1. Dengeyi tutturabildiniz mi hayatta? Tutmadıysa ne tarafa doğru kaybettiniz dengeyi?
2. Dengeyi sağlamak için ne yapmanız gerekiyor düşündünüz mü?
SİZDEN BAŞKALARI DA VAR…
Narkissos’un, kendi güzelliğini her gün bir gölün sularında seyretmeye giden bu yakışıklı delikanlının efsanesini biliyor musunuz?
Bir nehir, karşısına çıkan bir orman perisini sularının içine hapseder. Suyun içinden Narkissos doğar. Yıllar geçer Narkissos on altı yaşına gelir. Henüz tam bir erkek değildir, fakat çocuk da değildir. Olağanüstü güzelliğe sahip olan Narkissos’a bütün periler ve melekler aşıktır. Onunsa tek ilgisi avlanmaktır. O kimseyle ilişki kurmaz, her tür insani ilişkiyi küçümser.
Bir gün Echo adlı bir su perisi gelir. Echo, tanrıça Hera tarafından başkasının ağzından çıkan sözleri tekrar etmeye mahkum edilmiştir. Echo Narkissos’a yaklaşmaya çalışır, fakat Narkissos onu reddeder. Kendine kayıtsız kalan Narkissos’un aşkına karşılık alamayan Echo, acılar içinde ölür. Ölürken de Narkissos’un son sözlerini yansıtan kendi sesini dünyada bırakır, “Kendimi sana vermektense ölürüm daha iyi.”
Bütün su perileri ve melekler, acı içinde kıvranmaktadır. Narkissos tarafından reddedildikleri için Echo’nun intikamının alınmasını isterler. Tanrılar bu dileği kabul ederler. Narkissos aşık olacak, fakat aşık olduğuna asla kavuşamayacaktır.
Narkissos bir gün ormanın içindeki bir göle gelir. Su içmek için eğildiği sırada sudaki kendi yansımasını görür. Olağanüstü güzel bir yüzdür. Sudaki yansımasına hayran hayran bakarak konuşmaya başlar. Kendine aşık olduğunun farkında bile değildir. Gölün kıyısında aç, yorgun, sefil bir yaşam sürmeye başlar. Güçsüz düşen Narkissos, günün birinde göle düşüp boğulur.
Narkissos’u aramaya çıkan su perileri onun öldüğü yere gelirler ve Narkissos’un yerinde bir çiçek görürler. Onun göle düşüp de boğulduğu yerde açan bu çiçeği “Nergis” diye biliyoruz.
Oscar Wilde, bu efsaneyi farklı bitirir. Tatlı su gölünün kıyısına gelen orman perilerinin gölü bir acı gözyaşı kavanozuna dönüşmüş olarak bulduklarını yazıyor Oscar Wilde.
–Neden ağlıyorsun? diye sormuş periler göle.
–Narkissos için ağlıyorum, diye yanıtlamış göl.
–Ne var bunda şaşılacak, demiş bunun üzerine orman perileri.
–Bizler ormanlarda boşu boşuna onun peşinde dolaşır dururduk, ama onun güzelliğini yalnızca sen görebilirdin yakından.
–Narkissos yakışıklı bir genç miydi? diye sormuş göl.
–Bunu senden daha iyi kim bilebilir ki? diye karşılık vermiş iyice şaşıran periler.
–Her gün senin kıyılarına gelip sularına bakıyordu!
Göl bir süre sessiz kalmış. Sonra şöyle konuşmuş:
–Narkissos için ağlıyorum, ama onun yakışıklı olduğunu hiç farketmemiştim ben. Narkissos için ağlıyorum, çünkü sularıma eğildiği zaman, gözlerinin derinliklerinde kendi güzelliğimin yansımasını görebiliyordum.”
İşte güzel bir hikaye…
Herkes kendi yaşamının biriciğidir, vazgeçilmezidir.
Herkes kendi dünyasının sultanıdır. Sultanıdır, fakat kendini Narkissos ölçüsünde sevmeye de tıp dilinde “Narsizm” denir. Ve hastalıktır.
Kendini narsist bir ölçüde sevmek, sevgi anlamında kendine odaklanmak sevgisizlik demektir. Paylaşacak sevgisi olmayanların sevgisi, sevgi değildir.
Diğerleri olmazsa varlığımızın anlamı ne olur ki? Bizi biz yapan, bizi farklı kılan çevremizdekilerdir. Eğer farklıysak diğerlerinden bunu da diğerlerine borçluyuz. Bir papatya tarlası düşleyin. Bembeyaz bir örtü. Bu beyaz örtünün içinde kırmızı bir gelincik düşleyin şimdi de. Ne kadar da kendini gösterir o gelincik beyazlığın içinde. Yüzlerce, binlerce papatyanın arasında ortaya çıkan gelincik farkedilmesini, farklılığını papatyalara borçludur. Unutmayın yalnız değilsiniz, iyi ki de değilsiniz.
1. Hayal edin çevrenizde kim/kimler olmasaydı daha mutlu ve iyi bir hayatınız olurdu?
2. Peki şimdi tekrar düşünün bakalım o/onlar’ın hayatınza, size kattığı öğrettiği hiç mi bir şey yok? Emin misiniz?
SAHİPSİZ AT…
Milton Erikson’ın bir hikayesi yaşam yolunda, çevremizle ilişkimizde, kişisel liderlik yolculuğumuzda bize ışık tutuyor.
“Ben çocukken bir çiftlikte yaşadım. Günün birinde bu çiftliğin avlusuna sahipsiz bir at çıkageldi. Bu atın nereden geldiğini hiç kimse bilmiyordu, çünkü üstünde kimliği veya geldiği yeri gösteren bir işaret yoktu. Atı sahiplenmemizin de olanağı yoktu, çünkü böyle bir atın bir sahibinin olacağı kesindi.
Babam bu atın sahibini bulmaya karar verdi. Ata binip, onu çiftlik yoluna çıkardı ve sadece atın içgüdüsüne güvenerek onun kendi evini bulmasına güvendi. Babamın ata tek müdahalesi atın yoldan çıkıp yol kenarında bir şeyler otlamak için hareket ettiğinde oluyordu. At her yoldan çıkışta babam tarafından güçlü bir şekilde yola geri dönmesi için yönlendiriliyordu.
Bu şekilde çok zaman geçmeden atın sahibinin çiftliğini bulduk. Sahibi atı tekrar karşısında görünce çok şaşırıp kaldı ve babama; ‘Atın buraya, bize ait olduğunu nasıl bildiniz?’ diye sordu. Babam, ‘Ben bilmedim, atınız bildi. Benim tek yaptığım onu yolun üzerinde tutmaktı.’ dedi.”
Sizce yaşamımızı nasıl yönetmeli ve yönlendirmeliyiz?
Günü yakalayın.
Anı yaşayın.
Yaşam kendi yolunu bulur. Siz onu sadece beyin ve yürek dengesinde tutun yeter.
Kendinizi geçmişinize, geçmişin mutluluklarına, mutsuzluklarına bağlı bırakmayın. Önünüze bakın. Her yeni gün yenilenebilir, hayata yeniden başlayabilirsiniz. Anı yaşamıyorsanız huzuru, mutluluğu bulamazsınız. Şimdiki zamanda olma yeteneğine sahip olmalısınız. Daha önce binlerce kez geçtiğiniz yolları, yüzlerce kez bulunduğunuz mekanları sanki ilk defa görüyormuş, yepyeni bir yermiş gibi yaşamalısınız. İş arkadaşlarınıza, sevdiklerinize, arkadaşlarınıza, konuştuğunuz, iletişim ve ilişki içinde bulunduğunuz herkese onlarla ilk kez karşılaşıyormuşcasına daha önce konuşmamışcasına dikkatinizi verin. Gerçekten orada olun. Bugünde olun. Tek bir şeyi bile atlamayın. Bugünün geçmiş olmasını beklemeden tadını çıkarın.
Çoğumuz СКАЧАТЬ