Cennetin bu yakası. Фрэнсис Скотт Фицджеральд
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cennetin bu yakası - Фрэнсис Скотт Фицджеральд страница 16

Название: Cennetin bu yakası

Автор: Фрэнсис Скотт Фицджеральд

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-88-7

isbn:

СКАЧАТЬ dair bir fikir uyandırmaya çalışıyordu. O bir şair olduğundan Amory’den daha geleneksel biriydi ve sıradan biri olması için tek gereken şey saçlarını ıslatması, kısıtlı bir sohbet yelpazesi ve daha koyu kahverengi bir şapkaydı. Eşsiz meziyetler daima onları önemsemeyen insanlara nasip olurdu, D’Invilliers de Amory’nin çabalarına biraz gücenmişti. Böylece Amory buluşmalarını haftada bire indirdi ve ara sıra onu Pansiyon 12’ye getirdi. Bu durum diğer birinci sınıflar arasında hafif bir alay konusu halini aldı ve diğerleri onlara “Doktor Johnson ve Boswell”20 demeye başladı.

      Amory’nin bir diğer ziyaretçisi Alec Connage onu sevmesine seviyordu, ama bir yandan da ince zevkleri yüzünden ondan çekiniyordu. Tom’un şairane meziyetlerine ve derinliğine saygı duyan Kerry, onun yanında son derece mutlu oluyor ve Amory’nin kanepesine uzanıp gözlerini kapayarak saatlerce onun şiir okumasını dinleyebiliyordu:

      “Uyuyor mu yoksa uyanık mı? Onun gerdanı

      Defalarca öpülesi, üzerinde yalnızca belli belirsiz mor bir leke

      İçinden kan akıp gidiyor kederle

      Usulca ve usulca canını yakıyor, oysa bembeyaz teni bir lekeye göre”

      Kerry yavaşça “Bu çok iyiydi,” dedi. “Holiday’lerin büyüğü beğendiğine göre bunu yazan iyi bir şair olmalı,” diye ekledi. Tom dinleyicilerden memnundu, ta ki Amory ve Kerry kendisi gibi tüm şiirleri ezberleyene kadar Poems ve Ballads’tan seçkiler yapmayı sürdürdü.

      Amory ilkbaharda öğleden sonraları Princeton civarındaki malikânelerin bahçelerinde yapay göllerde yüzen kuğuların ve söğütlerin üzerinden süzülen ahenkli bulutların yarattığı etkileyici atmosfer eşliğinde şiir yazmaya başladı. Mayıs çabucak geliverdi, birdenbire duvarlara tahammül edemez hale gelen Amory yıldız ışığı ve yağmur altında saatlerce yerleşkeyi dolaşır oldu.

Sembolik Nemli Bir Ara

      Gece sisi çökmüştü. Sis ayın etrafında dalgalanıp, kulelerin sivri tepelerinde kümelenip aşağı çöktükçe hayal meyal görünen çatıları gökyüzüne doğru uzanıyor gibi oluyordu. Gündüz karıncalar gibi etrafa üşüşen şekiller geceyle birlikte karanlık gölgeler halini alıp, bir görünüp bir kaybolur olmuştu. Soluk sarı bir ışıkla çevrelenen Gotik binalar ve kemerli avlular karanlıkta korkunç şekiller alarak daha gizemli bir havaya bürünmüştü. Uzaklardan bir çan sesi saatin çeyreği vurduğunu ilan etti; Amory güneş saatinin yanında durdu ve nemli çimenlere boylu boyunca uzandı. Serinlik gözlerini yaşartarak zamanın akışını yavaşlattı. Tembel nisan öğleden sonralarında sinsice geçip giden zaman, uzun ilkbahar alacakaranlığında kavranılamaz bir hal alıyordu. Her gece son sınıfların şarkıları melankolik bir güzellikle okulda çınlıyor ve öğrencilik bilincini çevreleyen kabuğu kırarak bu gri duvarlara, Gotik zirvelere ve yitip giden çağların saklandığı diğer her şeye daha da derin bir saygı ve bağlılık duymasına sebep oluyordu.

      Odasının penceresinden gözüken kule yukarı doğru incelerek sivri bir koni şeklini alıyor, sabahın erken saatlerinde en tepedeki sivri ucu görünmez hale gelerek ona yalnızca birbirini takip eden havarilere ev sahipliği yapan figürlerin faniliğini ve önemsizliğini hatırlatıyordu. Gökyüzüne doğru uzanan yapısıyla Gotik mimarinin üniversitelere son derece uygun olduğunu biliyordu ve bu fikir ona mahsustu. Uzayıp giden yeşillikler, sessiz koridorlarda geç saatlerde yakılan öğrenci ışıkları hayal gücüne bir çırpıda nüfuz ediyor ve sivri kulelerin fazileti bu anlayışın bir sembolü haline geliyordu.

      Yüksek sesle “Lanet olsun,” dedi, nemden ıslanan ellerini saçlarının arasında dolaştırdı. “Önümüzdeki sene çalışacağım!” Yine de şu an sivri kulelerin üzerinde yarattığı boyun eğdirici etkinin daha sonra kendisini yıldıracağını biliyordu. Şu an sadece kendi mantıksızlığının farkına varıyordu, çaba gösterdiği takdirde çaresizliğini ve yetersizliğini de idrak edecekti.

      Üniversite rüyası uyanık bir şekilde devam ediyordu. Ürkek bir heyecan duydu. Bu bir ırmaktı, eğer bir taş atacak olsa suda oluşacak zayıf dalgalar sanki taşı elinden bırakır bırakmaz yok olacaktı. Henüz hiçbir şey vermemiş ve hiçbir şey almamıştı.

      Bir yerlere geciken bir birinci sınıf öğrencisi, muşamba yağmurluğunu gıcırdatarak çamurlu patikada bata çıka yürüyordu. Uzaklardan, görünmeyen bir pencerenin altından bir ses zekice bir öneride bulunarak “Kafanı kaldır!” diye seslendi. Sonunda sisin ardından gelen yüzlerce irili ufaklı sesin farkına vardı.

      Aniden “Ah Tanrım!” diye bağırdı ve sessizlikte kendi sesinden ürktü. Yağmur çiseliyordu. Bir dakika daha kıpırdamadan elleri başının arkasında kenetlenmiş bir halde yattı. Sonra ayağa kalktı ve gayri ihtiyari üstünü silkeledi.

      Güneş saatine dönerek “Çok fena ıslanmışım!” dedi.

Tarihsel

      Birinci sınıfı izleyen yaz savaş başladı. Almanların Paris saldırısına duyduğu kumarbazlara has bir merak dışında olaylar onu ne korkutuyor ne de ilgisini çekiyordu. Zevkli bir melodram karşısında takınabileceği bir tutumla savaşın uzun ve kanlı olmasını umuyordu. Eğer savaş uzun sürmezse kendini tarafların yumruklaşmayı reddettiği ödüllü bir dövüş maçındaki öfkeli bilet sahibi gibi hissedecekti.

      Tüm tepkisi bundan ibaretti.

“Ha-Ha Hortense!”

      “Pekâlâ midilliler!”

      “Hadi acele edin!”

      “Hey, midilliler! Şu barbut oyununa ara verip işinizin başına geçmeye ne dersiniz?”

      “Hey midilliler!”

      Oyuncu koçu küplere binmişti, Triangle Kulübü başkanı otoriteden kaynaklanan öfke patlamaları ve yorgunluktan kaynaklanan taşkınlıklar arasında gidip gelen endişeli bakışlarla ruhsuz bir şekilde oturmuş gösterinin Noel turnesine nasıl yetişeceğini düşünüyordu.

      “Pekâlâ. Korsan şarkısından alıyoruz.”

      Midilliler sigaralarından son fırtları çekerek yerlerine geçtiler, başaktris öne geldi, el ve ayaklarını havalı bir şekle sokup öylece durdu. Koç, el çırpıp ayaklarını yere vurarak tempoyu verdi ve dans başladı.

      Triangle Kulübü kargaşa içindeki kocaman bir karınca yuvasıydı. Her sene Noel tatili boyunca oyuncuları, korosu, orkestrası ve dekoruyla birlikte müzikal bir komedi sergilemek üzere turneye çıkardı. Oyun ve müzik, öğrencilere aitti ve kulübün kendisi de her sene üç yüz kişinin rol kapabilmek için kıyasıya mücadele ettiği en saygın cemiyetlerden biriydi.

      Amory ikinci yılın ilk yarısında düzenlenen Princetonian yarışmasını kolaylıkla kazanarak Korsan Yüzbaşı Kaynar Yağ rolüne seçildi. Son bir haftadır öğleden sonra ikiden sabah sekize kadar her gece gazinoda sade ve sert kahveyle ayakta durmaya çalışarak Ha-Ha-Hortense! oyununu prova ediyor, günün geri kalanını ise ders aralarında uyuyarak geçiriyordu. Gazino, enteresan manzaralara sahne oluyordu. Ambara benzeyen bu büyük bina kız gibi giyinen erkekler, korsan gibi giyinen erkekler, bebek gibi giyinen erkeklerle dolu bir oditoryumdu. Dekor henüz inşaat halindeydi, ışıkçılar sahne ışığını öfkeli gözlere tutarak prova yapıyor, orkestra durmadan aletlerini akort ediyor ya da neşeli bir Triangle melodisi çalınıyordu. Sözleri yazan çocuk köşede durmuş СКАЧАТЬ



<p>20</p>

İngiliz edebiyatının önemli isimlerinden Doktor Samuel Johnson’a (1709-1784) ve onun İngiliz edebiyatı için büyük önem taşıyan biyografisini yazan James Boswell’e (1740-1795) atıfta bulunuyorlar. (ç.n.)