Büyülü şehir. Эдит Несбит
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Büyülü şehir - Эдит Несбит страница 11

Название: Büyülü şehir

Автор: Эдит Несбит

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-06-1

isbn:

СКАЧАТЬ kendimi görüyorum.

      Büyüyoruz.

      Değişen yıllarla beraber

      ben de öyle değişmişim ki

      geriye dönüp baktığımda bulduğum kişi

      nasıl ben olabilirim,

      bilmiyorum.

      Görkemli ve muhteşem,

      âdeta bir dev gibi duruyordum

      üzeri karanlık ormanla kaplı

      beyaz bir yamaçta.

      Aşağıda durgun ve pırıl pırıl suları akıyor

      güzel mi güzel bir körfezin.

      Beyaz yamaçlarla çevrelenmiş,

      sakin ve berraktı.

      Uyuyordu sessiz, sıcak havada.

      Çıplak ve güçlü halde

      tek başıma dimdik duruyordum.

      Kollarım, bacaklarım

      saf altını andıran ışıkta parlıyordu.

      Hemen altımdan akıp giden sular

      bir şey bekliyordu.

      İşte bekledikleri o şey bendim.

      Eğildim, sonra suya girdim.

      Dalgalar üzerime sıçrıyordu.

      Küçücük bir denizde bir devdim.

      Dört yanda tepeleri ağaçlarla kaplı

      bembeyaz yamaçlar vardı.

      Uzanırken sonlanmakta olan

      günün ihtişamını izliyordum.

      Denizimi huzursuz eden rüzgârlar yoktu.

      Gün ışığı altın camlı pencerelerden geliyordu sanki.

      Beyaz yamaçlar yükseliyordu başımın üzerinde,

      berrak denizin saflığı, mükemmelliği

      ve enginliğiyle çevremde.

      Bense yamaçların ve denizin efendisiydim.

      Bir de üzerimde parlayan altın ışığın.

      Millerce uzakta dev ayaklarım,

      sessiz okyanustan çıkan kayalar gibi yükseliyordu.

      Üstlerine bir deniz feneri yapılabilir,

      yolcu gemilerine

      hangi yoldan gitmemeleri gerektiğini gösterebilirdi.

      Ben yamaçlarla kuşatılmış

      o denizin efendisiydim.

      Ellerimi çırptım, dalgalar üzerimi kapladı.

      Vücudumun çukurlarında küçük kayalık göletler oluşmuştu,

      küçük deniz hayvanlarının oynayabileceği yerlerdi bunlar.

      Bir diğer tekne gururla elime çıktı.

      Güvertesinde bin mızrak duruyor.

      Tekneyi harekete geçirdim,

      tam hızla fildişi direkli gemiye doğru gitti.

      Yün bir yelken ve delikli bir güverte.

      Her ikisi de suya batarak dehşet verici bir enkaza dönüştü!

      Dalgaların altından koşturdum.

      Hayali kumların üzerindeydi elim.

      Kaygan derili kahverengi deniz faresi,

      kaçmıştı, dizimin altındaki derin çukura.

      Sonunda onu yakalayıp

      suya batmış göğsümün çukurlarına kapattım.

      Sonra oracıkta uzanmış,

      sıcacık ve yumuşak sulara sarınmışken

      bir büyük ses haykırdı uzak bir kıyıdan.

      Ve artık bir dev değildim ben.

      “Çık dışarı, çık dışarı,” diye bağırıyordu kudretli ses.

      “On beş dakikadır içeridesin.

      Su soğudu. Haydi, Pip, Efendim.

      Dışarı çıkın. Saçlarınız sırılsıklam,

      artık yatma vakti.”

      Büyülü denizin sularından çıktım.

      Kölelerim olmuş gemileri bıraktım.

      Delikli güvertesiyle sabunluk,

      sulara gömülüp yıkılan tırnak fırçası,

      sabun bezinden yelken,

      geminin direği olan diş fırçası

      ve kaygan sabun -fare.

      Hepsini nihayet bıraktım.

      O büyülü denizden çıkıp seslendim

      çünkü kurulanmam

      ve bir dev olmanın zevkinden vazgeçip

      yatağıma gitmem gerekiyordu.

      Güzelce yıkanıp temizlenmiş uslu bir çocuk olarak.

      Şiirin hepsini hatırladığında ikinci kez banyo yapmıştı. Dolaptan aldığı sıcak havlularla güzelce kurulandıktan sonra giyinmek için odasına döndü. Artık iyice acıkmıştı. Hemen kahvaltı yapmak istiyordu. Bu yüzden olabildiğince hızlı bir şekilde giyindi. Ayakkabı bağcıklarını bile doğru düzgün bağlayamamıştı. Öyle ki aceleden yakalığını yere düşürdü. Onu almak için eğildiğindeyse gördüğü rüyayı hatırladı. Biliyor musunuz, ilk kez düşünmüştü o rüyayı. Hakikaten düşünmeye değer bir şeydi o rüya.

      Şimdi en önemli mesele kahvaltıydı. Philip gerçekten çok acıkmış olarak aşağı indi. “Aşağı iner inmez kahvaltımı isteyeceğim,” dedi. “Karşıma çıkan ilk kişiden bunu rica edeceğim.” Gelgelelim kimseyle karşılaşmadı.

      Merdivenlerde kimse yoktu. Salonda, yemek odasında ve misafir odasında da öyle. Kütüphane ve bilardo odası bomboştu. Çocuk odasının kapısı ise kilitliydi. Philip çuha kaplamalı kapının ardındaki alana yöneldi. Burası hizmetçilere ayrılmış olan müştemilattı. Mutfakta, hizmetçiler odasında, kilerde, bulaşıkhane ve çamaşırhanede, ambarda tek bir kişi yoktu. O kocaman evde -karşıdan gözüktüğünden çok daha büyüktü çünkü arkaya doğru uzanan uzun kanatları vardı- Philip’ten başka kimsecikler yoktu. Yukarı çıkıp bütün yatak odalarına, küçük resim galerisine, müzik odasına, hizmetçilerin yatak odaları ve tavan aralarına bakmadan bundan emin olmuştu bile. O tavan aralarında ilginç şeyler vardı ama Philip bunu sonradan hatırladı. Şimdi merdiven basamaklarını üçer üçer iniyordu. Bütün odaların kapıları bıraktığı gibi açıktı. Ama her nedense o açık kapılar onu her şeyden çok korkutmuştu. Koridorlarda koşturdu. Merdivenleri indi. Sonra öteki açık kapıları geçip arka mutfaktan çıktı. Tuğla duvarın kenarındaki yosun tutmuş yolu yürüyüp üç porsuk ağacının etrafını dolaştı ve binek taşını geçip ahırın önüne geldi. Burada da kimse yoktu. Ne arabacı ne de seyis yamakları ortalıktaydı. Ayrıca ahırın içi, arabalık, koşum odası ve samanlık boştu.

      Philip eve geri dönmemesi gerektiğini düşünüyordu. Korkunç bir şey yaşanmış olmalıydı. Acaba çiftlik evinin hizmetçilerini biri mi kaçırmıştı? Philip dadıyı düşündü. En azından onun için böyle bir şey ihtimal dışıydı. Belki de büyüydü bu! Uyuyan Güzel masalındaki gibi bir şey olmuştu! Ama bu sefer СКАЧАТЬ