

      Bedriye Hanım: “Ne oldu Emeti Hanım?”

      Emeti Hanım: “Ne olacak? Sokak kapısı açıldı. Hayriye’m geliyor. Oh, çok şükür, bu cezireden kurtulacağım!”

      Hayriye Hanım, taşlığa kadar geldikten sonra bir yaygara kopararak:

      “Ah dostlar, nedir bu evin hâli? Ne var ne yoksa kediler hepsini silip süpürmüşler. Ağza koyacak çöp bırakmamışlar. Annem nerede acaba? Bir yerde uyuya mı kaldı? Yoksa komşularla çene yarıştırmaya bahçeye mi çıktı?”

      Emeti Hanım, bahçeden, acıklı bir yaygarayla:

      “Yetiş yavrum yetiş! (ağlayarak) Anneciğinin hâlini görme! Dipsiz küfelerin içine düştüm. Tekir balığı gibi sepetlere tutuldum. Çürükler, bereler içinde kaldım! Gel Hayriye’m gel! Vücudum koçan kesildi. Dondum. Anacığını kurtar!”

      Hayriye Hanım, bahçe kapısının önüne gelerek büyük bir hayretle:

      “A, ilahi anne!.. Bozdun mu ayol? Bu gadalık çamaşır gibi kırık küfenin içine neye girdin öyle?”

      “Hah, bak işte, gördün mü? Evlat olacak… Anne bu kazaya nasıl uğradın demiyor da beni buraya kendi keyfimle girmiş sanıyor.”

      “Seni birisi tutup da zorla bu küfeye tıkmadı ya? Elbette kendi kendine girmişsindir.”

      “Aman nasıl girdimse girdim!.. İşte şimdi çıkamıyorum. Beni bir ayak evvel kurtar buradan.”

      Hayriye Hanım, annesini bin yaygara, bin çığlıkla küfenin ağaçları arasından kurtarır. Emeti Hanım, topal topal yürüyerek:

      “Oh, ya Rabbi şükür! Kurtuldum ama bak, şimdi de yanımı belimi alamıyorum. Her tarafım tutulmuş. Evin içinde akşama ağzıma koyacak çöp kalmadı.”

      Hayriye Hanım: “Aman anne, yiyecek içecek neme lazım benim? Birkaç yumurta kırar yeriz. Bedestenlilerin evinde kuyrukluyu pek fena söylüyorlar. Ne yapacağız?”

      Emeti Hanım, komşuya seslenerek:

СКАЧАТЬ