Türk Tarihi. Necib Âsım Yazıksız
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türk Tarihi - Necib Âsım Yazıksız страница 11

Название: Türk Tarihi

Автор: Necib Âsım Yazıksız

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-99843-2-2

isbn:

СКАЧАТЬ uğrusuz bolmas- Tav börüsüz bolmas 44

      Sart denilen halk ise kemal-i ızdırab ile bulunduğu yerde kalarak balçık yoğurur. Topraktan hâsıl olan sarı tozlar içinde yine bu renkte sürülerle âhûlar, yarı at ve yarı eşeğe benzer kulan denilen yaban atları gezerler. Kamışlık ve saksaulluk yerlerde sarı donlu ve üstleri boz pençeli parslar, vadi ve göl kenarlarında “maral” dedikleri büyük geyikler gezdiği gibi “yak” denilen yabani deve, soğuk Tibet yaylasında “argali” denilen ve bir alay burma burma boynuzları bulunan koyunlar da Pamir bölgesinde bulunan cılız yaylaklara kadar tırmanırlar.

      Fırından farkı olmayan böyle bir yerde bitki örtüsü Alaşan kumlarına kadar dayanır. Ağustos ve eylülde Zülhayr kemale erer. “Zülhayr” denilen nebat altmış santimetreden bir metreye kadar uzar. Devingen kumlarda, çırılçıplak kumsal yerler kenarında yetişir. Ufak tohumları leziz ve gıdalıdır. Moğollar bu taneleri toplarlar ve kumlu yerlerde tümselip çıkan takırlar üzerinde dökerler. Harsız ateşte kavurup kabuğunu soyduktan sonra hâsıl ettikleri otunu çaya katarlar. İşte hareketli mevsimin son mahsulü budur. Bu çetin arazinin bazı yerlerinde su arayanlar yer altı sularını keşfederler.

      “Şanda” denilen, toprağı çukur ve nemli yerlerde “sayır” denilen dağ kovuklarında iki adım derinliğinde su çıkar. Otları ziyadesiyle sık ve bu sebeple çok bitişik olan Bouridou dedikleri mahallerin suları umumiyetle kötüdür. Kouibeur olarak adlandırılan yerlerde su pek ince bir tabaka toprak altında bulunduğundan “kulan” denilen yabani katırlar tırnaklarıyla eşeleyerek su fışkırtıp içerler. 45

      Bütün etrafta kuru toprak güneşin tesiri altında titremekte ve hayat ise tesirini göstermekten hâli kalmaktadır.

      Taşlar arasında beş adet taç yapraklı yapracıklar, ak ve sarı renkli ufak çiçekler görülür. Etraftaki arazi çakıl taşı ile karışık kumluktur. Kumluk içinde çok miktarda altın varakların parladığı gibi beş altı fastalı evren pulu (mika-talk) parçaları bulunur. Bunlar pek hafif olduklarından rüzgârın tesiriyle havada uçarlar. Buralarda bulunan granit ve kuvars yığınları içinde de o taşlardan uçar. 46

      Biraz daha ötede sert toprak canlanarak bitkilerde bolluk görülür.

      “Dargana” denilen huşbih bitkisi gürgengillerdendir, kısa boylu olur ve eğri çıkar. Filizleri hemen yeri kaplar, bodur ağaç denebilecek bu fidan, çıktığı toprak ne kadar sert olursa o kadar yaprağı geniş, kendisi yeşil ve kuvvetli olur. Dağların kayalık yamaçlarında bunlar âdeta bir orman hâlini alarak güzel bir yeşillik hâsıl ederler, çok geniş ve düz yerlerde ise renksiz olur ve piç kalır… Bu “dargana” denilen bitki top hâlinde çıkar ve bir demet şeklini alır. Tohumları sararıp solan dallarının üstündeki dalcıklar üzerinde bulunur, çiçekleri sarı olur, bunlar alçak ve tozlak yerlerde yetişir. Dalları eğilip bükülen fakat kırılmayan deresuya gelince; bunlar kum yığınlarını örter. Moğollar burada mütemadiyen rüzgâr estiğini ve ancak geceleri havanın sakinleştiğini beyan ederler, işte bundan dolayı baharın yağmur bulutlarını rüzgârlar götürerek bir damlasını yere düşürmezler… Fakat bir kere yağmur düştüğü gibi ortalık yeşillik kesilir. Görünüşte verimsiz zannedilen bu kır pek ziyade bitki yetişmesine müsaittir. Buna karşılık bu çölleri ihya eden de rüzgârlardır. Gece mehtapla aydınlattığı zaman o çöller renksiz görünerek ebedî sükûnete mahkûm zannolunur.47 Geceleri don olur. Ve hatta gündüzleri bile hava durumunda görülen değişiklik pek dehşetlidir. Alaşan’da Mösyö Prjevalsky martın on üçüncü günü öğleden bir saat sonra sıcaklık derecesinin sıfırdan yirmi iki derece yukarı olduğunu ve ertesi gün yine o saatte sıfırdan eksi beş dereceye indiğini görmüştür. Martın otuz birinde kır, otuz altı santimetre kalınlığında karla örtülmüş ve hararet derecesi sıfırdan eksi on altıya inmiş idi. Mayısta güneş çıkarken kırk iki ve gündüzün gölgede kırk derece görülüyordu. Hatta güneydoğu Moğolistan’da takriben İstanbul iklimine eşit sıcaklıkta yani kırk iki derece civarında bin sekiz yüz yetmiş bir senesi yirmi Kasım’ında sıcaklık derecesi otuz iki buçuk olduğu hâlde kuzeydoğu Cungarya Pe-Lu48 hararet derecesinin cıvanın donma noktasından bile aşağı düştüğü görülür. Diğer taraftan yine bu yerlerde yazın hararet aşağı yukarı sıcak ülkelerdeki derecede olup gölgede otuz altı ve otuz yedi dereceyi bulur. Bu mevsimde kıpçağın kupkuru kalan toprağı ısınarak elli ve hatta altmış derece bir sıcaklık hâsıl olduğu gibi kışın da yirmi altı dereceye iner.

      Batı havzasındaki çukurlarda yazın dehşeti bundan az değildir. Hive, Buhara, Taşkent’in sıcağı Fergana, Semerkant veya Şehr-i Sebz’den ziyadedir. Hive’de mayıs yaz başlangıcı sayılarak şöyle bir tecrübe icra olunur: Güneşe bakan bir toprağa konulan tavuk yumurtaları bir günde üç kere pişerse yazın iyi ve verimli olacağına delil kabul edilir. Daha doğuda, yaz ve güzün Türklerin germsal49 ve Acemlerin “tebbâd” dedikleri korkunç rüzgârlar eser.

      Batı ve kuzeybatıdan gelen rüzgâr cereyanı Türkmânî denilen yanık çöller üzerinden geçerken kendisini Hocend geçidinden Fergana’ya yol veren dağlar üstüne çarpar. Mösyö Kapu-Capu, germsal estiği zaman bin yedi yüz yetmiş bir senesi Mayıs’ın yirmi yedinci günü öğleden bir saat sonra Kıtlık-Faim Kıpçağı’nda sıcaklık derecesinin kırk biri bulduğunu görmüştür. O zaman güneş ince ve sıcak bir toz ile kaplanmış hava tahammül olunamayacak dereceye gelerek ağırlaşmış, manzara harap bir görünüm almış, her yer buz ve toza boğularak ufukta güneşin yerini bile tayin etmek güçleşmiştir. Şurası gariptir ki bu rüzgârın ardından ortalık oldukça serinlemektedir. Bin sekiz yüz yetmiş iki senesi Ekim ortasına doğru Taşkent, Penckent civarına germsal yılını takiben bol kar yağmıştır.

      Güzün ve sonra kışın Tanrı Dağları fırtınaları toplayıp bunları kuzeydoğu borası ile beraber Nan-Lu Körfezi, Tarım Vadisi üzerine, sonra kuzeydoğu rüzgârıyla karıştırarak hafif rüzgârlı havayı gayet ince kumlarla doldurarak ve alçak yere barganları sürerek Gobi doğu havzası üstüne sevk eder. Derken Orta Asya’nın dehşetli kışı gelir, engin yerlerde, vadilerde, dağ yamaçlarında ta Hind hududuna Hindikûh yamaçlarına kadar kasvetli, bol kar yığınları dolar. Bâbür Şah kitabında kışın Herat’tan Kâbil’e kadar zorlu yolculuğunu şöyle nakleder: Kar o kadar çok yağdı ki üzengilerin boyunu aştı. Ekseriya atların ayağı yere basmazdı, yine de kar yağardı. Bir hafta kar üstünde yürüdük. Her adımda bele ve hatta göğse kadar kara gömülüyorduk. On beş yirmi kişi ayaklarıyla karı çiğnedikleri zaman izlerinden süvarisiz olarak giden at üzengisine ve hatta eyerin arka kaşına kadar kara gömülür ve böylece on on beş adım giderek kuvveti kesilirdi.50 Şiddetli bir don, Tanrı Dağı’nın kuzeyinde ve bir derin, kuytu yerinde bulunup Türklerin Issık Göl, Moğolların Demir Göl manasında Timur Tunuur dedikleri acayip bir gölden başka bütün gölleri, nehir ve ırmakları dondurur. Ova ve yaylalarda ince kar taneleri tutmaz, şiddetli rüzgârlar bunları süpürüp toplayarak insan, hayvan, tepe, devrilmiş ağaç gövdeleri gibi engelleri, o iğne gibi donmuş kar billurlarıyla iğneleyerek derhâl kapatıverirler.

      Karkovan genel adlandırması uygun olan bu rüzgârın fenalığını anlatmak için oralarda bulunup СКАЧАТЬ



<p>44</p>

(bolmas) bizim lehçede (olmaz), (börü) (kurt) demektir. Osmanlıcada bu darb-ı meselin mukabili: “dağ başından duman, insan başından yaman eksik olmaz”dır.

<p>45</p>

Palladius’tan menkuldür.

<p>46</p>

Palladius’tan menkuldür.

<p>47</p>

Palladius’tan menkuldür.

<p>48</p>

Kuzey İpek Yolu.

<p>49</p>

Germ-sal terkibindeki germ kelimesi Farsçanın sıcak manasına gelen bir sıfatı ve sal lafzı da eski Türkçede yel-rüzgâr manasında olan bir isimden oluşmuştur.

<p>50</p>

Babürnâme, s. 344-345.