Yeryüzünün tarihi. Martin J. S. Rudwick
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yeryüzünün tarihi - Martin J. S. Rudwick страница 14

Название: Yeryüzünün tarihi

Автор: Martin J. S. Rudwick

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-7605-95-5

isbn:

СКАЧАТЬ o yola girmekte tereddüt ettiyse bunun nedeni, kutsal kitabın tarih olarak güvenilirliğini sorgulamayı gerektirmesi gibi görünüyordu. Oysa o ve o dönemde yaşayanların çoğu buna kesin gözüyle bakıyordu. Bu tür kuşkuların pek rahatsız etmediği Hooke, fosiller gibi doğal eski eserlerin, insan eliyle yapılmış antika eserlerin çoğundan çok daha eski olabileceğini ileri sürmüştü. Ancak onun bile fosillerin, insanoğlunun en eski veya “mitolojik” çağından daha eskiye uzanabileceğini düşünüp düşünmediği kesin değildir.

      Çok daha uzun bir zaman dilimi olasılığı hakkındaki birkaç spekülasyon örneğinden biri, artık adını taşıyan kuyrukluyıldızın yörüngesini ve dönüşünü hesapladığı için çok ünlü olan İngiliz bilgin Edmund Halley’e aitti. Halley yeryüzünün toplam yaşını hesaplamak amacıyla, nehirlerin halen okyanusların tuz içeriğini ne oranda artırdığını tahmin etmeye dayanan bir yöntem geliştirmeye çalışmış ve “belki bu şekilde yeryüzünün birçok kişinin bugüne kadar düşündüğünden çok daha yaşlı olduğu bulunabilir,” sonucuna varmıştı. Ancak Londra’daki Royal Society’de okunan makalesinde bu noktayla ilgili açık hedefi, tarihinin ne kadar uzak olursa olsun (diğer birçok kişi gibi o da Yaratılış günlerinin uzun zaman dilimleri olabileceğini ileri sürüyordu) zamanda bir noktada başlangıcının olduğunu kanıtlayarak, yeryüzünün sonsuz olduğuna ilişkin her türlü iddiayı reddetmekti. Zira 17. yüzyılın sonunda ve 18. yüzyılın başında bilginlerin çoğu için asıl tehdit, uzun bir zaman dilimi değil, sonsuz ve yaratılmamış bir dünyaydı.

      Bu bölümde kısaca anlatılan tartışmalar, özellikle fosillere odaklanmış olsa da çok daha kapsamlı konuları etkilemişti. Bunlar, bu anlatının ana teması olan yeryüzünün kendi tarihinin detaylı bir şekilde yeniden canlandırılması konusuna dönmeden önce, 17. yüzyıldan 18. yüzyılın sonuna kadar izlenmesi gereken çok daha azimli türde bir teorileştirme sürecine dahil olmuştu.

      3

      Büyük Resimleri Çizmek

      Yeni Bir Bilimsel Tarz

      Eğer fosiller –bundan sonra bu kelime günümüzdeki anlamıyla kullanılacaktır– gerçekten doğanın kendi antika eserleri idiyse insan eliyle hazırlanmış belgeleri ve diğer eski eserleri tamamlayarak insanlık tarihinin ilk aşamalarına ve fiziksel ortamına ışık tutabilirdi. Steno, Hooke ve 17. yüzyılın sonuyla 18. yüzyılın başında yaşamış diğer birçok bilginin savunduğu bu sonuç, aynı zamanda oldukça farklı bir yeryüzü araştırmasına denk gelmişti. Yeryüzünün tarihinde belirli bir yer tutan olaylar dizisini birleştirmek yerine, bu olayların altında yatan nedenleri çözmeye çalışabilirlerdi. Kronoloji uzmanlarından, antikacılardan ve diğer tarihçilerden kavramlar ve yöntemler almak yerine, doğa filozoflarının (bu bağlamda kabaca günümüzdeki fizikçilerle eşdeğer) çalışmalarından yararlanabilir ve temel “doğa kanunları”nı Dünya’nın fiziksel özelliklerine uygulamaya çalışabilirlerdi. Prensipte bu iki proje birbirini tamamlıyordu. Örneğin sadece kutsal metinde değil, doğanın eski eserlerinde de kayıtlı olan Tufan’ın gerçek bir tarihsel olay olduğunu iddia etmek, bu kadar dramatik bir olayın neden oluştuğunu anlamaya çalışmakla oldukça uyumluydu. Steno ile Hooke fosil deniz kabuklarının suyun dışında, karada olmalarına dair fiziksel nedenler ileri sürdüklerinde iki konuyla da ilgileniyorlardı. Ama aslında yeryüzünü doğal nedenler bağlamında anlama girişimi, tarihini yeniden canlandırma girişiminden farklı bir tür teorileştirmeye dönüştü.

      Nedensellik teorileri önerenler genellikle yeryüzünü bir bütün olarak açıklayabilecek büyük resmi oluşturmayı hedefliyordu: Sadece bugüne gelmesine neden olan geçmişi değil, doğanın değişmeyen yasalarının devam eden sürecini dikkate alarak, önünde ister istemez uzanan geleceği de çizmeye çalışıyorlardı. Hem geçmiş, hem de gelecek senaryolarını içeren bir model, daha önce 17. yüzyılda yayımlanan çok tanınmış bir eserde yer alıyordu. René Descartes’ın Felsefenin İlkeleri adlı 1644 tarihli kitabı, Fransız filozofun ifadesiyle bütün evrenin “doğanın temel yasalarıyla” yönetilen tahmini bir resmini çizmişti. Yeryüzünü bu görkemli vizyonun içinde incelemişti: Yeryüzü artık eskiden olduğu gibi evrenin tam ortasında duran eşsiz bir cisim değildi, muhtemelen uzaya dağılmış yörüngeli yıldızlar olan çok sayıda benzer gezegenden biriydi (Belki bizimki gibi üzerinde yaşam olan “çok sayıda dünya olması” olasılığı modern uzay araştırmaları ve SETI çağından çok önce hararetle tartışılmıştı). Yeni astronomi bilimi çerçevesinde yeryüzü sadece türünün en erişilebilir örneği olduğu için eşsizdi. Descartes evrenin herhangi bir yerinde, yeryüzüne benzeyen herhangi bir gök cisminin, başından itibaren içinde var olan değişimi ya çoktan geçirdiğini veya gelecekte geçireceğini savunmuştu.

      Bu silsile sanki gök cisminin başlangıçtaki durumu (tahminen eski bir yıldız) ve sonra da bunu etkileyen doğa kanunları tarafından belirlenmiş veya programlanmıştı. Descartes’ın görüşüne göre, bundan dolayı cismin yapısı zaman içinde öngörülebilir bir şekilde ister istemez değişmişti. Zamanla başlangıçtaki parlak madde topu konumundan, iç içe geçmiş farklı oluşum tabakalarına ayrılmış olmalıydı. Bunlardan en dıştaki, katı tabaka ya da kabuktu. Descartes zamanı geldiğinde, bu kabuğun çatlayıp kırılacağını savunuyordu. Böylelikle bazı kısımları altındaki sıvı tabakaya gömülecek, bazıları da dışarı doğru kabararak gazlı bir katman oluşturacaktı. Kendi gezegenimizin özel durumunda bu olaylar dağlar, kıtalar ve okyanuslar olarak bilinen çeşitli topografya oluşumlarının ve üstlerindeki atmosferle altlarındaki görünmeyen çekirdeğin (ve varsayımsal sıvı bir tabakanın) ortaya çıkışına neden olacaktı.

      Şekil 3.1 Descartes’ın, yeryüzü benzeri her cisim için iki ardışık aşamada, katı kabuk (E, en dıştaki koyu renk tabaka) kırılmadan önce ve sonra, belirli bir değişim sıralamasıyla öngördüğü şematik dilimleri veya kesimleri. Kabuğun bazı kısımları dışarı doğru kabararak en dıştaki gazlı zarfı oluştururken, bazı kısımları da altta yatan sıvı tabakaya gömülmektedir (D). Bunun sonucunda düzensiz bir yüzey topografyası ile üstünde bir atmosfer, altında da görünmeyen bir çekirdek oluşmaktadır. (Gravür masrafından ve 1644 tarihli Felsefenin İlkeleri kitabında sayfa yerinden tasarruf etmek amacıyla, her aşamada kürenin yalnızca yarısı gösterilmektedir.)

      Descartes, yeryüzü benzeri cisimlerin bu şekilde yaşayacağı değişim sürecine ilişkin bir zamanlama belirtmemişti. Belirtmesine gerek yoktu. Önemli olan tek şey, doğal süreçler hangi hızda ilerlerse ilerlesin, doğanın kanunlarının böyle bir silsileyi gerektirmesiydi. Ancak gergin politik Karşı Reform dünyasında, süreç konusunda gösterdiği belirsizlik de sağduyulu bir davranıştı. Herkesin bildiği gibi Galileo kozmolojisinin kapsamlı etkileri hakkında Roma’da Katolik yetkililerle kavga etmişti. Descartesın benzer bir kaderle karşılaşmaya hiç niyeti yoktu. Ama aslında teorisi kendi gezegenimize uygulandığı zaman, kronoloji uzmanları tarafından hesaplanan birkaç bin yıla rahatça sığabilirdi. Ayrıca kendisi de Steno, Hooke ve diğer bilginlerin çoğu gibi, bunu sorgulamak için kuvvetli bir neden görmemiş olabilirdi (Bir bütün olarak evrenle ilgili zaman ölçeği bambaşka bir meseleydi).

      Her neyse, 17. yüzyılın geri kalanında ve 18. yüzyılın büyük bir bölümünde, Descartes’ın ünlü teorisi, yeryüzünün fiziksel gelişiminde etkili olmuş olabilecek doğa yasalarına aynı şekilde odaklanan birçok kişi tarafından örnek olarak kullanılmıştı. En azından prensipte, СКАЧАТЬ