İçimizdeki Şeytan. Сабахаттин Али
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İçimizdeki Şeytan - Сабахаттин Али страница 10

Название: İçimizdeki Şeytan

Автор: Сабахаттин Али

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-935-6

isbn:

СКАЧАТЬ mısın?”

      “Neden? Hiç ömründe anafor rakı içmemiş gibi konuşuyorsun!”

      “Allah aşkına sus. Bütün ömrüm… Bütün ömrümüz kepazelik…”

      “Meğer sen fazilet abidesiymişsin!”

      “Değil… Değil… Fakat şu muhakkak ki bugün olduğum gibi olmak da istemiyorum. Büsbütün başka bir hayat, daha az gülünç ve daha çok manalı bir hayat istiyorum. Belki bunu arayıp bulmak da mümkün… Fakat içimde öyle bir şeytan var ki… Bana her zaman istediğimden büsbütün başka şeyler yaptırıyor. Onun elinden kurtulmaya çalışmak boş… Yalnız ben değil, hepimiz onun elinde bir oyuncağız… Senin dünyaya hâkimiyet planların bile eminim ki onun mahsulü…”

      Nihat daha fazla sabredemeyerek Ömer’in sözünü kesti:

      “Allah aşkına bu mistik konferansları bırak! Ben senin derdini anlıyorum. Yalnız bunu yüzüne söylersem kızacaksın!”

      “Söyle bakalım!”

      “Sen evlenmek istiyorsun!”

      Ömer tiksinir gibi oldu ve “Aptal!..” dedi. Sonra cebinden mecmuasını çıkararak karıştırmaya başladı.

      Nihat biraz evvel konuşan kalın gözlüklü zata dönerek “E, İsmet Şerif Bey, bugünkü yazınız nefisti. Düşmanlarına sizin kadar keskin silahlarla ve kuvvetli mantıkla hücum eden başka muharririmiz yok. Her hafta makalelerinizi sabırsızlıkla bekliyoruz.”

      Ömer mecmuadan başını kaldırarak “Kari12 mektubu mu okuyorsun?” dedi.

      “Yanlış mı söylüyorum?”

      “Hayır… Fakat şunu da ilave et ki, dostumuz İsmet Şerif’in yere çaldığı düşmanların başında kendisi geliyor. Bir ay evvel söylediğinin bir ay sonra daima ve daha kuvvetle aksini iddia ettiğine göre ilk öldürdüğü hasım gene İsmet Şerif’tir. Değil mi Emin Kâmil?”

      Demin Türk lisanının manasızlık kabiliyetinden bahseden ve her meselede İsmet Şerif’le münakaşa hâlinde olduğu görülen büyük şair “Tabii, tabii.” dedi.

      İsmet Şerif, küçüklükte aldığı bir yara neticesinde sol omzuna doğru biraz eğrilmiş olan başını doğrultmaya çalışarak “Hayatın bir değişmeler silsilesi ve her değişmenin bir tekâmül olduğunu anlamayanlar yobaz kafalı insanlardır!” dedi ve başka cevaba lüzum görmeyerek boynundaki yara yerini kurcaladı.

      Balkan Harbi’nde babasıyla beraber Edirne’de bulunurlarken serseri bir mermi parçasının boynunda açtığı bu oldukça büyük yara İsmet Şerif’in hayatının en mühim hadisesiydi. Bu onun, en büyük romanına mevzu olmakla kalmamış, bölüğüyle Edirne’den bir çıkış hareketi yaparken kahramanca şehit olduğunu söylediği babasıyla beraber karakterinin ve kafasının teşekkülünde en mühim rolü oynamıştı.

      Şimdi büyük gazetelerden birine haftada bir defa yazdığı makalelerle memleket içinde ve dışındaki bütün siyasi, iktisadi ve edebî meselelere temas ediyor ve her yazısını, akıllıca bir mantık silsilesini takip eden keskin bir hüküm ve çare ile bitiriyordu.

      Bu büyük muharrir ve mütefekkirle çok kere beraber gezen, beraber içen ve beraber düşünen, fakat aynı zamanda arkadaşının her fikrine, her sözüne itiraz etmeyi kendisine vazife addeden Şair Emin Kâmil, iş güç sahibi olmayan bir mirasyediydi. Ömrünün büyük bir kısmını babasının Yeşilköy civarındaki çiftliğinde oturup avlanmak, köpek beslemek ve senede birkaç derin manalı şiir yazarak edebiyat meraklılarını mesut etmekle geçiriyordu.

      Başka işi olmadığı için son senelerde Budizme merak sardırmış, saçlarını kökünden kestirip çiftlikte yalın ayak dolaşarak Nirvana’ya varmak istemiş, sonra bundan vazgeçerek birkaç aydan beri Çinli Lao Tse’nin hayranı olmuştu. Elinde Çin felsefesine dair Fransızca kitaplarla dolaşıyor, hayatı ve insanları bunlara göre izah etmeye çalışıyordu. Zeki ve duygulu tarafı olduğu hâlde arkadaşları arasında pek ciddiye alınmamasından müteessirdi ve bunun acısını etrafını mağrur bir istihfaf ile süzerek çıkarmaya çalışıyordu.

      Nihat’la Ömer bir zamanlar bir gençlik mecmuası çıkarmışlar ve bu iki üstattan başmakale ve şiir istemek suretiyle onları tanımışlardı. Mecmua çoktan battığı ve yerine gene süratle batan yenileri çıktığı hâlde bu ahbaplık devam ediyordu; Ömer böyle şeylerle artık meşgul olmadığı hâlde Nihat’ın hâlâ birtakım mecmualarla alakası vardı. İsmet Şerif’in yazı yazdığı gazetelerde ara sıra “Gençlik Hareketleri” diye makaleler neşreder ve ne kastettiği pek kolay anlaşılmayan ve açıkça söylemediği bir düşmana çatıyormuş hissini veren yazıları bazı gençler tarafından hararetle münakaşa edilirdi.

      İsmet Şerif’le Emin Kâmil’in yanında gelen gençler ise tahsillerini yarıda bırakıp gazeteciliğe süluk etmişlerdi.13 Türkçeleri düzgün olmadığı ve hemen hemen hiçbir şey bilmedikleri için muhabirlikten ileri geçemiyorlardı. Üstatların meclisinde ses çıkarmadan otururlar ve onların hiç arkasını kesmeden savurdukları nüktelere hayran hayran gülmekle vakit geçirirlerdi.

      İsmet Şerif, birdenbire yerinden fırlayarak emreder gibi “Hadi gidelim!..” dedi.

      Onun sık sık görülen bu mütehakkim hâli ile mazlum bir şekilde sol omzuna doğru yatan boynu hazin bir tezat teşkil ediyordu.

      Hep beraber yerlerinden kalktılar. Ömer içtiği çayın parasını teneke masanın üstüne bıraktı. Nihat da kendi parasını verdi. Diğerleri küçük bir münakaşadan sonra oraya yakın bir yerde, Koska taraflarında son zamanlarda keşfettikleri bir meyhaneye gidilmesini kararlaştırmışlardı. Hep beraber yürüdüler.

      Dışarıdan bakılınca meyhaneden ziyade kalaycı dükkânını andıran bu basık tavanlı yerde, tıraşları uzamış birkaç yaşlı akşamcı ile iki üç esnaftan ve tezgâhın yanında bir iskemleye oturarak udunu yanına dayayan siyah gözlüklü bir çalgıcı ile ayağına çorapsız potinler giymiş on on iki yaşlarında bir çocuktan başka kimseler yoktu. Bunlar bir müddet çaldıktan sonra istirahat edere benziyorlardı. Uzun ve sarı yüzlü çocuk, Ömer’in hemen gözüne çarptı. Hâlinde henüz atamadığı bir masumluk ile henüz tamamıyla benimseyemediği bir pişmanlık ve hilekârlık birbirine karışıyordu. Büyük kahverengi gözlerini etrafında gezdirirken hasta ve merhamete muhtaç bir tavır almaya gayret ediyor, fakat ara sıra kendini unutarak endişeli gözlerle yanındaki udiye bakınca yahut meyhaneci Ermeni’nin müşterilere taşıdığı türlü mezelere gözü takılıp hasretle içini çekince sahiden zavallı ve yürek parçalayıcı bir hâl alıyordu.

      Hep birden küçük bir masanın etrafına sıkıştılar. Meyhaneci hemen tepsi içinde bir karafa rakıyla beraber küçük börekler, fasulye piyazları, izmarit tavaları getirdi. Tekrar başlayan sazın gürültüsü arasında konuşmaya koyuldular. Şair Emin Kâmil şarkı söyleyen oğlan üzerinde felsefe yapıyor, İsmet Şerif millî yaralarımızı bir makale edasıyla şerhe çalışıyor, gazeteci delikanlılar hürmetle susmakta devam ediyorlardı.

      Bir aralık Nihat, oradakilere СКАЧАТЬ



<p>12</p>

Kari: Okuyucu. (e.n.)

<p>13</p>

Süluk etmek: Bir işe girmek. (e.n.)