Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?. Mikâil Bayram
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce? - Mikâil Bayram страница 25

Название: Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?

Автор: Mikâil Bayram

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-894-6

isbn:

СКАЧАТЬ Ankara’da Cumhuriyetçi, Kemalist hocalardan ilahiyat okudunuz. Okulda namaz kılma oranı neydi? 1969’un Ankara’sında cuma namazına gidiyor muydunuz? Mesela halkın dindarlığı nasıldı?

      Okulda Tayyip Okiç Bey, Hüseyin Atay, Mehmet Hatipoğlu, Mehmet Maksudoğlu gibi bazı hocalarımız namaz kılardı. Talebeler arasında da sanıyorum namaz kılanlar ekseriyetteydiler. Bir tek liseden gelenler var, onlar da ibadetlerini yapma gayreti içindeydiler. İslamiyet’le hiç sorunları yoktu. Fakat içimizde öyle adamlar vardı ki ilahiyat talebesi olmasına rağmen, hatta onlar mezun da oldular ilahiyatlılık onlara hiç bulaşmadı.

      Ankara İlahiyat denilince Esat Coşan da akla gelir. Esat Coşan’a ait bir hatıranız var mı?

      Esat Coşan bizim değerli hocalarımızdan Necati Lugal’ın asistanıydı. Necati Lugal yaşlı bir adam olduğu için bize hoca olduğu sıralar 86 yaşındaydı.

      Eski Türk edebiyatı hocasıydı değil mi?

      Evet. Şöyle Necati Lugal hocanın tahtaya kalkıp da yazı yazacak takati yoktu. Yanında Esat Coşan da gelirdi. Esat Coşan da onun söylediklerini Osmanlıca olarak tahtaya yazdı. Fakat talebelerle bağlantısı pek olmazdı Coşan Hoca’nın. Ama efendi, kibar bir insandı. Mescitte bir araya gelip namaz kılmadan kılmaya görüşürdük. Esat Coşan Hoca ile böyle bir müşterekliğimiz var. O da Necati Lugal’ın talebesiydi, ben de. Hayatı boyunca da hiç temasımız eksik olmadı. Esat Coşan hocayı ben daha çok fakülteden mezun olduktan sonra tanımaya başladım. Çünkü evvela askerlikte devredaş olduk. Yedek subay olacağımız zaman imtihana beraber girdik. Bana “Hangi sınıfa kaydolsak acaba… Havacı mı olsak tankçı mı, piyade mi olsak?” diye sormuştu. Hatta ben “Herhâlde ben levazım olurum.” dedim. “Ne biliyorsun?” dedi.“Renk körüyüm, renk sınaması da yaparlar. Renk körü olanları levazıma naklederlermiş.” dedim. “Öyleyse ben de levazım olayım.” dedi. “Beni levazım yapmaları için ne yapmam lazım?” diye sordu. “Valla bilmiyorum hocam, renk körlüğün var mı yok mu?” dedim. “Yok” dedi. İmtihana girdik, çıkarken beni hakikaten levazıma verdiler, onu da tankçı yaptılar. Dağıtım sırasında da Patnos’a düştü. Yani birbirimizle irtibatımız mevcuttu.

      Bir yeğenim vardı; o da Patnos’ta er oldu. Yeğenim vesilesiyle kendisinden haber alıyordum. Askerlikten sonra fakültede göreve başladı. O sırada yanına uğrardım. Ben şiir yazan bir adamım. Şiirlerimi götürüp ona verirdim. O şiirlerimi çok beğenirdi. Böyle bir temasımız, görüşmemiz olurdu.

      Fakat esas hocamızla ilgili önemli bir hatıratım var. Necati Lugal Hoca ilk üniversiteye kaydolduğumuz sene 90 kişilik sınıfa Osmanlıca öğretiyor. Öğrencilerin yarısından çoğu liseden gelen, elife mertek diyen çocuklar. Benim gibi dışarıdan okumuş arkadaşlar vardı. Onlarla sınıfta otururken hocanın geldiğini gördüm. Önünü kestim. Hocaya Farsça “Senin derslerinden istifade edemiyoruz.” dedim. Hoca döndü bana “Farsçayı nereden öğrendin?” dedi. “Ben İranlı bir aileden geliyorum” dedim. Bana “Senin gibi başkaları da var mı?” diye sordu. Birçok arkadaşım olduğunu söyledim. “Sen o arkadaşlarına haber ver, defterini çıkart sana adresimi yazdırayım.” dedi. Hemen dosyanın üzerine hocanın evinin adresini yazdım. Hoca pazar günleri evine gelmemizi ve evde ders vereceğini söyledi.

      Ondan sonra biz o arkadaşlarla birlikte pazar günleri buluşup hocanın evine gitmeye başladık. Hocanın evinde bir şezlongu vardı. Şezlongun üstüne yatıp bizim okuduğumuuz metinleri dinliyor ve bize metni şerh ediyordu. Gelen arkadaşlar arasında İsmail Bey diye bir arkadaş, Cemaleddin Kaplan, Orhan Karmış, Lütfü Doğan vardı.

      Adana Müftüsü olan Cemaleddin Kaplan değil mi?

      Evet. Ondan sonra Gümüşhaneli Lütfü Doğan ve Konyalı Ruhi Şar vardı. Biz bunlarla böyle 6-7 kişi pazar günleri buluşup hocanın evine gidiyoruz. Hoca ders verirken çok harika bir metot uyguluyordu. Ders aşağı yukarı iki buçuk saat sürüyordu. Mesela dersin birinde sadece Ömer Hayyam’ı anlatıyordu. Ömer Hayyam’ın hem şairliğini, hem şiir sanatındaki yerini anlatır, hem de şiirlerinin şerhlerini yapardı. Bir dersinde Mevlâna’yı anlatırdı. Bir dersinde Muhammed İkbal’i anlatırdı.

      Hocam, sizin ilahiyat dışında böyle dikkatinizi çeken, saygı duyduğunuz ya da bir şey söylediğinde, bir şey yazdığında, konuştuğunda dikkat kesildiğiniz başka bölümlerden hocalar, profesörler var mıydı? Ya da mesela Site Yurdu ve ilahiyat haricinde hayatınız.

      Talebeler arasında birtakım klikler oluyordu. Bunların içinde Nurcu öğrenciler çoktu. Bizim fakültede Nurcu arkadaşlarımız çoktu. Nurcuların belli yerlerde karargâhları vardı. Haftanın belli günlerinde, ayın belli günlerinde haberleşirdik. O haberleşme üzerine mesela bugün “Zübeyr abinin yanına gideceğiz.” derdik. Said Nursi’nin eski talebelerinden Zübeyr abinin evine giderdik. Bazen gündüzleri de giderdik. Zübeyr abinin hoş bir sohbeti olurdu.

      Birgün öğle saatlerinde Zübeyr abinin evine gitmiştik. Bir genç köşede oturmuş, murakabe hâlinde duruyordu. Onun kim olduğunu merak ettik. Sorup soruşunca Konya’da Sabri Halıcı’nın oğlu olduğunu, pilot olduğunu ve Fevzi Halıcı’nın abisi olduğunu öğrendik.

      Onlar üç kardeşti. Mehdi, Fevzi, Hasan…

      Mehdi pilot olandı. Mehdi’yi de Hasan’ı da tanırım. Fakat Hasan sonradan Süleymancı oldu.

      Risale-i Nurlar Latin Harflerine Nasıl Çevrildi?

      Sabri Halıcı bizim Rıza’nın “Kur’ân-ı Kerim” hocası. Başka kayda değer, fakültede farklı hocalarınız var mıydı?

      Farklı bir hoca işte bu dediğim ilahiyatın dışında bazı hocalarla temaslarımız olurdu. Said Nursi’nin talebelerinden olan Bayram abi vardı. Hacı Bayram’da bir yerde otururdu. Onun evine gider gelirdik, sonra Tahsin Tola Bey vardı, Karahisar milletvekilliği yapmış, Menderes zamanında. Menderes’e ilk defa Risale-i Nur’u götüren adam oymuş.

      Sonra malum, Risale-i Nurları eski yazıyla yazıyorlardı, Said Nursi’nin kâtipleri olan talebeleri vardı, o kâtipler kendi elleriyle yazıyorlardı. Said Nursi’nin kitaplarını yeni harflere dönüştürme işini Celal Emrem diye bir zat yapardı. Hatta Nurcular “Eğer Celal Emrem olmasaydı Risale-i Nurlar basılamazdı.” derler. Mesela “Sözler”i kalın kitap hâlinde “Mektuplar”ı, “Lemalar”ı Osmanlı harflerinden bugünkü harflere dönüştüren, aktaran Celal Emrem Hocadır. Celal Emrem daha sonra Konya Yüksek İslam Enstitüsü’ne Türk edebiyatı hocası olarak tayin edildi. Ankara’da otururdu. Bayram günleri bir iki defa Celal Emrem’in bayramını tebrik etmek için evine gittiğimizi de bilirim.

      Üniversite dışında böyle faaliyetlerimiz olurdu. Tabii bu arada üniversite dışından benim özellikle en yoğun faaliyet alanım Büyük Doğucu olmamdır. Üstat Ankara’ya geldiği zaman çoğunlukla Saadettin Bilgiç’in yanında olurdu. Sadettin Bilgiç ile teşrik-i mesaileri vardı. Üstadın kaldığı otele giderdik. Ankara’da da İpek Palas otelde kalırdı. Ankara’da Büyük Doğunun şubesini açma fikrini İpek Palas’ta ilettik.

      Necip Fazıl’ı Neden Put Gibi Hareketsiz Dinliyorlardı?

      1960’lı yıllardan СКАЧАТЬ