Slav masalları. Альберт Генри Вратислав
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Slav masalları - Альберт Генри Вратислав страница 9

Название: Slav masalları

Автор: Альберт Генри Вратислав

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-7605-97-9

isbn:

СКАЧАТЬ sürmeyi bırakıp eve gitti.

      “Baba,” dedi, “ben köy hayatını sevmiyorum. Bahçıvanlık bana daha uygun bir iş.”

      Babası şaşırmıştı: “Neyin var senin, Vanek? Aklını mı yitirdin?” Biraz düşündükten sonra şöyle dedi: “Madem gitmek istiyorsun, git bakalım. Tanrı seninle olsun! Yalnız bu durumda evi kardeşin miras alacak. Bilmiş ol.”

      Vanek yeni hevesi yüzünden köy evini kaybetmişti ama umurunda değildi. Hemen yola çıkıp Kral’ın bahçıvanına gitti ve onun çırağı oldu. Bahçıvan’ın öğrettiklerinin kat kat fazlasını öğrenip iyice ustalaştı. Hatta öğretmenini geçti. Kısa süre sonra neyi nasıl yapacağı konusunda bahçıvanın talimatlarına uymaz oldu. Her şeyi kendi bildiği gibi yapmaya başladı. İlk başta bahçıvan bu duruma çok kızmıştı ama delikanlının çok iyi iş çıkardığını ve bahçenin eskisinden güzel olduğunu görünce kızgınlığı yerini memnuniyete bıraktı.

      “Sen benden çok daha akıllısın," dedi. Böylece bahçıvan, Vanek’in bahçeyi istediği gibi düzenlemesine izin verdi. Çok geçmeden Vanek bahçeyi öyle muhteşem bir görüntüye kavuşturmuştu ki Kral, bu manzaranın tadını çıkarmak için sık sık Kraliçe ve tek kızlarıyla birlikte bahçede gezintiye çıkıyordu.

      Prenses çok güzel bir kızdı lakin on iki yaşından beri konuşmuyordu. Kimse ağzından tek bir kelime çıktığını işitmemişti.

      Kral bu duruma çok üzülüyordu. Her kim bu derde bir çare bulursa, kızını onunla evlendirecekti. Nice genç krallar, prensler ve daha birçok yönetici saraya gelmiş ama hepsi eli boş dönmüştü. Hiçbiri genç kızı konuşturmayı başaramamıştı. “Ben neden şansımı denemeyeyim?” diye düşündü Vanek. “Kim bilir, belki benimle konuşur.”

      Hemen gönüllü olduğunu saraya bildirdi. Kral ve danışmanları Vanek’i Prenses’in bulunduğu odaya götürdü. Kralın kızının küçük bir köpeği vardı, bu akıllı hayvanı pek seviyordu zira kız ne istese hemen anlıyordu.

      Vanek, Kral ve danışmanlarıyla birlikte odaya girdiğinde sanki Prenses’i görmemiş gibi köpeğe seslendi: “Köpekçik, duydum ki sen pek akıllı bir hayvanmışsın. Bu yüzden sana danışmaya geldim. Biz üç gezgin arkadaşız. Biri heykeltıraş biri terzi iki arkadaşım da benimle beraber. Bir keresinde bir ormandan geçiyorduk ve geceyi orada geçirmek zorunda kaldık. Kurtlardan korunmak için ateş yaktık ve sırayla nöbet tutmaya karar verdik. İlk önce heykeltıraş nöbet tuttu. Zaman geçsin diye bir ağaç kütüğünü oyup güzel bir kız yaptı. Sonra terziyi kaldırıp nöbet sırasının onda olduğunu söyledi. Terzi, tahtadan kızı görünce şaşırdı. 'Canım çok sıkılmıştı,' dedi heykeltıraş, 'yapacak bir şey bulmam gerekiyordu. Ben de ağaç kütüğünden bir kız yaptım. Dilersen zaman kolay geçsin diye ona elbise yapabilirsin.'

      Terzi hemen makas, iğne ve iplik çıkardı. Kumaşları kesip elbise dikmeye koyuldu. Yaptığı giysileri kıza giydirdi. Ardından nöbet sırasının bana geldiğini haber verdi. Bu kızın nereden çıktığını ben de merak etmiştim. 'Görüyorsun ya,' dedi terzi. 'Heykeltıraş zaman geçsin diye ağaç kütüğünden bir kız yapmış. Ben de aynı nedenle ona güzel elbiseler diktim. Eğer canın sıkılırsa kıza konuşmayı öğretebilirsin.'

      Sabah güneş doğarken kıza konuşmayı öğretmiştim. Fakat arkadaşlarım uyandıklarında, kızı kendilerinin hak ettiğini söylediler. Heykeltraş, 'Ben yaptım onu, bu kız benimdir' dedi. Terzi itiraz etti: 'Ben de giydirdim.'

      “Elbette, ben de kızda hakkım olduğunu söyledim. Şimdi söyle bana kuçu kuçu, bu kız hangimizindir?" Köpek tek kelime etmemiş, onun yerine Prenses cevap vermişti: “Kimin olacak, senindir elbette! Heykeltıraşın yaptığı cansız bir kızın ne değeri var? Tek kelime edemedikten sonra terzinin yaptığı giysilerin ne kıymeti var? Sen ona en güzel armağanı verdin. Yaşamayı ve konuşmayı öğrettin. Bu nedenle kız sana aittir.”

      “Öyleyse, kendi hükmünü verdin,” dedi Vanek. “Seni tekrar konuşturdum ve sana yeni bir hayat verdim. O halde bana aitsin.”

      Bunun üzerine Kral’ın vezirlerinden biri şöyle dedi: “Kızını tekrar konuşturduğun için Kral hazretleri sana kıymetli armağanlar verecektir lakin Prenses’le evlenmene izin veremez zira asil bir soydan gelmiyorsun.”

      Vezirin sözleri Kral’ın aklına yatmıştı. “Sen alt tabakadansın. Hizmetin nedeniyle seni ödüllendireceğim fakat kızımı alamazsın.”

      Gelgelelim Vanek’in ödülde falan gözü yoktu : “Kral, kızını iyileştiren her kim olursa olsun, onunla evlendireceğine kayıtsız şartsız söz verdi. Bir kralın sözü kanun demektir. Kral koyduğu kanunlara herkesin uymasını istiyorsa ilk önce halka örnek olmalı. Sözün özü, Kral kızını bana vermek zorunda.”

      “Yakalayıp bağlayın şunu,” diye bağırdı az önce konuşan vezir. “ Kimse Kralımıza ne yapacağını söyleyemez. Bu, majestelerine hakarettir! Böyle hadsiz bir adamın hakkı ölümdür. Majesteleri, bu rezil adamın kılıçla idam edilmesini emretmek istemez misiniz?”

      Kral emretti: “İdam edin şunu!”

      Vanek hemen eli kolu bağlanarak götürüldü. Darağacına getirildiğinde Şans onu bekliyordu. Zekâ’nın kulağına usulca fısıldadı: “Gördün mü bak, senin yüzünden neler oldu? Kellesi gidecek delikanlının. Şimdi açıl da senin yerine geçeyim!”

      Şans, Vanek’in bedenine girer girmez celladın kılıcı idam sehpasına çarpıp kırıldı. Sanki biri elinden alıvermişti kılıcı. Yeni bir kılıç getirmelerine zaman kalmadan bir ulak geldi şehirden. Dörtnala koşan atının sırtında neşeyle davul çalıyor ve beyaz bir bayrak sallıyordu. Vanek için yollanmış bir kraliyet arabası onu izliyordu.

      Olay şöyleydi: Prenses babasına Vanek’in doğruyu söylediğini anlatmıştı. Bir kralın sözü kanun demekti. Vanek, asil bir soydan gelmiyorsa bunun kolayı vardı. Onu prens ilan etmesi yeterliydi. Kral şöyle dedi: “Haklısın kızım. Prens olsun Vanek!”

      Kral’ın emri üzerine hemen bir araba gönderildi. Vanek’in yerine, Kral’ı genç adama karşı kışkırtan vezir idam edildi. Ardından Vanek ve Prenses evlendiler. Genç çift bir kraliyet arabasıyla evlerine giderken Zekâ yol üzerinde onları bekliyordu. Burada Şans ile karşılaşınca sanki birden üstüne soğuk su dökülmüş gibi başını eğip kenara çekildi.

      Derler ki o zamandan beri Zekâ, her karşılaştıklarında Şans’a yer açar.

      Jezinkalar5

      Bir zamanlar öksüz ve yetim bir çocuk yaşardı. Geçimini sağlamak için çalışması gerekiyordu. Gece gündüz demeden yolları aştıysa da hiçbir yerde iş bulamadı. Ta ki günün birinde bir viraneye denk gelene kadar. Bir ağaç altında kaybolmuştu bu ev. Kapı eşiğinde ihtiyar bir adam oturuyordu, gözleri iki kara oyuktu. Ahırda keçiler meliyordu. Yaşlı adam dedi ki: “Zavallı keçilerim, keşke sizi meraya götürebilsem ama elimden bir şey gelmiyor. Gözlerim kör. Size çobanlık edecek kimsem yok.”

      “Dedeciğim, ben sana yardım edebilirim,” diye cevap verdi delikanlı.

      “Sen СКАЧАТЬ



<p>5</p>

Jezinka: Çek dilinde “orman perisi” anlamına gelen bir kelime. (ç.n.)