Sanşiro. Natsume Soseki
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sanşiro - Natsume Soseki страница 10

Название: Sanşiro

Автор: Natsume Soseki

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-11-5

isbn:

СКАЧАТЬ sınıfa gittiğinde, zil çaldığı halde hoca gelmedi. Hatta öğrenciler de gelmedi. Sonraki ders saatinde de durum değişmedi. Bu durum karşısında siniri bozulan Sanşiro yerinden kalktı, sınıftan çıktı. Ne olur ne olmaz diye göletin civarında iki tur attıktan sonra öğrenci yurduna döndü.

      O günün üzerinden on gün daha geçtikten sonra, nihayet dersler başladı. Sanşiro sınıfa girip de ilk kez diğer öğrencilerle beraber hocanın gelişini beklediğinde, kalbinde gerçek bir kıvanç duydu. Bir Şinto rahibi, kıyafetlerini giyip tören gerçekleştirmek üzereyken herhalde böyle hisseder, diye kendi hislerini yine kendi başına betimledi. Üzerine, eğitimin yüceliğinden bir damla olsun yağdığından emindi. Ayrıca, zil çalalı on beş dakika geçtiği halde halen gelmemiş oluşu içindeki beklentiyi kamçılamış, hocaya duyduğu hürmeti çoğaltmıştı. Sonunda, şık görünümlü, Avrupalı bir amca kapıyı açıp geldi ve akıcı bir İngilizceyle ders vermeye başladı. O saat Sanşiro, answer sözcüğünün Anglo-Sakson dilindeki andswaru’dan türemiş olduğunu öğrendi. Sonra da, Scott’ın ilkokula gittiği köyün adını öğrendi. Bu bilgileri özenle defterine kaydetti. Daha sonra, edebiyat eleştirisi dersine gitti. O dersin hocası sınıfa girip, kara tahtaya bir süre baktıktan sonra, tahtada yazılı duran Geschehen ve Nachbild kelimelerine bakıp “Haaa, demek Almanca,” dedi; gülerek tahtayı sildi. Sanşiro, bundan ötürü Almancaya karşı beslediği hürmetin biraz zayıfladığını hissetti. Hoca, tahtayı sildikten sonra antik çağların edebiyatçılarının, edebiyatın ne olduğunu izah için getirdiği tanımlardan yaklaşık yirmi tanesini anlattı. Sanşiro, bunları da özenle defterine kaydetti. Öğleden sonra sınıftan çıkıp anfiye gitti. Bu anfide yaklaşık yetmiş seksen dinleyici vardı. Dolayısıyla hoca da, tiyatro sahnesindeki oyuncuların sesiyle konuşuyordu. Ders, “Bir top gürlemesiyle Uraga’nın rüyası son buldu31,” diye başladığı için, Sanşiro ilgiyle dinliyordu; ama sürüyle Alman filozofunun ismi geçmeye başlayınca dinlediğini anlamakta zorlanır oldu. Oturduğu sıraya bakınca, önceki öğrencilerin kazıdığı yazıları gördü. Birisi, kusursuz şekilde “Sınıfta Kaldım” diye yazmıştı. Bunu kazıyan kişinin epeyce boş zamanı vardı anlaşılan; sert meşeden masaya böyle muntazamca yazı kazıyabilmek emek ve ustalık isterdi. Yazılar, çok derince kazınmıştı. Yanında oturan adam, takdir edilesi bir sebatla not alıp duruyordu. Sanşiro, adamın defterine göz attı ve not almadığını gördü. Adam, bu mesafeden hocanın karikatürünü çiziyordu. Sanşiro bakar bakmaz, yanındaki adam defterini Sanşiro’ya uzatıp gösterdi. Resim çok güzel çizilmişti çizimesine ama yanına “Bulutlu Göklerin Guguk Kuşu” diye yazılmıştı; Sanşiro bunun anlamını çözmeyi başaramadı.

      Ders bitince, Sanşiro belli belirsiz bir yorgunlukla, dirseğini pencerenin pervazına, çenesini de eline dayayarak bahçeyi seyretti. Büyük bir çamla bir kiraz ağacı dikilmişti; aralarından çakıl döşeli geniş bir yol geçiyordu sadece, görünürde başka bir şey yoktu; ama yine de güzel bir manzaraydı. Nonomiya’nın anlattığına göre, burası eskiden bu kadar güzel değildi. Nonomiya’nın bir hocası, adı her neyse, öğrenciyken buralarda atla dolaşmaya çıkmıştı. At komutlarını dinlememiş, ağacın altından geçmişti ve bu yüzden adamın şapkası çam ağacının dallarına takılmıştı. Takunyasının dişleri32 de üzengiye dolanmıştı. Hoca böyle sıkıntıdayken, kampüs girişinin önündeki Kitadoko adlı berber dükkânının çalışanları topluca çıkıp gelmiş ve onun haline neşeyle gülmüşlerdi. O günlerde bir gönüllü, bağış yapıp kampüste bir at ahırı inşa ettirmiş, ahıra üç at ve bir de at terbiyecisi tahsis etmişti. Bu arada, bahsi geçen hoca epey içkici biriydi ve gün gelmiş, o üç at arasından en hası olan beyaz atı satıp parasını içkiye yatırmıştı. Nonomiya, o atın III. Napolyon zamanından33 kalma yaşlı bir hayvan olduğunu söylemişti. Ama at sahiden 3. Napolyon döneminden kalma olamazdı herhalde. Sanşiro, amma da rahatmış o dönemin insanları, diye düşünüyordu ki, az önce karikatür çizmiş olan adam gelip “Üniversitenin dersleri de çok sıkıcı değil mi?” dedi. Sanşiro, öylesine bir yanıt verdi. Aslına bakarsanız Sanşiro öyle toydu ki, dersler sıkıcı mı değil mi diye yargıda bulunamıyordu. Ama o dakikadan itibaren, o adamla ne zaman karşılaşsalar selamlaşıp sohbet eder oldular.

      O gün üstüne nedenini bilmediği bir sıkıntı çöktü, içinden gelmediği için göletin civarında turlamaktan vazgeçip yurda döndü. Akşam yemeğinden sonra notlarını gözden geçirdi, ama okudukları ona ne keyif ne de can sıkıntısı vermişti. Annesine, gündelik konuşma diliyle mektup yazdı: “Okul başladı. Bundan sonra her gün oradayım. Okul çok geniş bir yer ve binalar da çok güzel. Tam ortasında bir gölet var. O göletin etrafında gezinti yapmayı iple çekiyorum. Tramvaylara binmeye yeni alıştım. Size hediye göndermek istiyorum ama ne alacağımı bilemediğimden almadım. İstediğiniz bir şey varsa bana yazın. Bu yılın pirinç fiyatları henüz açıklanmadı, mahsulü satmayıp elde tutsanız iyi olur. Mivatalardan Bayan O-Mitsu’yla da fazla samimi olmasanız iyi edersiniz. Tokyo’ya gelince gördüm ki burası çok kalabalık. Burada adam da çok, kadın da…” Bu gibi şeyleri rastgele anlatıp durdu.

      Mektubu bitirince eline aldığı İngilizce kitabının altı yedi sayfasını okuduktan sonra sıkıldı. Yabancı dilde basılmış bir tek kitabı okumak bana bir şey kazandırmaz, diye düşündü. Uzanıp uyumaya karar verdi, ama uykusu gelmedi. Eğer uykusuzluk hastalığına tutulduysam hemen hastaneye gidip doktora görüneyim, diye düşünürken uyuyakaldı.

      Ertesi gün de tam saatinde okula gidip dersleri dinledi. Ders arasında, bu yılın mezunlarından hangisinin nerede, ne kadar maaşa iş bulduğu konuşulurken kulak misafiri oldu. Birisi, kimlerin hâlâ işsiz kaldığının, kimlerin hangi devlet okulunda kadro için birbiriyle rekabete girdiğinin dedikodusunu yapıyordu. Sanşiro, henüz uzakta olan gelecek bir anda burnunun dibine sokulmuş gibi, belli belirsiz bir baskı hissetti; ama bu hissi çabucak unuttu. Dedikoducular, “Şounosuke” hakkında konuşmaya başlamıştı ve bu sohbet Sanşiro’ya, gelecek kaygısından daha ilginç gelmişti. Koridora çıkıp kendisi gibi Kumamotolu bir sınıf arkadaşına, Şounosuke de kimin nesidir diye sordu; onun konser salonunda sahnelenen bir kukla tiyatrosu olduğunu öğrendi. Bu konser salonu sahnesi nasıl bir yerdir, Hongo’nun neresindedir diye sorduğunda arkadaşı, “Gelecek Cumartesi oraya beraber gidelim,” diyerek onu davet etti. Sanşiro, Tokyo’yu ne çabuk öğrenmiş, diye düşündü; ama sonra o arkadaşının da konser salonuna, ilk kez geçen gece gitmiş olduğunu öğrendi. Sanşiro’nun canı, o salona gidip Şounosuke’yi seyretmeyi nedense çok istemişti.

      Öğle yemeği yemek için öğrenci yurduna dönmeyi tasarlarken, dün karikatür çizen adam gelip, “Hey, hey!” dedi ve onu, kolundan tuttuğu gibi Hongo’nun ana caddesindeki Yokomiken diye bir yere götürüp körili pilav34 ısmarladı. Yodomiken denen bu yerin önündeki dükkânda meyve satılıyordu. Yeni bir binaydı. Karikatür çizen adam, binanın cephesine işaret ederek, “Bu art nouveau tarzı bir binadır,” dedi. Böylece Sanşiro da, mimaride art nouveau tarzının bulunduğunu öğrenmiş oldu. Dönüş yolunda, Aokido’nun35 yerini de öğrendi. Burası üniversite öğrencilerinin sık gittiği bir yerdi. İki arkadaş Kızıl Kapı’dan girip göletin etrafında tur attılar. O zaman Karikatürcü Adam, “Merhum Yakumo Koizumi Hoca öğretmenler odasında bulunmayı hiç sevmez, dersten çıkar çıkmaz bu civarda СКАЧАТЬ



<p>31</p>

1638’dan 1854 yılına dek Japonya kendini dış dünyaya kapattı. Yabancıların ülkeye gelmesi yasaktı. 1854’te, Amerikan savaş gemilerinin Uraga limanına gelmesiyle bu izolasyon devri sona erdi. (ç.n.)

<p>32</p>

Japon takunyası, iki ahşap platform üstünde durur. Diş sözüyle bunlar kastediliyor. (ç.n.)

<p>33</p>

Fransa kralı (Egemenlik Dönemi 1853-1870) (ç.n.)

<p>34</p>

Köri, Japonya’da bir baharatın değil; bu baharatla yapılan et yemeğinin adıdır. (ç.n.)

<p>35</p>

Savunma disiplini Aikido ile alakası yoktur. Aokido, o yıllarda öğrencilerin sık uğradığı bir kafeydi. İsmi, “Mavi Ağaç Salonu” anlamına gelmektedir. (ç.n.)