Sanşiro. Natsume Soseki
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sanşiro - Natsume Soseki страница 6

Название: Sanşiro

Автор: Natsume Soseki

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-11-5

isbn:

СКАЧАТЬ İkisi, Kumamoto’daki lisesinde öğretmendi ve bu iki öğretmenden biri de ne yazık ki bir kamburdu. Kadın olarak bildiği tek Batılı bir misyonerdi. Gayet sivri bir suratı vardı o kadının; mezgit balığına, sarıkuyruğa veya baraküdaya19 benzerdi. Dolayısıyla, böylesine gösterişli ve güzel bir Batılı, Sanşiro’nun gözüne hem çok ilginç geliyordu, hem de çok asil görünüyordu. Sanşiro, kadını seyretmeye dalmıştı. “Batılıların kendilerini beğenmesine şaşmamak gerek,” diye düşündü. “Eğer Batı dünyasına gidip böyle insanların arasında kalsam kesinlikle kendimi çok küçük hissederdim,” dedi kendi kendine. Batılı çift penceresinin önünden geçerken Sanşiro kulak kesilip dinledi, ama konuşmalarından hiçbir şey anlayamadı. Telaffuzları, Kumamoto’daki öğretmeninkinden çok farklıydı.

      Biraz sonra, yol arkadaşı pencereden başını uzatıp, “Tren hareket edeceğe benzemiyor,” diyerek az önce geçip gitmiş Batılı çifte göz attı. “Ah, güzelmiş,” diye mırıldandı ve hafifçe esnedi. Sanşiro, kendisinin tam bir taşralı gibi davrandığını fark edip boynunu pencereden içeri çekti ve oturdu. Adam da, onun ardından koltuğuna döndü ve “Batılılar da pek güzel oluyor değil mi?” dedi.

      Sanşiro, uygun bir karşılık bulamayıp gülümsemekle yetindi. O gülümseyince bıyıklı adam, “İkimize de acıyorum,” deyiverdi. “Böyle suratlarımız oldukça, böyle çelimsiz göründükçe, istediğimiz kadar Japon-Rus Savaşı’nı kazanalım, Büyük Güçler arasına girelim fayda etmez. Zaten binalara da baksan, bahçelere de baksan ikisi de yüzlerimize benzeyen yerler… Madem Tokyo’ya ilk defa gidiyorsun, Fuji Dağı’nı görmüşlüğün de yoktur. Buradan görünüyor, iyice bak bakalım. O, Japonya’daki en ünlü şey. Onun dışında övüneceğimiz hiçbir şeyimiz yok. Bu arada o Fuji Dağı da, ezelden beri var olmuş doğal bir şey, yani başarıdan sayılmaz. Bizim diktiğimiz bir şey değil,“ dedi ve tekrar gülümsedi. Sanşiro, Japon-Rus savaşından20 sonra böyle bir insanla karşılaşacağını aklının ucundan bile geçirmemişti. Adam ona sanki Japon değilmiş gibi geliyordu.

      “Fakat Japonya gelecekte adım adım gelişecek,” diye ülkesini savundu. O zaman adam, sanki olup bitmiş bir şeyden bahseder gibi, “Mahvolacak,” dedi. Eğer Kumamoto’da birisi ağzından böyle bir söz çıkaracak olsaydı, o saat yumruğu yerdi. Hatta belki de vatan haini muamelesi görürdü. Sanşiro, böylesi fikirlerin kafasının bir köşesine bile girmesine müsaade etmeyen bir atmosferde büyümüştü. O yüzden adamın, gençliğinden istifade edip onunla dalga geçiyor olabileceğini düşündü. Adam, halen neşeli neşeli gülümsüyordu. Buna rağmen o sakin konuşma tarzında alay eder gibi bir hal de yoktu. Sanşiro adamı çözememişti, onunla muhatap olmamaya karar verip sustu. O zaman adam şöyle dedi:

      “Tokyo Kumamoto’dan geniştir. Japonya da Tokyo’dan geniştir. Ve Japonya’ya…” Sözünü yarıda kesti, Sanşiro’nun yüzüne bakıp onun kendisini dinlediğinden emin oldu. “Japonya’ya kıyasla da insanın kafası geniştir,” dedi. “Aklını ele geçirmelerine izin verme. Yoksa Japonya’ya hizmet ettiğini sanırken bile sadece ona zarar verirsin.”

      Bu sözleri duyduğu an, Sanşiro, Kumamoto’yu sahiden geride bırakmış olduğunu hissetti ve anladı ki, Kumamoto’da geçirdiği günler boyunca kendisi çok ödlek birisi olagelmişti.

      O akşam Sanşiro, Tokyo’ya ulaştı. Bıyıklı adam, ayrıldıkları ana kadar ona ismini söylemedi. Sanşiro, “Tokyo’ya vardıktan sonra, elimi sallasam böyle bir adama çarpacak nasılsa,” diye düşündü ve adamın adını soyadını sormaya kalkışmadı.

      İki

      Sanşiro’yu Tokyo’da şaşırtan pek çok şey vardı. İlk önce, elektrikli tramvayların çıkardığı “çin-çin” sesine şaşırdı. Sonra, iki çin-çin sesi arasında inanılmaz sayıda insanın binip inmesine şaşırdı. Daha sonra Marunouçi’de21 şaşırdı. Onu en çok şaşırtansa, ne kadar giderse gitsin Tokyo’nun bir türlü bitmek bilmemesiydi. Üstelik nereye yürürse yürüsün, sökülmüş kalaslar ve yığılmış molozlar buluyordu; her sokağın yanında iki üç tane yeni ev vardı, yarısı yıkılmış depoların ayakta kalmış ön yarılarına bakınca insanın içi daralıyordu. Her şey imha edilme halindeydi adeta. Ve aynı anda, her şey inşa edilmekteydi. Acayip bir hareketlilikti bu.

      Sanşiro çok şaşkındı. Yani, alelade bir köylü ilk defa kentin ortasında durduğunda ne kadar şaşırırsa, Sanşiro da o kadar şaşırmıştı. Şimdiye dek aldığı tahsil, onun şaşırmasını önlemekte reçetesiz satılan bir ilaç kadar bile etkili olamamıştı. Bu şaşkınlıkla beraber, Sanşiro’nun özgüveni yaklaşık yüzde kırk oranında azalmıştı. Kendini çok rahatsız hissediyordu.

      Eğer bu vahşi faaliyet, gerçek dünya denen şeyin ta kendisiyse, demek ki kendisinin bugüne kadarki yaşantısı gerçek dünyayla tamamen alakasızdı. Adeta bir mağarada, uykuda yaşamıştı. O halde bugünden sonra uyumayı bırakıp bu faaliyete katılabilecek mi diye sorarsanız, bu onun için pek de kolay olmayacaktı. Şu an, o faaliyetin tam ortasında duruyordu. Ancak dört bir yanında sürüp gitmekte olan o faaliyet gözlerinin önüne serilmişti, o kadar. Bir öğrenci olarak sürdürdüğü yaşantıda değişiklik yoktu. Dünya, ileri geri çalkalanıp duruyordu. Kendisi o çalkantıyı seyrediyordu. Ama o çalkantıya katılmak elinden gelmezdi. Kendi dünyası ile gerçek dünya, birer kenarlarıyla yan yana gelmiş olsalar da, halen kesişmemişlerdi. Gerçek dünya, ileri geri çalkalanarak ve Sanşiro’yu geride bırakarak geçip gidiyordu. Sanşiro çok huzursuz olmuştu.

      Sanşiro, Tokyo’nun göbeğinde durup elektrikli ve buharlı trenlerin, beyaz kimono giymiş insanların, siyah kimono giymiş insanların faaliyetini seyrederken bunları hissetti. Ancak öğrencilik yaşantısının arka planında yatmakta olan fikir dünyasındaki hareketliliğin hiç mi hiç farkında değildi. Meiji çağının22 fikir dünyası, Batı âleminin tarihinde üç asırda yaşanan her şeyi, son kırk yılda tekrar etmişti.

      Sanşiro’nun, hareketli Tokyo’nun bağrında kapana kısıldığı, tek başına tutsak olduğu o günlerde, memleketteki annesinden bir mektup geldi. Bu, onun Tokyo’dayken aldığı ilk mektuptu. Zarfı açtığında karşısına çıkan sayfalar, bir sürü şeyden bahsediyordu. Evvela, bu yıl da hasadı çok şükür kaldırdık diye başlıyor, sağlığına mutlaka dikkat etmelisin diye bir ikazla devam ediyor, Tokyo’da herkes kurnazdır ve insanlar kötüdür, o yüzden dikkatli ol diyor, okul harçlığını her ayın sonunda yollayacağız, için rahat olsun diye ekliyor, Katsutalardan Bay Masa’nın yeğeni olan biri hükümet okulundan mezun olmuş da temel bilimler akademisine mi neye girmiş, onu bir ziyaret et ki sana yardım etsin diye bitiyordu. Anlaşılan annesi en önemli şeyi, yani o adamın ismini yazmayı unutmuştu da, mektubun kenarına “Bay Souhaçi Nonomiya” diye eklemişti. Mektubun kenarında iki üç tane not daha düşülmüştü: Saku’nun kömür karası atı hastalandı öldü, Saku çok zor durumda kaldı, deniyordu. Mivatalardan Bayan O-Mitsu sana tatlıbalık yolladı, ama Tokyo’ya gönderseydik balıklar yolda kokardı o yüzden hepsini biz yedik, diye de bir not vardı.

      Sanşiro mektuba bakınca, sanki eline karanlık çağlardan kalma bir belge geçmiş gibi hissetti. Annem kusura bakmasın ama benim bunları okuyacak zamanım yok diye düşündü. Yine de mektubu baştan sona iki kez okudu. Bir diğer deyişle, Sanşiro gerçek dünyayla bir şekilde temas kurmuş olsa bile, şimdilik annesinden başka СКАЧАТЬ



<p>19</p>

Soseki nükte yapıyor. Japon yazısıyla “Kamasu” (baraküda) diye yazarken kullanılan karakter, “misyoner” sözcüğü yazılırken kullanılan karaktere benzer. Ve balık, Hıristiyanlıkta Mesih’i simgeler. (ç.n.)

<p>20</p>

Japonların zaferiyle biten savaş, ekonomik anlamda önemli bir kazanç getirmese de Japonya’ya dünya çapında büyük prestij sağlamış ve Japonlara özgüven vermişti. (ç.n.)

<p>21</p>

Kelime manasıyla “Halka İçi”. O dönemin önemli bir alışveriş bölgesi. (ç.n.)

<p>22</p>

İmparator Meiji’nin saltanat çağı (1868-1912) Japonya için hızlı bir modernleşme devri oldu. Nice Batılı fikir akımı ülkeye bir anda geldi ve bunlar özümsenene kadar tuhaf bir keşmekeş yaşandı. Örneğin Japon mimarisi barok, rokoko ve oryantalist tarzların her birini üç beş yıl deneyip terk etti. (ç.n.)