“Ne o? Beğenemiyor musun?” diye güldü, “Kuruntuyu bırak. Zenginlik bu! Şarap değil yavrum! Eskisi de bir yenisi de!”
…
DAMA TAŞLARI
Deli pazarı ....
Ali Dânâ Efendi, Edirnekapısı semtinde dedesinin dedesinden kalma eski viran evde oturur, kırk yılda bir dışarı çıkardı. Son zamanlarda birtakım genç âlimlerin binbir rica, yüz bir teşekkürle gezip yıkık sakatlarının, eğrilmiş camsız pencerelerinin, düşük kapılarının resimlerini aldıkları bu harabe iki yüz yaşını çoktan doldurmuştu. Beş dönüme yakın bahçesi kable’t-tarih bir ormanı andırırdı. Büyük çitlembik, çınar ağaçlarının altında isimlerini kimsenin bilmediği irili ufaklı yüzlerce ağaçlar, otlar, baldıranlar, deve dikenleri, yılanyastıkları arapsaçı gibi yer yer karışmıştı. Ağustos böceklerinin ninnileri, dızdızların ahenkleri sanki bu karanlık gölgelerde saklı haşeratı uyuturdu. Çitlembik çalmak için, yüksek duvarlardan aşarak bu bahçeye bir defacık girme kabadayılığını gösterebilen küçük külhanbeyler; bir daha buna cesaret edemezler, benizleri sarararak “sık ağaçların içinde, karanlık kovuklarda ayılar, kurtlar, kaplanlar, hatta devler” gördüklerini yeminlerle anlatırlardı. Baykuşlar o kadar çoktu ki kahkahaları gündüz bile işitilirdi. Dânâ Efendi bu evin, ceddi Mahmut Ağa tarafından yapıldığını bilirdi. Bu Mahmut Ağa, Kara Mustafa Paşa’nın kethüdalarından biriydi. Evi gezmeye gelen meraklıların önlerine çok eski bakır kaplar, kazanlar, cezveler, sahanlar yığar; bunların kenarlarındaki “kargacık burgacık” stilinde okunmaz bir mührü göstererek “Bakınız, mimi görüyorsunuz ya? Kefin ucunda da kaf var. Tı, fe… rı silinmiş, eskiden şına nokta koymazlarmış. Dikkat ediniz. Okuyamıyor musunuz? Efendim, gayet açık: ‘Veziriazam Kara Mustafa Paşa kethüdası Mahmut Ağa!’ ” derdi. Hâlbuki Dânâ Efendi’nin içinde su gibi bir satır yazı okuduğu bu mühürcüğün nısf-ı kutru ancak yarım santimetreydi. Gören genç âlimler bu mührü “hat sanat-ı nefisimiz”in tespih böceği büyüklüğünde emsalsiz bir abidesi telakki ederlerdi. Eski ev, eski eşya, eski kitap, eski esvap, eski kundura, eski halı, eski şarap meraklısı olan Dânâ Efendi evinin kırılan çerçevelerini tamir ettirmez, eski çamaşırlarını değiştirmez, eski dostlarından vazgeçmezdi. Tam evvel zamankârî bir rint hayatı sürüyordu.
Eski bir merakı da dama oyunu idi. Kışın çini ocaklı odasında, yazın bahçesindeki yıkık, suyu yosunlu eski havuzun kenarına serdiği hasırın üstünde eski dostlarından biriyle dama oynamak yegâne zevki, yegâne eğlencesiydi.
Yine bir gün, bu eski hasırın üstünde uzanmış, çubuğunu çekiyordu. Evin camları kırık tepe pencerelerinden girip çıkan serçelere gözleri dalmıştı. Hızlı bir rüzgâr esti. Geniş saçaktan bir tahta parçası koptu. Yere düştü. Dânâ Efendi sevgili evinin bu kışı nasıl geçireceğini acı acı düşündü. Her şey gibi içinde doğup büyüdüğü, içinde evlendiği; dedesinin, babasının, annesinin, kardeşlerinin, birbiri arkasına aldığı karılarının, çocuklarının, kızlarının ölülerini içinde kefenlediği bu uğurlu ev de yıkılacaktı… Dünyada zaten ne bakiydi? Hiç, hiç… Evet hiç! Gözlerini saçaktan ayırdı. Havuza dikti. Orada gayet iri, kart bir kurbağanın kendisine baktığını gördü. Dikkat etti.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.