Название: Türk Tarihi
Автор: Necib Âsım Yazıksız
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-99843-2-2
isbn:
Hem duruş fırsatıda misâl-i cibal
(Hem duruş fırsatında dağ gibi)
Hem yürüş aceletide çerh-misal
(Hem yürüyüş acelesinde çark gibi)
Olan bu kavimler yine burada idi ki Beş Şehir halkı Altı Balık ahalisi yani Kıpçaklar Uygurlarla, Karluklar Kalaç ve Kanglılarla yol kesmek için çekişirlerdi. İşte burası yiğitler için harap bir yer, harap bir imtihan meydanı idi ki hâlâ Kaşgar lisanında şu:
Türkistan’da eksik olmaz kahraman
Her kulaç yerinde yatar bir arslan
Mealindeki nağmelerle o hatıra baki kalmıştır. Pe-Lu (Kuzey yolu, Demir Kazık Yolu) ile Beş Şehir ele geçtikten sonra Çitler ve Türkistan’ın da ele geçeceği tabiidir. Nan-Lu yani güney yolu böyle değildi, burası daha ziyade sükûnetli bir memleket idi, yüksek dağlar Tarım ovalarını, Siriderya’nın yüksek vadisinde bulunan çukur ve bataklık yerlere hâkim olan ormanlı etekleriyle ayırıyorlardı. Güney yolundan İran’ın Fergana bölgesine geçmek için Muztag-Buzdağı, Terk-i Divân’ı74 aşmak ve öte yanda da tahammülü mümkün olmayan Balkanlar, sık ormanlar, uçsuz bucaksız bataklıklardan geçmek lazım idi. Kılıç ekmeği kazanmak için bu yolu tutanların hayvanları ve kendileri ulaşmadan önce buralarda helak olurlardı. İşte bundan dolayı o güzelim tarih memleketinde kalmak, ekin ekmek ve hendekler açmak, kasabalar oluşturmak akla ve menfaate daha uygun gelirdi. Bu memleket birleşmek ve şehirleşmek için münasip idi. İşte buna binaen bozkır halkı burada toplanır, bir heyet oluşturur, Uygur olurlar idi. Güney ve doğudan gelen Buda mezhebi işte buradaki Hami (Kumul), Turfan, Hoten şehirlerine girdi. İşte burada önce dışarıdan gelen Zerdüşt, sonra Hristiyanlık ve İslâmîyet’e karşı duruldu. Yine burada Kaşgar şehrinde 461 yılına doğru -elimize geçen- Türk kitaplarının eskisi olan “Kutadgu Bilig” (İlm-i Siyaset) kitabı yazıldı.
Çinliler hicretten bir asır önce Türk ve Uygurların ataları ile münasebette bulunmuş ve kuzey ve güney yollarından işleyip hatta Çit (set) haricine bile çıkmışlardı. Bu ahaliye verdikleri eski isim “Hiung-Nu” idi. Bu kelime ne millî ne de ırkî bir şeye delalet etmediği gibi Türkçe ve Moğolcadan da alınma bir kelime olmayıp Çincedir. Yunanlılar Tuna’nın kuzeybatısında bulunan kavimlere Kelt ve kuzeydoğusundakilere İskit genel adını verdikleri Araplar da kendileri dışındakilere Acem dedikleri gibi Çinliler de Hiung-Nu-Hun derlerdi. Hicretten 863 ve milattan 214 yıl önce bunların hücumunu engellemek için yapılan meşhur Çin Seddi o zamanda Hunların kuzey sınırını tamamen kaplar.
Çin Seddi Huangho Sarı Irmak Nehri’nin kuzeye yönelmek üzere oluşturduğu büyük kısmının kuzey bölümü üzerinde güneyden itibaren iki sülüsi kadar öteye geçtiği gibi batı kolu üzerinde de bir sülüsi geçmektedir. Bundan dolayı şimdi Ordu Moğollarının bulunmakta oldukları dağ ve düzlükler set haricinde bırakılmış olarak nehrin dirseği ile set arasındaki araziyi de Hiung-Nu’nun dirseğini kesen seddin güneyinde Shen-si eyaleti bulunur. Set ile örtülü olan Shen-si ve nehir arasındaki memleket dahi İli, Pe-Lu ve Türkistan gibi bir çit huduttur. Daha doğuda set, Pi-Hu, Sir, Amuderya ve deniz arasındaki gedikte bir üçüncü çittir. Çinliler bu üç çite göre Hiung-Nular kendi aralarında üçe ayrıldıklarını beyan ederler ki onlar da: Pe-Lu’da, cephesi güneye dönük olan “sağ kol” Hiung-Nu dirseğinde “merkez”, Pi-Hu gediğinin önünde bulunup Liao75 adını muhafaza eden yerdeki “sol kol”dur. Liao Mançuları hâlâ Hiung-Nular zamanındaki isimlerini koruyarak kendi kendilerine Solungu yani “soldakiler, solunki”
adını veriyorlar. Yine bunun gibi zamanımız Kırgızları, Uluyuz, Kiçiyüz diye ayrılıyorlar. Hatta Kafkasya’yı yönetimi altına alan Rus orduları da sağ cenah, merkez, sol cenah tabirlerinden başka, araziye isimler tayin etmemiştiler.
Vaktiyle Hunların yani Attila beraberinde Avrupa’ya gelen kavimlerin kökeni arandığı sırada Çinlilerin Hiung-Nu dedikleri kabilelerden olup olmadıklarını ispat için bir hayli emek çekilmiştir. Bu çekişme boşuna idi. Hicretten iki asır öncesine ve daha ileriye kadar kökenini takip edebileceğimiz bir kavmi, yani Türkleri esas sayarak ele alırsak Türklerin Hiung-Nu ve daha evvelleri İskitler olduklarını şüphe etmeksizin iddia edebiliriz. Fakat bütün İskit, Hiung-Nuların Türk olduğunu tasdik edemeyeceğiz. Çinlilerin, hicretin beş asır öncesine kadar Hiung-Nulara verdikleri genel manayı vererek Türkler, Moğollar ve Mançular gibi Hunların da Hiung-Nu olduğunu buluruz. Ak Hunlar, Eftalit yahut Toer Khou adı altında Kıpçaklar ile Finlandiya Ugorlarını karıştırırlardı. Konstantin Porfirogenet, Macarları daima Türk diye yâd eder.
İşte buna dayanarak Türklerin asıllarını anlamak için Hiung-Nulara kadar dikkatleri yöneltmelidir. Yine bu sebebe dayanarak Hiung-Nuların rivayet, âdet ve dinlerini anlamak için de vaktiyle kanları, lisanları karışarak birleşmiş ve milâdî V. asırdan itibaren daha iyi tanınmaya başlamış olan Türklere müracaat lazımdır. Bu kabilelerden ekserisi bugün bazılarının kara ve deniz avlarıyla ilkel bir şekilde vakit geçirdikleri gibi, o zamanlar da hayvan beslemekle geçinir göçebeler idi.
Bütün göçebelerin çölde meskûn oldukları hakkındaki rivayete inanmak lazım gelmediği gibi hepsinin de çobanlık âleminde bulundukları kabul edilemez. Başka yerde oturmak mümkün olduğu zaman, çölde, sahrada iskân olunmaz, otlakları, gölgeli vadileri, kuşların cıvıltılarıyla iç ferahlatan, avlanmaya müsait çayır ve ormanları, ziraata elverişli arazileri, meskûn ve mamur şehirleri kendilerinden daha kuvvetli bir komşunun alması, bunların çoban olmalarına ve çölü mesken tutmalarına sebep olunca büyük bir acz ve yüreklerinde intikam sevdası olduğu hâlde verimsiz, ıssız, donuk boş arazilere çıkar giderlerdi. Türklerin eski rivayet ve hikâyeleri şaşılacak ve güzelleşecek şekilde yenilenerek eski hâlleri ve o hicret hatıralarını zamanımıza kadar muhafaza etmiştir. Hatta bu hikâye içinde muhacir kabile ve kavimlerin isimleri bile bulunur. Mesela Kırgız Kazak ismi biri “seyyar” diğeri “cemaat ve sürüsünden ayrılmış” olarak iki kelimeden oluşmuştur. Sürüden ayrılan hayvanlara “Kırgız” ve kabileden çıkan insanlara “Kazak” denir. Kırgızlar işte bu sebeple “Kırgız Kazak” ismini almışlardır. Uluyüz (Büyük Cüz), Ortayüz (Orta Cüz) Kiçiyüz’ü (Küçük Cüz) teşkil eden oymaklar Kıpçak, Kanglı, Uygur, Karaite (Karay) gibi kollarına zarar geldikçe yıkıntılarıyla yerlerini dolduran büyük kavimlerin, hâlâ bugün isim ve ongun yani armalarını taşıyorlar.76 İşte Kanglı ulusunun Kayı oymağı, Moğolların şiddetli taarruzlarından dolayı ayrılarak batıya gelip Osmanlı Devleti’ni kurmuştur.77
Ufak Türk oymaklarının bitmek tükenmek bilmeyen çekişmeleri sebebiyle otlak ve yaylaklarında hayvan beslemek ve genellikle ekip biçmek ile uğraşanların yerlerini Kazaklara kaptırıp kendilerinin mahsulsüz çöl ve Kıpçaklara düşmeleri ve sonra kuvvet birliği ile eski yerlerine geçmeleri yani şu iki hâlden birisine naklolunmaları sık sık görülmüştür. İşte bu hâl, yani sık mekân değişikliği durumu, bunları mekânsız bırakmıştır. Bazen silahlı kuvvetler içine atılmaları ve СКАЧАТЬ
74
“Terk ve terik” kavak ağacı demektir. Terk-i Divan, Kavak Geçidi anlamına gelir.
75
Liao Çincede uzak demek olup (Liao-tug) doğunun sonu, (Liao-si) batının sonu anlamına gelir.
76
Hicrî 1. asra ait olan “Koşo Çaydam=Kocho Tsidam” kitabesinde adı geçen birçok Kırgız oymaklarından “Şah Kırgız, Batumi, Ugrı” diye vasıflanmışlardır. İşbara Kırgızlar hırsız Batımi oymağından”
77
Kayı oymağı Oğuz yani safi Türklerin en ileri gelenlerindendir. (Lehçe-i Osmani Türk kelimesi) Kanglılar, Dokuz Oğuz boylarındandır.