İçimizdeki Şeytan. Сабахаттин Али
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İçimizdeki Şeytan - Сабахаттин Али страница 9

Название: İçimizdeki Şeytan

Автор: Сабахаттин Али

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-935-6

isbn:

СКАЧАТЬ verip aldı; yazanların ismine bir göz attıktan sonra kıvırıp cebine koydu.

      Nihat hep dalgındı. Bir öğle yemeğine yetecek kadar paraları olmadığı hâlde Ömer’in bir mecmuaya 15 kuruş verdiğini bile fark etmedi. Öğleden evvel çok tenha olan caddede hiçbir tanıdığa rastlamadılar. Beyazıt’a gelince caminin yanındaki kahvelerden birinde oturdular. Burada da kimseler yoktu. Uzaktaki köşelerden birinde iki tane zavallı fen fakültesi talebesi harıl harıl ders ezberlemekle meşguldüler. İleride, caddeye yakın tarafta sakallı bir softa bozuntusu nargile içiyor ve kurnaz gözlerle etrafı süzüyordu.

      Bir müddet oturup meydandan gelip geçenlere, tramvaylara, dilencilere baktılar. Nihayet Nihat rüyadan uyanıyormuş gibi başını kaldırarak “Para lazım azizim!” dedi.

      “Malum. Birazdan yemeğe gelenler arasında bir ahbap bulur, isteriz… Bir lira yeter değil mi?”

      Nihat istihfaf ve hiddetle ona baktı:

      “Öyle para değil, adamakıllı para… İş yapacak para!..”

      “Ticarete mi başlıyorsun?”

      “Gevezeliği bırak azizim. Senin kafan da işte bunları anlamaz. Benimki nasıl senin semalarda dolaşan tefekküratını11 kavramıyorsa… Ömrümün sonuna kadar felsefe fakültesi talebesi kalmak niyetinde değilim herhâlde…”

      “Talebesi kalma da mezunu ol.”

      “Mezun olsam da bu beni tatmin eder mi sanıyorsun?”

      Ömer biraz ciddileşerek “Sahi, Nihat!” dedi. “Son günlerde sen biraz esrarengiz adam oldun. Garip sözler söylüyorsun, hiç görmediğim birtakım insanlarla ahbaplık ediyorsun, hele geçen gün yanındaki tatar suratlı herifi hiç beğenmedim. Nedir bunlar?”

      Nihat şüpheli bir bakışla etrafını gözden geçirdi, sonra “Sus!” dedi. “Sen gevezenin birisin, aklının ermediği şeylere burnunu sokma… Zekice sözler söylemekte ve hayaller kurmakta devam et. Akıllandığın ve realiteye döndüğün zaman seninle daha uzun konuşuruz…”

      Bir müddet düşündükten sonra fikrini değiştirmiş gibi:

      “Mamafih bugünlerde seninle konuşacağım. Yalnız şu kadarını söyleyeyim ki, paraya ihtiyacımız var…”

      “İhtiyacınız mı var? Siz kimsiniz?.. Ne kadar lazım?”

      “Kim olduğumuzu şimdilik sorma… İstediğimiz para da bir miktar değil… Her zaman ve hiç arkası kesilmeden para lazım.”

      Ömer güldü ve “Merak etmeye başladım!” dedi.

      Nihat eliyle mükâlemeyi kesti:

      “Yeter! Seninle konuşacağım dedim ya, bekle… Şimdi öğle yemeğini ve sonra da akşamı düşünelim!”

      Saat ikiye kadar kahvenin karşısındaki lokantaya gelenleri gözden geçirdiler. Bunların arasında tek tük tanıdık bulunmakla beraber bir yemek ısmarlatacak kadar yakın kimse yoktu. Nihayet ümidi keserek birer simit ve birer çay ile karınlarını doyurdular.

      Mekteplerin tatil zamanı olduğu için bu kahveleri memleketin muhtelif yerlerinden İstanbul’a eğlenmeye gelen muallimler dolduruyordu. Öğleden sonra birer ikişer gelip burada diğer arkadaşlarıyla buluşan ve akşama kadar vakitlerini tavla oynamakla geçiren bu “yazlık” müşteriler, gece nereye gideceklerine dair kararlar verdikten sonra gene geldikleri gibi grup grup kalkar ve Beyoğlu’nun ucuz birahanelerinin yolunu tutarlardı. Ortalık karardıktan sonra burada yalnız talebeler, bir de ders senesi esnasında tatil için para biriktirememiş olanlar kalırdı.

      Ömer’le Nihat, güneşin tesiriyle ara sıra yer değiştirerek akşama kadar oturdular. Her ikisi de kendi âlemine dalmıştı. Nihat planlar, tasavvurlarla dolu kafasına serbestçe yol veriyor, Ömer muayyen bir şey üzerinde durmadan birçok birbirine aykırı şeyler düşünüyordu.

      Birkaç kere elini cebine atarak biraz evvel aldığı mecmuayı okumak istedi. Fakat yazıların başlıklarından ileri geçemedi ve elinde kıvırdığı sayfaları masanın üzerine vurarak “Ya Rabbi… İnsanı bu iç sıkıntısından kurtaracak bir şey yok mu?” diye söylendi.

      Çok kere böyle oluyordu. Bütün kafası birdenbire boşalıyor, göğsünün ve gırtlağının üstüne bir ağırlık çöküyor ve ne olduğunu bilmediği birtakım şiddetli arzuların hasretini duyuyordu.

      Nihat “Ne istediğini bilsen canın sıkılmaz!” dedi.

      Ömer, yalvarır gibi cevap verdi:

      “Bana istenecek bir şey söyle, uğruna can verilecek bir şey söyle, hemen dört elle sarılayım…”

      Nihat güldü:

      “Gördün mü? Derhâl sapıtıyorsun. Hayatta hiçbir şey, uğrunda ölmek için istenmez. Her şey yaşamamız için olmalıdır. Hatta biraz ileri gideyim, kendi yaşamamız için… Sen kafanın içindeki yokluğa o kadar saplanmışsın ki, derhâl uğrunda can feda edecek bir şey arayarak ikinci bir yokluğa dalmak istiyorsun! Yaşamak, herkesten daha iyi, herkesten daha üstün yaşamak, insanlara hâkim olarak, kuvvetli, belki de biraz zalim olarak yaşamak… Dünyada bundan başka istenecek ne vardır? Hayatını bu gayeye vakfet, görürsün, nasıl birdenbire canlanacaksın!”

      Nihat’ın zayıf yüzü birdenbire kırmızılaşmış, çabuk hareket eden gözleri parlamaya başlamıştı. Ömer gevşekliğini hiç bozmadan mırıldandı:

      “Sen sahiden değişmeye başladın Nihat! Yahut ben seni pek iyi tanıyamamışım. Senin içinde meğer ne ihtiraslar saklıymış… Fakat fazla hodbin değil misin? Belki sözlerin doğru… Fakat içimde bunların doğru olmasını istemeyen bir yer var…”

      Beyaz önlüklü bir garson elektrik düğmesini çevirdi. Ağaçların arasına gerilmiş tellere asılı duran bir sürü ampul birdenbire sarı bir ışıkla canlandı. Bu sırada dört kişi hararetli münakaşalar ederek geldiler, Ömer’le Nihat’ın masasının yanına oturdular.

      Nihat bunlara dönerek “Nereden teşrif, üstatlar?” dedi.

      Yeni gelenlerin arasında kısa boylu ve sinirli hareketleriyle göze çarpan biri “Siz burada mısınız?..” diye başka bir sualle cevap verdi. Sonra “Ne saçma sual, değil mi?” diye ilave etti. “İşte görüyoruz ki buradasınız. Ne diye sorarız acaba?.. Türkçenin kendine mahsus bir manasızlığı… Dünyada hiçbir lisanda bu kabiliyet yoktur… Saatlerce konuşup hiçbir şey ifade etmemek kabiliyeti!”

      Gene yeni gelenlerden ve gene kısa boylu birisi, kalın camlı gözlüklerinin altında ne renkte olduğu belli olmayan gözlerini kısarak “Sualinde Türkçenin bu kabiliyetini artırmakla meşgul olduğunun farkında mısın?” dedi.

      Ömer yüzünü buruşturarak mırıldandı:

      “Aman!.. Gene espriler başladı. Benim kafamın boş zamanları bana bu bitip tükenmez nüktelerden daha manalı görünüyor…”

      Nihat aynı yavaş sesle СКАЧАТЬ



<p>11</p>

Tefekkürat: Düşünceler. (e.n.)