Beyaz muhafız. Михаил Булгаков
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Beyaz muhafız - Михаил Булгаков страница 7

Название: Beyaz muhafız

Автор: Михаил Булгаков

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-65-8

isbn:

СКАЧАТЬ Tren bu gece saat birde hareket ediyor…”

      Bu konuşmadan yarım saat sonra şahinli odadaki her şey altüst olmuştu. Yerde bir bavul vardı. Bavulun destekli iç bölmesinin kapağı açıktı. Elena, dudaklarının kenarındaki kırışıklıklarla bitkin ve ciddi görünüyor, sessiz sedasız gömlekleri, iç çamaşırlarını ve havluları bavula dolduruyordu. Dizlerinin üzerine çökmüş olan Talberg, el yordamıyla şifonyerin en alt çekmecesinde anahtarlarını arıyordu. Çok geçmeden oda, toplanıp orayı terk etmenin, hatta daha da kötüsü abajurun yerinden çıkarılmasının neden olduğu perişan bir görüntüye büründü. Bir abajur asla ama asla yerinden sökülmemeli. Abajur kutsal bir şeydir. Tehlikeden kaçıp bilinmezin içinde kaybolan bir sıçan gibi. O abajurun gölgesinde kitap oku ya da kestir; bırak fırtına dışarıda uğuldasın ve onlar gelip seni alana kadar bekle.

      Talberg kaçıyordu. Doğrulup ağır bavulun altına saçılmış yırtık pırtık gazete parçalarını ayaklarının altında ezdi. Uzun paltosunu giydi, kulaklıklı siyah sade kalpağını ve gri-mavi Atamanlık rozetini taktı. Kılıcı da belindeydi.

      Şehrin 1 No’lu yolcu istasyonunun uzun yol peronunda tren yerini almıştı, fakat lokomotifi ortada yoktu. Bu haliyle başı olmayan bir tırtıl gibi görünüyordu. Tren, her biri beyaz elektrik ışığıyla kör edici bir parlaklığa sahip dokuz vagondan oluşuyordu. Gece saat birde hareket etmek ve General Von Bussow ile garnizonunu Almanya’ya götürmek üzere hazırdı. Talberg’i de yanlarında götürüyorlardı; o doğru karargahı etkilemişti… Ataman’ın vekilliği, budala ve sefil bir komik opera gibiydi (Tal-berg kendisini keskin ve sıradan terimlerle ifade etmeyi severdi) tıpkı Ataman’ın kendisi gibi. Çünkü her şey gittikçe daha da sefilleşiyordu…

      “Bak, hayatım (fısıltıyla) Almanlar Ataman’ı sallantıda bırakıp gidiyorlar ve Petlyura’nın ilerleme ihtimali fazlasıyla yüksek… Bunun ne anlama geldiğini biliyorsun…”

      Elena bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Elena hepsini çok iyi biliyordu. 1917 yılının Mart ayında, kırmızı kol bandı takma olayını askeri akademiye ilk rapor eden kişi Talberg olmuştu -gerçekten ilk. Bu, şehirdeki bütün subayların Petersburg’dan gelen haberler karşısında adeta taş kesilerek olan biteni duymamak için karanlıklara saklandıkları, devrimin o ilk günlerinde olmuştu. Devrimci Askeri Komite’nin bir üyesi olarak, meşhur General Petrov’u tutuklayan da Talberg’den başkası değildi. O çok önemli yılın sonlarına gelinirken şehirde hem tuhaf, hem de harika şeyler yaşandı ve birtakım kişiler ortaya çıkmaya başladı –ayaklarında botları olmayan fakat şalvar adı verilen bol, çuval gibi Ukrayna pantolonları, asker parkalarının altından bile fark edilen insanlar. Bu kişiler şehri hiçbir şekilde terk etmeyeceklerini, çünkü savaşın onların meseleleri olmadığını ve şehirde kalmak istediklerini ilan ettiler. Bunun son derece yersiz olduğunu ve sefil bir komik operadan farksız olduğunu düşünen Talberg çok sinirlenmişti. Ve bir noktaya kadar haklı da çıkmıştı: Sonuçlar operayla benzerlik taşıyordu, fakat akan kanın çokluğuna bakılınca ortada komik bir durum görünmüyordu. Bol pantolon giyen adamlar, ormanlardan ve Moskova tarafındaki ovalardan gelen bazı düzensiz askeri birlikler tarafından iki kez şehirden sürüldüler. Talberg şalvarlı adamların önemsiz maceracılar olduklarını ve meşru kuvvetin kaynağının, her ne kadar kökleri Bolşevik köklerinden gelse de, Moskova olduğunu söylemişti.

      Fakat bir Mart günü gri renkli rütbeleri, başlarında kendilerini şarapnel parçalarından koruyan kırmızı-kahverengi metal miğferleri ile Almanlar şehre geldiler. Alman süvariler de öyle kaliteli başlıklar takıyor ve o kadar muhteşem atlara biniyorlardı ki Talberg gücün artık kimde olduğunun anında farkına vardı. Alman topçularının gerçekleştirdiği birkaç ağır saldırının ardından Moskovalı adamların cesetleri ormanın içindeki mavi hattın ardında bir yerlerde çürüyerek ortadan kayboldu. Şalvarlı adamlar ise Almanların gelişinden sonra sessizce yeniden şehre döndüler. Bu büyük bir sürprizdi. Talberg utanarak gülümsemiş, fakat korkmamıştı. Çünkü Almanlar orada oldukları sürece şalvarlılar hareketlerine dikkat ettiler, birilerini öldürmeye kalkışmadılar. Hatta sokaklarda dolaşırken bile kendilerinden pek de emin olmayan misafirler gibi ihtiyatlıydılar. Talberg, onların kökleri olmadığını söylüyordu ve yaklaşık iki ay boyunca yapacak hiçbir işi yoktu. Bir gün Nikolka Turbin, Talberglerin odasına girdi. Gördüğü manzara karşısında kendini gülmekten alıkoyamadı: Talberg oturmuş, büyük bir kağıt parçasına dilbilgisi alıştırmaları yazıyordu ve önünde ucuz gri kağıda basılmış ince bir kitap duruyordu. Kitabın üzerinde şunlar yazılıydı:

Ignatii PerpilloUKRAYNACA DİLBİLGİSİ

      1918 Nisan’ındaki Paskalya yortusunda, kubbe biçimindeki çatısına kadar insanlarla dolup taşan sirk salonunun elektrikli ark ışıkları neşeyle vızıldadı. Uzun boylu, bakımlı, askeri bir figür olan Talberg arenanın ortasında durmuş, el kaldırmak suretiyle verilen oyları sayıyordu. Bu, şalvarlıların sonuydu. Artık bir Ukrayna devleti olacaktı, fakat bu devlet bir ‘Atamanlık’ Ukrayna’sı olacaktı – ‘Ukrayna Atamanı’ seçimi yapıyorlardı.

      “Moskova’daki o komik operadan sağ salim kurtulduk” dedi, Talberg. Tuhaf görünümlü Atamanlık üniforması, Turbinlerin evindeki o tanıdık eski duvar kağıdı ile uyumsuzluk arz ediyordu. Saatin ding-dongları, bu küçümseme karşısında boğuklaştı ve bütün güzellikler çatlaktan sızarak gitti. Nikolka ve Aleksey, Tal-berg ile hiçbir ortak noktaları olmadığını keşfetmişlerdi. Onunla herhangi bir konuda konuşmak fazlasıyla zordu, çünkü laf ne zaman politikaya gelse Talberg kontrolünü kaybediyordu. Özellikle de Nikolka’nın, “Mart ayında ne diyordun sen, Sergey…?” ifadesiyle söze başlayacak kadar densiz olduğu durumlarda. O anda Talberg seyrek ve güçlü dişlerini sıkıyor, gözlerinde sarı renkli kıvılcımlar çakıyor ve kontrolünü yitirmeye başlıyordu. Dolayısıyla yapılan konuşmanın da bir önemi kalmıyordu.

      Komik opera… Elena, kocasının o Baltık-Alman köfte dudaklarının arasından çıkan bu sözcüklerin ne anlama geldiğini biliyordu. Fakat artık komik opera gerçek bir tehdit haline geliyordu ve bu defa tehdit ne şalvarlılara, ne Moskova’daki Bolşeviklere, ne de başkalarınaydı. Bu seferki tehdit, Sergey Talberg’in kendisine karşıydı. Herkesin kendi yıldızı vardır ve Ortaçağ’da saray astrologları haklı nedenlerle geleceği tahmin etmek için horoskoplarına bakarlardı. Onlar, bunu yapabilecek kadar bilgeydiler. Örneğin Sergey Talberg, en talihsiz, en elverişsiz yıldızın etkisi altında dünyaya gelmişti. Her şey tek bir düz çizgide ilerleseydi, hayat Talberg için güzel olabilirdi. Fakat şehirdeki olaylar o şekilde seyretmedi. Fantastik zikzaklarla devam etti. Bu yüzden Sergey Talberg, bir sonraki olayın ne olacağını tahmin edebilmek için boşu boşuna kafa yorup durdu. Elbette olacakları tahmin edemedi. Bununla birlikte şehirden uzakta bir yerde, belki yüz elli kilometre mesafede parlak ışıklarla aydınlatılmış bir tren vagonu beklemedeydi. O vagonun içinde, kabuğundaki bir bezelye gibi bekleyen sinekkaydı tıraşlı bir adam oturmuş konuşuyor, katiplerine ve yaverlerine emirler veriyordu. Eğer o adam şehre ulaşırsa –ki ulaşabilirdi– vay Talberg’in haline! Gazette’nin o sayısını herkes okumuştu. Herkes Yüzbaşı Talberg’in Ataman için oy verdiğini biliyordu. O gazetede Sergey Talberg tarafından yazılmış bir makale vardı ve o makale şöyle diyordu:

      “Petlyura, ülkeyi kendisinin komik opera rejimi ile yıkmakla tehdit eden bir maceraperesttir…”

      “Elena, burada kalıp saklanarak çok yakın zamanda yaşanacak olayların belirsizliği ile yüzleşme riskini göze alamayacağımı anlamak zorundasın. Sence de öyle değil mi?”

СКАЧАТЬ