Название: Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?
Автор: Mikâil Bayram
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-605-121-894-6
isbn:
“Kur’ân-ı Kerim bakkal defteri midir ki herkes gelip Kur’ân-ı Kerim’in sayfalarını karıştıracak, Kur’ân-ı Kerim’den bir şey öğrenecek.”
Orhan Karmış, öldüğü güne kadar o anlayışla yaşadı. “Kur’ân-ı Kerim”in tek başına anlaşılamayacağını, geleneksel olarak yapılan tefsirlerin bize yeteceğini, “Kur’ân-ı Kerim” mealinin okunmaması gerektiğini, tefsir okumaya gerek olmadığını, hayatı devam ettirmek için ilmihâlin yeterli olacağını savundu. O, Hüseyin Hilmi Işık ekolünü devam ettirdi. Hüseyin Hilmi Işık ile bir akrabalığı vardı zannedersem.
Bir akrabalıkları var, Ramazan Ayvallı’yla ikisi bacanaktı. Orhan Karmış, Hüseyin Hilmi Işık’a mürit olmuş, Arvasilere bağlanmış. O sene Orhan Karmış Van’a, Arvas’a gitmiş. Arvas da çok sapa bir yerdedir, dağlık bir bölge, oraya gitmiş. Oradan döndükten sonra Van’a, Arvas’a nasıl gittiklerini anlatıyordu. Heyecan içindeydi, oradan dönmüş olmanın heyecanını taşıyordu.
İşte Hüseyin Atay Bey, derslerinde böyle tepkilerle karşılaşırdı. Ama Hüseyin Bey bu tepkilere karşı çok rahat cevap veriyordu. Tepki gösterenlerin üstlerine üstlerine gidiyordu. Onlar Hüseyin Atay’a diş geçiremiyorlardı.
Bu arada çok önemli bir hocamız da Hilmi Ziya Ülken idi. Felsefe derslerine gelirdi. Bizim sınıf Hilmi Ziya Ülken’den en çok yararlanan sınıf oldu. Çünkü bir defa 1. sınıfta Yunan felsefesi okuyorduk. Yunan felsefesini Kâmuran Birand adında bir bayan okutuyordu. Kâmuran Birand o sene vefat etti. Evinde kalp krizi geçirmiş. Hatta ölümünden bir hafta sonra haber alındı. Ölüm haberini alınca bir grup hoca, asistanlar evine gittik. Hakikaten masanın başında, sandalyesi devrilmiş, o da düşmüş. Burnundan da kan akmış. Onu o hâlde gördük.
İşte o hanım vefat edince dersimize Hilmi Ziya Ülken girmeye başladı. Dolayısıyla biz İlk Çağ felsefesini de Hilmi Ziya Ülken’den okuduk. İkinci sene İslam felsefesi derslerini gene Hilmi Ziya Ülken’den okuduk. Üçüncü sınıfta daha çok Batı felsefesini, Batı filozoflarını okutuyordu. Dördüncü sınıfta da sistematik felsefe yapıyordu, dolayısıyla biz bu dört sene içerisinde Hilmi Ziya Ülken’in ciddi talebeleri olduk.
Bizim felsefeci bazı arkadaşlar da Hilmi Ziya Ülken’in talebeleriydi. 3 Kasım 2002’den sonra devlet bakanlığı yapan Mehmet Aydın da bizim sınıf arkadaşımızdı.
Bahriye Üçok, Hilmi Ziya Nasıl Hocalardı?
Âcizane ben de Hilmi Ziya’nın iyi talebelerinden sayılırdım. Hilmi Ziya Ülken’in dikkatini çektiğimi biliyorum. Allah rahmet eylesin kendisinden çok istifade ettik. Bunun dışında böyle çok ahım şahım hocalarımız yoktu. Söz gelimi Bahriye Üçok da bizim hocamız oldu. Sonra Osman Keskioğlu bizim fıkıh derslerimize gelirdi, o da bizim hocamız oldu.
Bediî Ziya Egemen psikoloji derslerine gelirdi. Cavit Sunar Freud’u okuturdu.
1960-61’de Ankara’ya geliyorsunuz. Sizin Ankara’ya geldiğiniz yıl bir darbe oluyor. Şimdi bu darbenin 18 veya 20 yaşında üniversite öğrenimi görmek için Ankara’ya gelmiş bir öğrencideki tesiri önemli. Zihninizde bu darbenin bir tesiri oldu mu? İkincisi de Ankara’da nerede kaldınız?
Biz üniversiteye geldiğimizde 1960 darbesi henüz yapılmıştı. Darbe öncesinde nümayişe katılıp Menderes’in önünü kesen talebeler daha üniversitedeydiler. Onlarla biz aynı yurtta kalıyorduk. Ben yurt durumumu anlatayım.
İlk dönemlerde Kızılay’da Van Talebe Yurdu vardı. Fakat orada çok fazla kalmadım. Site Talebe Yurdu’na sıram gelince çıktım. Bundan sonra üniversite yıllarım hep Site Talebe Yurdunda geçti. Site Talebe Yurdu kalabalıktı. O zaman Ankara’nın en büyük talebe yurduydu. Dediğim gibi 60 darbesinde rol almış olan azılı solcu öğrenciler Site’de kalırlardı. Bu öğrenciler arada bir yurtta da kavga ederlerdi. Birbirlerini itham ederlerdi. İthamlar arasında Halk Partililer’in o talebelere gömlek dağıttıkları onları sokağa göndermişler, bununla dahi kendi kendilerini itham ederlerdi. Sen gömlek aldın ama ben gömlek almadım diye talebeler birbirlerini eleştirirlerdi.
Darbe sürecinin hazırlanmasında rol alan öğrenciler hâlen talebeydiler. Bizim ilahiyat fakültesindeki talebeler üzerinde ağır bir baskı vardı. Suut Kemal Yetkin bizim dekanımızdı. O sene Suut Kemal Yetkin rektör oldu. Suut Kemal Yetkin rektör olduktan sonra Neşet Çağatay da dekan oldu. Neşet Çağatay’ın dekanlığında müthiş bir Kemalizm baskısı oldu. Diyelim ki 10 Kasım geldi, bütün ilahiyatlı öğrenciler mutlaka törene katılacak. Katılmayanlar sıkı bir takibe alınırdı. Ondan sonra ilahiyat talebeleri gidecekler Anıtkabir’e, çelenk koyacaklar, İlahiyat Fakültesinin reklamlarını, panolarını taşıdığı hâlde Anıtkabir’e gidecekler ataya saygıyı arz edecekler. Bizler de doğrusu kaçamak yapardık; bazı arkadaşlar o sele kendilerini kaptırıp giderlerdi.
CHP menşeli olabilir aileleri onların.
Tabii böyle arkadaşlarımız da vardı. Ama buna rağmen fakülte talebelerinin büyük bir kısmı bu tür olaylara onay vermezlerdi. O tip öğrenciler sınıflarda, koridorlarda, yurtlarda biraz da horlanırlardı. Bu eğilimler biraz da hocalardan kaynaklanıyordu. En politik davranan hocalardan birisi Neşet Çağatay’dı. Burada da rektör oldu. O rektör olduğu zaman ben de buradaydım. Beni üniversiteye alan da Neşet Çağatay’dır. Yani bana böyle bir iyiliği de olmuş bir hocaydı ama son derece fanatik bir Halk Partiliydi. Hatta buraya geldiği zaman Selçuk Üniversitesi daha yeni kurulmuştu. İlk mezunlarını ben üniversiteye geldiğim zaman vermeye başladı. Neşet Çağatay buraya rektör olduğu zaman fanatik Halk Partililer buraya hoca olarak tayin edilmiş.
Bilinçliydi belki de.
Evet, bilinçliydi. Hatta kendi aralarında “Konya halkına içki içmeyi öğreteceğiz.” diyorlardı. Konya’yı yobaz olarak görüyorlardı. Böyle bir görevlerinin olduğunu kendileri de söylerlerdi. Tabii bunu açıktan açığa söylemezlerdi.
60’lı Yıllarda CHP’liler Kayrılıyor muydu?
Bunun sebebi sanıyorum Cumhuriyet’in ilk yıllarında Konyalıların Cumhuriyet’i benimsememeleri idi. O zaman Delibaş İsyanı ve Bozkır olaylarından dolayı Konya’nın Türkiye’de ismi çıkmıştı. Bu algı uzun yıllar böyle devam etti.
Evet, onun tesirleri hâlâ var. Fakat buna da şahit oldum. Neşet Çağatay’ın rektör olduğu dönemlerde Halk Partili adamları seçip ihaleleri vermeye çalışıyorlardı. Mesela Mustafa Üstündağ’ın akrabalarını buldular.
Millî Eğitim Bakanı CHP’li.
Mustafa Üstündağ’ın kendisi ölmüştü fakat onun akrabalarını Neşet Çağatay bulmuştu. Neşet Çağatay, Selçuk Üniversitesi’nin kampüsünün yerini belirlerken Üstündağ’ın adamlarıyla temas kurdu. Onlar orayı Neşet Çağatay’a tarif ettiler. Hâlbuki normalde üniversitenin Dutlukır’ın oralara bir yerlere yapılması planlanıyordu. Hatta Akyokuş da düşünülüyordu. Fakat dediğim gibi o adamların etkisiyle bugünkü kampüs yeri belirlenmiş oldu. Hatta Neşet Çağatay’dan СКАЧАТЬ