Название: Mitler ve efsaneler
Автор: Неизвестный автор
Издательство: Maya Kitap
isbn: 978-605-7605-98-6
isbn:
Köpeği, Acheron13 yakınlarında otururken buldu. Hayvanın kafalarından çıkan, adeta korkunç bir fırtınanın aksiymiş gibi yayılan kükremelere aldırış etmeden köpeği bacaklarından yakalayıp kolunu boynuna doladı. Hayvanın ejderhadan kuyruğu Herkül’ün göğsünü ısırdı ancak Herkül köpeği bırakmadı.
Kerberos’u boynundan sıkıca kavrayan Herkül, hayvana tam anlamıyla hükmedene dek onu tutmaya devam etti. Ardından hayvanı kaldırarak Hades’in diğer çıkışından uzaklaşarak mutluluk içinde yurduna döndü. Gün ışığını görünce korkudan etrafa zehirli salyalar akıtan köpeğin salyalarının döküldüğü yerlerde zehirli bitkiler bitmeye başladı. Zincirlediği hayvanı Tiryns’e getirip şaşkınlık içindeki Eurystheus’a sundu. Kral, gözlerine inanamıyordu.
Euryshteus, can düşmanından kurtulup kurtulamayacağına artık emin değildi. Kaderine teslim oldu ve kahramanın gitmesine izin verdi. Herkül de köpeği aşağı dünyadaki sahibine teslim etti.
Böylece, verilen tüm görevleri tamamladıktan sonra Eurysheus’un nihayet azlettiği Herkül, Teb’e geri döndü.
Deukalion ve Pyrrha
Tunç Devri14 insanları henüz yeryüzünde yaşamlarını sürdürürken, Jüpiter’in kulağına insanoğlunun kötülük peşinde olduğuna dair söylentiler geldi. Jüpiter bunun üzerine bu söylenenlerin aslı olup olmadığını öğrenmek amacıyla insan kılığına girerek yeryüzüne inmeye karar verdi. Gittiği her yerde, gerçeğin söylenenlerden daha ılımlı olduğunu gördü.
Bir akşam alacakaranlığında, zalim hükümdarlığıyla bilinen Kral Lycaon’un ücra barınağına girdi. İçerdeki kalabalık, tanrı olduğuna dair alametler gösteren Jüpiter’in önünde diz çöktü fakat Lycaon kalabalığın dualarına kulak asmadı.
“Görelim bakalım,” dedi, “bir tanrı mı yoksa bir ölümlü mü?”
Bunun üzerine, pineklediği yerden öleceğinden bihaber bu misafiri yok etmeye karar verdi. Fakat öncesinde, Molossianların gönderdiği zavallı rehineyi öldürdü, adamın yarı canlı organlarını kaynayan suda haşlayıp ateşte pişirdikten sonra misafirinin önüne akşam yemeği olarak sundu.
Tüm bunlardan haberi olan Jüpiter, masadan kalktı ve tanrıtanımaz bu adamın kalesini öfkeyle ateşe verdi. Korkan kral boş araziye kaçtı. Ağzından çıkan ilk ses bir uğultuydu; kıyafetleri kürkü, kolları bacakları haline gelen adam kana susamış bir kurda dönüşmüştü.
Olimpos’a dönen Jüpiter, tanrılar konseyini topladı ve bu pervasız insan ırkını ortadan kaldırmaya karar verdi. İlk başta insanoğlunun üzerine şimşeklerini yollamayı düşündü fakat gökyüzünün ateş alıp kâinatın eksenini yok edebileceği korkusuyla vazgeçti bu fikrinden. Kiklopların onun için tasarladığı şimşek asasını bir kenara bırakıp, göklerden yolladığı yağmurlarla insan ırkını yeryüzünden silmeye karar verdi.
Kuzey Rüzgârı ve bulutları dağıtan diğer tüm rüzgârlar derhal Aeolus15 Mağarası’na kapatıldı, sadece Güney Rüzgârı salındı dışarıya. Bulutların ağırlaştırdığı sakalı, karanlığın sardığı korkunç suratıyla yeryüzüne inen Rüzgâr’ın beyaz saçlarından sel akıyordu. Kaşları sisle kaplanmıştı, bağrından sular damlıyordu. Gökleri kuşatmış bulutları ele geçiren Güney Rüzgârı hepsini ellerine alarak sıkmaya başladı. Gökler gürledi, büyük bir yağmur tufanı koptu. Kalan tüm ekinler yüzünü toprağa döndü, çiftçilerin umudu, koskoca yılın bütün emeği yok olup gitmişti.
Denizler Tanrısı Neptün de kardeşinin yardımına koştu. Bütün nehirleri bir araya toplayarak, “Akıntılarınızın dizginlerini bırakın, evlere girin, tüm barajları yıkın!” dedi.
Nehirler, hemen tanrının dediğini yaptı. Neptün’ün kendisi de üç çatallı mızrağını toprağa saplayarak tufanı yeryüzüne davet etti. Açılan yarıklardan taşan dereler tarlaları kapladı; ağaçları, tapınakları ve evleri yerlerinden söküp attı. Sarayın duvarları da sularla kaplandı, en yüksek kuleleri bile suların altında kaldı. Kara ve deniz artık bir bütündü; sel, dört bir yanı kaplamıştı.
İnsanlar kendilerini ellerinden geldiğince kurtarmaya çalıştılar. Dağların en tepelerine tırmananlar, botlarına atlayıp kürek çekenlerin hepsi şimdi yıkılmış evlerin çatılarında, talan olmuş üzüm bağlarının tepelerindeydiler. Balıklar, en yükseklerdeki ağaçların dalları arasında yüzüyordu. Yaban domuzları da sele kapılmıştı. Su insanları sürükleyip götürmüş, kendilerini kurtaranlar da çorak alanlarda açlıktan ölüp gitmişlerdi.
Phocis bölgesindeki yüksek dağlardan birinde, hâlâ etrafı sarmalayan suların altında kalmamış iki doruk noktası vardı. Bu, büyük Parnassos Dağı’ydı. Bu akıntıda yüzen bir kayığın içinde Prometheus’un oğlu Deukalion ve karısı Pyrrha vardı. Daha önce, doğruluk ve dürüstlük yoluyla tüm bunları aşan hiçbir erkek ve kadın olmamıştı. Göklerden yeryüzünü seyreden Jüpiter, binlercesinden geriye yalnızca bir ölümlü çiftin kalmış olduğunu gördü. Her ikisi de kendilerini tanrılara adamıştı. Hemen bulutları bir araya toplaması için Kuzey Rüzgârı’nı çağırdı. Gök ve yer yeniden birbirinden ayrıldı.
Bunun üzerine denizlerin efendisi Neptün de üç çatallı mızrağını çekip aldı topraktan, tufanı dindirdi. Okyanuslar kıyılarına kavuştu, nehirler yataklarına döndü. Ağaçlar çamur kaplı gövdeleriyle meydana çıktı, tepeler yeniden göründü ve nihayet, kara ortaya çıkmaya başladı. Yeryüzü eski haline dönmüştü.
Deukalion çevresine bakındı. Her yer talan olmuştu, etrafı bir ölüm sessizliği sarmıştı. Yanaklarından süzülen gözyaşlarıyla karısı Prryha’ya, “Sevgilim, ömrümün biricik yoldaşı, etrafımızı saran bu yerde yaşayan hiçbir canlı görmedim. İnsanların yeniden yeryüzünde nefes almasını sağlamalıyız, görünüşe göre kalanların hepsi tufanda boğulup ölmüşler. Bizim bile yaşayıp yaşamayacağımız kesin değil. Gördüğüm her bulut içime bir korku veriyor. Tüm tehlike geçse bile, yalnız başımıza bu ıssız dünyada ne yaparız? Ah, babam Prometheus bana insan yaratma ve onlara can verme sanatını öğretmişti,” dedi.
Ardından birlikte gözyaşı döktüler. Tanrıça Themis’in yarısı yıkılmış sunağının önünde diz çökerek dua etmeye başladılar. “Söyle bize, ey Tanrıça, yok olup giden insan ırkını yerine ne yaparak koyabiliriz? Ah, yardım et dünyanın yeniden hayat bulmasına!”
“Sunaktan ayrılın!” dedi tanrıçanın sesi. “Başınızı açın, kıyafetlerinizi çözün ve annenizin arkanızda kalan kemiklerini toplayın.”
Uzun bir süre, Deukalion ve Prryha tanrıçanın bilmece gibi sözlerinin ne anlama geldiğini anlamaya çalıştılar. Sessizliği bozan ilk kişi Prryha oldu. “Beni affedin ey soylu tanrıçam,” dedi. “Ancak bu dediğinizi yapıp, annemin kemiklerini boşa harcamaya razı olamam.”
СКАЧАТЬ
13
Ölüler Şehri’nde bir ırmak. (ç.n.)
14
Yunan ve Roma mitolojisinde insanoğlunun yaşadığı çağlar, insanın yeryüzünde varoluşunun basamaklarını anlatır. Bu çağlar, Hesiod’a göre beş, Ovid’e göre dört dönemden oluşur. Tunç Devri, her iki anlatıda da insanların kötülüklerinin çoğaldığı, ruhlarının yok olarak savaşa ve yıkıma taptıkları bir dönem olarak tasvir edilir. Apollodorus’un Bibliotheca’sına göre, Jüpiter saldırganlaşan ve yamyamlaşan insanları cezalandırmak için büyük bir tufan meydana getirerek bu döneme son vermiştir.
15
Rüzgârların ilahi koruyucusu ve yüzer ada Aeolia’nın efsanevi kralı.