Türk Tarihi. Necib Âsım Yazıksız
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türk Tarihi - Necib Âsım Yazıksız страница 10

Название: Türk Tarihi

Автор: Necib Âsım Yazıksız

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-99843-2-2

isbn:

СКАЧАТЬ arasında pek çok yerlerde, karların erimesinden hâsıl olan sularla dolan kuyular bulunuyordu. Bununla beraber geniş yeşillikler, meralar vardı… Vadinin aşağı tarafları hemen göz alabildiğine bataklıklar, göller, kamışlıklar, çalılıklar ve geniş turangalıklarla (tarafatamarix- ılgın) örtülü idi. 35 Üç yüz otuz üç senesi Buhara ahvalini yazan Türk tarihçi Ebubekir Muhammed Bin Caferü’n Nerşahî vaktiyle bütün Maveraünnehir ikliminin Seyhun Nehri’nin yüksek vadilerine benzediğini rivayet ediyor ve diyor ki: Vaktiyle Buhara, bataklık ve sazlıklı kamış ve ormancıklarla örtülü çukur bir yerdi. Şimdi Semerkant’ın bulunduğu doğu tarafı dağlarının karları eriyerek her yıl ırmak ve dereleri şişirir ve sularını düz yerlere taşırır ve buraları ne ekinci ve ne de bakıcı ve avcıların işine yaramaz bir hâle düşürür idi. İşte bundan dolayı Türkistan içerilerinden birtakım kimse av arkasında geldiler.36 Sonra birleşerek araziyi ektiler ve Tarkamurd, Pervane, Ezvana ve Nur kasabalarını tesis ettiler.37

      Güneyde ve Hind Dağları’nın diğer tarafında, arazi kuvvet kazanır.

      Muazzam Moğol Devleti’nin kurucusu olan zat Sultan Babür, Maveraünnehir ile Hindistan arasında bulunan dağların arka yönünü, yani güney yüzünü kendine mahsus bir surette şöyle tasvir ediyor: Çamlarla örtülü, pınarları bol, yumuşak toprakla örtülü tepeciklerle çevrilidir. Bitkiler, dağlar, dereler tekdüze ve ruh okşayıcıdır. Biraz daha aşağıda da serviler, meşeler, zeytinler, sakızlar… Sert kayalar üzerinde birbirini müteakip uzayıp giden bir hat oluşturan dağcağızlar… Batıda bir demet otsuz dağ başları ve sırtları… Üzerlerinde at koşturulabilir düz dağ tepeleri… Derin, dikine meyilli, geçilmez derelerde akan sular, her yerde dağ tepeleri en güç geçilen yerler olduğu hâlde, burada yamaçlar eteğe yaklaştıkça sarplaşmakta ve etekler ise büsbütün sarp bir hâlde bulunmaktadır… Afganistan’da tepeler az yüksek, toprak kil, sular nadir, bitkiler yok, manzara kederli ve vahşi memleket ahalisine benzer.38 diyor. Burada Belucistan’ın boş fundalıkları ve çakıllı dereleri, güneyde ise İran’ınkiler sıralanır.

      Tanrı Dağı’nın kuzey, Himalaya’nın güney vadilerinin yanları çam, söğüt, kavak ve kayın ağaçlarıyla örtülüdür. Çayır ve boş arazilerini gölgeleyen gölgelikli dağları, Ora ahalisi:

      Bauru Ala Tau deyenin kılman terk

      Ala Tağ yamacında söğüt ve kavaklar 39

      diye şarkılarla överler.

      İçlerinde bozkırlar yahut saksaulluk, yahut göz alabildiğine çayırlık, içinde takır, barkanlar, bol bol taşlıklar vardır. Bozkırlardaki toprağa hayat veren sulak yerlerde, nehir kıyılarında sarımtırak yerler, otlar ve ormanlarla ferahlık bulur. İli’nin Türk “tarancı”ları köylerinin letafetini güzel şarkılarla ilan ederler:

      Şu zengin Altaylarda

      Erik, elma olur dağda,

      Elma, erik olur bağda

      Hoş kalınız dağlar, kırlar

      Kandilimiz sönmez yanar

      Evim, yurdum hoş kalınız 40

      Altay’ın doğusunda bulunup doğu havzasından verimsiz bir zemin ile ayrılan Khingan Dağlarının etekleri de kavak, çam, ak ve kara kayın, söğüt, iri ögüz, bodur meşe, ıhlamur, ardıç gibi bitkilerle örtülü olup bunlar Moğolistan’ın bozkır, kıpçak, çayır, çakıl ve kumluklarını Çin’in ekili arazisinden tefrik ederler.

      Gobi’nin batısında, yeşillikli kıpçağın orta yerinde yani Baykal Gölü ile Kentei arasında ormanlarla bezenmiş, Selenga, Orhun, Tula gibi büyük ırmaklar kıyısında Eski Türk ve Moğolların mukaddes bildikleri arazi bulunuyor. Çin’den Sibirya’ya giderken buradan geçen Rahip Palladius, burada şahit olduklarını şöyle tarif ediyor:

      Kuzey doğuya yönelen yol Çin’den gelen Buğu Uula Dağı’nın batıya doğru uzanan kolu ile kapanıverir. Binaenaleyh yol burada dağın alçaldığı yere kadar kuzeybatıya döner. Bu geçidi geçtiğimiz gibi ovaya indik… Ufuk uzaktan dağlarla çevrilmiştir. Batıda bulunan bir tepe bizi Urga Vadisi’nden ayırır. Kuzeyde, yüksek dağlar eteğinde, doğudan batıya doğru Tula Nehri boyunca uzanan ve onunla beraber, kuzeybatıda, kenarları sarp dar bir geçitte kaybolan sık bir karaağaç ormanı görüyoruz.

      …Urga vadisini bizden saklayan alçak tepenin zirvesine ulaşıyoruz. İşte o zaman bu vadi önümüzde belirerek doğudan kuzeydoğuya uzanmış sarı bir yer görüyoruz ki burası Kouren’dir. Güneydoğuya doğru yolumuzu takip ettiğimiz sırada tepeleri sık çam ormanlığı olan yüksek bir sıradağ boyunca gidiyoruz… Sağımızda Buğu Uula’nın 41 bir aşaması uzayıp gidiyor. Tula buna pek yaklaşır, bunun kıyıları ve dağın eteği yeşil bir ormanla örtülüdür. Dağlar dikine yükselmekte tepeleri bütün silsilede olduğu gibi sıkı çamlarla örtülü olarak suya aksetmektedir.

      Gobi’nin bu apaçık görünen dağlarının Kentei güneyinde ayrılan mukaddes Kerulen Suyu, Tarhan ve Kentei nehirleriyle Urga’nın üstünde bulunan Han Uula Kut Dağı arasında akar. Kerulen suları Moğollar nazarında mukaddes gibi tanıtılmaktadır. Hatta buna seçkinler şifalı gözüyle bakmakta ve pek uzak yerlerden çimmek için gelinmekte olduğunu seyyah Palladius rivayet ediyor.

      Kerulen’in yukarı kesimleri sahili sağında, Tarhan kutsal dağı semaya doğru yükselir. Önce adı geçen silsilenin zirvesi üzerinde, bazı yerleri kara yahut demir pası gibi sarı bir yosunla kaplı ve tamamı kırmızımtırak bir renk alan taş yığınları vardır. Düz, yeşillikli ve yalnız bir tarafa meyyal bir ova üzerinde bulunan bu taş yığınları tek veya dikine olduğu hâlde ovanın etrafını çevirmişlerdir. Bu tabii kaleler arasında, bir tür çatlak tarzında bulunan bir geçitte rüzgâr sıkışarak geçer ve uzaktan gelen gök gürlemesi gibi bir ses peyda eder. Ova üstünde demirci örsü şeklinde birçok kaya parçaları görülür. İşte bu dağın “Cengiz Han Demir Ocağı” namını almasına sebep şüphesiz bu hâldir. Bununla birlikte vaktiyle burada demir madeni işlendiğini reddedecek bir belge de yoktur… Tarhan üzerinde Moğollar dağ perilerinden korkarlar… Bu periler için Obu’ya götürülen kurbanları bize gösterdiler… Son kayanın tepesi üzerinde iki adet Çaça temsilî tasviri telakki edilen küçük koniler vardır.

      Daha kuzeyde, Büyük Okyanus ve Kuzey Buz Denizi’nin yağmur ve rüzgârına maruz kalan arka kısmında Lena; Yeni Çay (Yenisey) ve Obi nehirleri boyunca çayırlar, büyük ormanlar, sonra karlı çukurlar uzayıp giderek ıssız ve âdeta Ölü Deniz söylemine uygun kutup denizlerine ulaşırlar. Bahar olunca buralarda göz alabildiğine çayırlar, meralar uzanır gider. Bu mevsim leylâkıyye ve bakliyye dönemi olup Türk ve Moğolların pek sevdikleri değişik renkli laleler açar. İşte bu sebebe dayanarak herkes:

      Geldi Nevruz! Cümle âlem gülistandır şu gün 42 diye mutluluklarını ifade ederler. Sevinçten ferahlayan Ora halkı, mutluluğunu ilan için ölenk yani çiçekli çemen kelimesini kullanırlar. Türk delikanlılarıyla arkadaşları gelinin etrafını alarak:

      Hay СКАЧАТЬ



<p>35</p>

Sayılan bitkilere hâlâ ismi “kendbadem” adıyla kasabaya âlem olup kalmış olan badem ağaçlarını ve Bâbür’ün eserinde saydığı birçok bitkiyi, mesela kırmızı kabuklu “ayık otu-ayu otu”, “tabolga”yı “terek” yani (kavak) ağacını ilave etmelidir.

<p>36</p>

Hicrî 6. Yüzyılda Kara Göl’de kuğu kuşları avlanıyordu.

<p>37</p>

Nerşahî burayı Ebu’l Hasan Bin Muhammed Nişâburî’den iktibas etmiştir.

<p>38</p>

Babürnâme, s.173 ve devamı…

<p>39</p>

Radloff, C. 3, s. 82.

<p>40</p>

Bu buralı bir Türk şarkısı tercümesidir ki Çin’de söylenmesi yasaktır. Radloff, C. 6, s. 202.

<p>41</p>

Uula, Moğolcada dağ demek olduğundan (Han Dağı) demektir. Buraya Türkler “Kut Dağı” derler ki buradaki (Kut) kelimesi (iktidar) manasına geldiğinden iki isim birbirinin tercümesi demek oluyor.

<p>42</p>

Vambery: Türkmen Şarkısı.