Mitler ve efsaneler. Неизвестный автор
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mitler ve efsaneler - Неизвестный автор страница 8

Название: Mitler ve efsaneler

Автор: Неизвестный автор

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-7605-98-6

isbn:

СКАЧАТЬ şeylerle uğraşan bu kadınların ortasında durdu ve sesini yükselterek onlara seslendi:

      “Daha ayrıcalıklı kişiler arasında yaşarken, gidip de size hikâyeleri anlatılan bu tanrılara tapacak kadar aptal mısınız? Siz Latona’ya kurbanlar sunarken benim ilahi ismim neden duyulmadan kalsın? Babam Tantalus tanrıların sofrasına oturan tek ölümlü ve annem Dione ise, göklerde yıldız gibi parlayan Pleiades’in kardeşidir. Amcalarımdan biri sırtına yüklediği gökleri taşıyan dev Atlas’tır, büyükbabam Jüpiter ise tanrıların atasıdır. Frigya halkı bana itaat eder; kocamın çaldığı müzikle bir araya getirdiği duvarlarla örülü Cadmus şehri kocamla bana aittir. Sarayımın her köşesi paha biçilemez mücevherle doludur. Elbette başka mücevherlerim de var; başka hiçbir anneye nasip olamayacak yedi güzel kız, yedi kuvvetli oğlan ve birçok gelinimle damadım var. Söyleyin bakalım bu gururum yersiz mi? Bana değil de, titanların adı sanı duyulmamış bu kızına tapmadan önce bir daha düşünün. Bu kadın, koca dünyada yaşayacak yer bulamayıp, haline acıyan Delos’un adasında, tekinsiz bir sığınakta doğurdu çocuklarını. Bu zavallı yaratık, sadece iki çocuğun annesi oldu o izbe yerde. Benim annelik mutluluğumun sadece yedide biri! Kim benim talihimi inkâr edebilir? Kim her daim mutlu olacağımdan şüphe duyabilir? Eğer benim mutluluğumu paramparça etseydi, talih zor durumda kalırdı. Benim kıymetli çocuklarımdan alın birini, yine de sayıları asla Latona’nın iki değersiz çocuğu kadar az olmayacak. Alın kurbanlarınızı buradan! Çıkarın defneden taçlarınızı başınızdan. Evlerinize dönün ve bir daha asla böyle bir aptallık yaptığınızı görmeyeyim!”

      Birdenbire meydana gelen bu olaydan korkan kadınlar, taçlarını saçlarından çıkarıp, kurbanlarını bırakıp evlerine dönerken, hâlâ içlerinden Latona’ya dua ediyorlardı.

      Delos adasında Cynthia Dağı’nın tepesinde, Latona iki evladıyla otururken Teb’de yaşanan bu olayı izlemişti. “Bakın sevgili evlatlarım,” dedi, “ben, sizi doğurduğu için çok mutlu olan ve Juno hariç hiçbir tanrıçaya boyun eğmeyen ben, sonradan görme bir ölümlü tarafından alay konusu oldum. Ve eğer beni korumazsanız, tüm eski ve kutsal sunaklardan silinip gidecek adım! Niobe, sizi de küçük düşürdü; kendi çocukları için sizi bir kenara fırlatıp atmak istiyor.”

      Latona sözlerine devam edecekken Apollo araya girerek, “Daha fazla dövünme anne, bu sadece onun cezasını bir an önce kesmemizi engeller.”

      Hemen o ve kız kardeşi, sihirli bir buluta bürünerek kendilerini gizlediler ve havada usulca süzülerek Cadmus kalesine ve şehrine geldiler.

      Şehir duvarlarının hemen dışında atları yarışlara hazırlamak için kullanılan boş bir arazi vardı. Amphion’un yedi oğlu burada kendilerince eğleniyorlardı, birden en büyük olanı çığlık atarak dizginlerini bıraktı ve atından düştü. Kalbine bir ok saplanmıştı. Birbiri ardına hepsi yere devrildi.

      Kara haber tez yayıldı şehirde. Yedi oğlunun da can verdiğini duyan Amphion kendi kılıcının üstüne düştü. Hizmetkârlarının çığlıkları kadınların olduğu kısma yayıldı.

      Niobe, uzunca bir süre tanrıların böylesi bir intikam aldığına inanamadı. Durumu idrak eder etmez, kendisine yakışmayan bir şekilde, yüce tanrıçanın sunağındaki insanları önüne katarak kibirli bir tavırla şehri arşınladı. Kederinden gözü dönmüş kraliçe, oğullarının olduğu yere aceleyle yol aldı. Kendisini evlatlarının ölü bedenlerine yasladı, her birini tek tek öptü. Kollarını göğe kaldırarak bağırdı: “Gör benim ıstırabımı seni zalim Latona; yedi evladımın ölümü başımı yere eğdirdi. Zafer senin, ey benim muzaffer düşmanım!”

      Niobe’nin yedi kızı, yas kıyafetleri üzerlerinde, salınmış saçlarıyla ağabeylerinin yanlarında duruyorlardı. Onları gören Niobe’nin beyaz yüzüne bir umut ışığı geldi. “Ey muzaffer, bunca kaybıma rağmen yine de senin mutluluğundan daha fazlasına sahibim.”

      Kadın zar zor konuşmaya devam ederken birden gerilen bir yayın sesi duyuldu. Olayı seyreden herkes korkudan kalakaldı, ancak kötü talihi Niobe’yi öyle güçlendirmişti ki hiç korkmadı.

      Derken kızlardan biri elini göğsüne götürdü, etine saplanmış oku çekip çıkardı ve bilinçsiz bir şekilde yere yığıldı. Kızlardan bir diğeri annesini teselli etmek için hızlıca yanına giderken, vücudunda açılan gizli bir yara yüzünden birden yere düştü. Bir tek kız kalana kadar hepsi teker teker yere düştü. Kız, Niobe’nin kucağına koştu ve tıpkı bir çocuk gibi başını annesinin kıyafetleri arasına gömdü.

      Niobe, “Bu evladımı bırak bana,” diye bağırdı. “En küçüğü o!”

      Fakat daha yakarışı bitmeden kızının cansız bedeni kucağından kayıp düştü ve Niobe kızlarının ve oğullarının ölü bedenleri arasında tek başına kaldı. Kederden dili tutulmuştu. Saçları bile kımıldamıyordu. Yüzü bembeyaz kesilmişti. Dertli çehresindeki gözleri hareket etmiyordu. Vücudunun hiçbir yerinde en küçük bir yaşam belirtisi yoktu. Damarları kan taşımayı durdurdu, boynu kaskatı kesildi, kolları ve ayakları sertleşti; tüm vücudu soğuk, cansız bir taşa dönüştü. Taş olmuş gözlerinden akmaya devam eden yaşlar hariç, hiçbir yaşam belirtisi kalmamıştı.

      Sonra çok kuvvetli bir rüzgâr taşa dönüşen sureti aldı, denizleri aşarak onu Sipylus’un falezleri altındaki, çıplak dağların içine kurulmuş Lidya’ya getirdi. Burası, Niobe’nin memleketiydi. Burada, dağın tepesinde, Niobe mermerden yapılmış bir heykel gibi hareketsiz kalacaktı artık. Ve o gün bugündür, bir annenin kederli çehresinden süzülen yaşları orada görebilirsiniz.

      Gorgon Başı

      Perseus, bir kralın kızı olan Danae’nin oğluydu. Henüz daha küçük bir çocukken, kötü kalpli bazı insanlar onu ve annesini bir sandığa kapatarak, denize bıraktılar. Rüzgâr estikçe sandık kıyıdan uzaklaşıp sürükleniyordu. Sonrasında güçlü dalgalar sandığı bir ona yana bir bu yana sallamaya başladı. Heybetli büyük dalgalar köpürerek üstlerine geliyordu, Danae de hemen oğlunu bağrına bastırdı. Gece olduğunda sandık biraz duruldu; ne battı ne de alabora oldu. Bir adanın yakınlarında süzülüyordu ki balıkçının birinin ağına takıldı. Hemen dışarı çıktılar ve kumda iyice kurudular. Bu adanın ismi Seriphus’tu ve balıkçının kardeşi olan Kral Polydectes tarafından yönetilmekteydi.

      Bunu söylemekten pek memnunum ki, bu balıkçı son derece insancıl ve doğru düzgün bir adamdı. Danae ve oğluna çok kibar davrandı; Perseus büyüyüp de çok yakışıklı, çok güçlü ve eli silah kullanmaya pek yatkın bir delikanlı oluncaya dek onlarla arkadaşlık yapmaya devam etti. Kral, bu zamandan çok daha öncesinde, yüzen bir sandıkta topraklarına gelen bu yabancıları, yani Danae ve oğlunu, görmüştü. Erkek kardeşi balıkçı gibi kibar ve iyi kalpli olmayan bu adam kötülük dolu birisiydi. Bu sebeple çareyi, Perseus’u çok tehlikeli ve hatta ölümüne bile sebep olabilecek bir göreve göndermede buldu, böylece Danae’ye istediği kötülüğü yapabilecekti. Böylece kötü kalpli kral, genç bir adama verebileceği en tehlikeli görevin ne olabileceğine dair düşünmeye başladı. Nihayet aklına Perseus’u göndermek için çok tehlikeli bir fikir geldi.

      Genç adam saraya geldi ve kralı tahtında otururken buldu.

      “Perseus,” dedi СКАЧАТЬ