Bu kadın, bir şekilde, hayatıma dokundu, kalbimde bir yer edindi. Nasıl, neden? Bilmiyorum… Ama birden nasıl da önemli oluverdi!… Kendinden dolayı değil, sonuçta onu tanımıyorum ve bu umurumda bile değil. Bu kadar önemli olmasının nedeni, varlığının bir anlık ortaya çıkışı, teşkil ettiği örnek, orada bulunuşunun bıraktığı iz, adımlarının hakiki sesi.
Az evvel kurduğum doğaüstü hayal kabul olmuş ve sonsuzluktan dilediğim şey gerçekleşmiş gibi geliyor bana. Gözlerimin önünden geçip giden bu kadının, çıplak öpücüğünü göstererek bilmeden bana sunduğu şey, yansıması bile insanı mutlu eden güzelliğin taçlanmış hali değil mi?
Yemek zili koridorlarda yankılandı.
Günlük hayata ve sıradan uğraşlara çağrı yapan bu ses, anlık da olsa, düşüncelerimin akışını değiştiriyor. Akşam yemeğine inmek için hazırlanıyorum. Sırtıma parlak bir yelek, onun üzerine koyu renk bir ceket geçiriyor, kravatıma da bir inci iliştiriyorum. Hemen ardından duruyor, yan odada (ya da uzakta) yine bir ayak sesi ya da insan sesi duymayı umut ederek kulak kabartıyorum.
Uygun davranışlar sergileme gerekliliğinin, insanlarla ilk kez karşılaşacak olmanın tedirginliği içindeyim.
Diğer kiracıların arasına karışarak aşağıya indim. Kahve ve altın renklerinin hakim olduğu, bol ışıklı yemek odasında, konuk masasına oturdum. İçeride, genel bir hareketlenme, bir uğultu, yemek öncelerinin o gereksiz nezaketi hüküm sürüyor. Oda kalabalık, herkes iyi yetişmiş bir topluma ait olmanın getirdiği ölçülü davranışlar içinde yerine oturuyor. Gülümsemeler, çekilen sandalyelerin gürültüsü, havada uçuşan dağınık sözcükler, birbirini arayıp bulan sesler, başlayan diyaloglar… Ardından, yerleştirilen çatal bıçağın ve tabakların tekdüze konseri.
İki komşum da, her biri kendi köşesinde, çene çalıyor. Dışında kaldığım sohbetlerinin mırıltılarını duyuyorum. Gözlerimi kaldırıyorum. Karşımda, ışık saçan alınlar, pırıltılı gözler, kravatlar, bluzlar, beyaz örtüsüyle ışıl ışıl parlayan masanın üzerinde hareket eden eller. Tüm bunlar aynı anda hem ilgimi çekiyor, hem de gözümü korkutuyor.
Bu insanların ne düşündüklerini, kim olduklarını bilmiyorum; kendilerini birbirlerinden saklıyor ve sakınıyorlar. Bir duvara çarpar gibi, ışıklarına çarpıp geri savruluyorum.
Bilezikler, kolyeler, yüzükler… Mücevherlerin parıltılı hareketlerine, yıldızlar kadar uzak hissediyorum kendimi. Genç bir kız dalgın mavi gözleriyle bana bakıyor. Bu tarz bir safirin karşısında ne yapabilirim?
Konuşuyorlar, ama her birini kendine terk eden bu gürültü, beni de, tıpkı ışığın gözlerimi kör etmesi gibi, sağırlaştırıyor.
Yine de bu insanlar, konuşmanın tesadüfi akışı içinde, bazı anlarda, çok önem verdikleri şeyleri düşündüklerinden olsa gerek, sanki yalnızmış gibi görünüyorlar. Bu gerçeği fark ettiğim an, hatırladığım bir anıyla benzim soldu.
Biri paradan bahsetti ve sohbet bu konu üzerinde genelleşti. Masanın etrafındakiler para düşüncesiyle şöyle bir yerlerinde kıpırdandılar. Gözlerinde muhtemelen deste deste para saydıkları açgözlü bir hayal belirdi, tıpkı kendini yalnız hissettiği anda hizmetçi kızın gözlerinde beliren büyük hayranlığa benzer sessiz bir teslim oluş içindeydiler.
Savaş kahramanları zafer nidalarıyla anıldı; masadaki erkekler akıllarından “Ya ben!” diye geçirdiler, sosyal durumlarındaki gülünç eşitsizliğe ve tutsaklıklarına rağmen, ne düşündüklerini gösterircesine coştukça coştular. Tüm bunlardan gözleri kamaşmış bir genç kızın yüzündeki şaşkınlığı gördüm. Ağzından fırlayan hayranlık nidasına engel olamadı. Kim bilir hangi düşüncenin etkisiyle kızardı. Kanın dalga dalga yüzüne yayıldığını gördüm, kalbi sanki ışık saçıyordu.
Gizli bilimler ve öbür dünya fenomenleri tartışıldı. “Kim bilir!” dedi birisi, ardından ölümden bahsedildi. Bu konu açıldığında, davetlilerden ikisi, masanın zıt iki ucunda oturan, birbirleriyle konuşmayan ve birbirlerinin farkında değilmiş gibi görünen bir kadın ve bir erkek, beni şaşırtan bir şekilde bakıştılar. Ölüm düşüncesinin yarattığı huzursuzlukla bakışlarının karşılaştığını görünce, bu iki insanın birbirini sevdiğini ve geceleri birbirlerine ait olduklarını anladım.
…Yemek sona ermişti. Genç insanlar salona geçmişti.
Bir avukat, gün içinde görülen bir davadan bahsediyordu yanındakilere. Davanın konusu gereği, ihtiyatla, neredeyse sır verircesine dile getiriyordu olanları. Bir adam, bir kız çocuğuna tecavüz ederken aynı anda onu boğmuş, küçük kurbanın çığlıkları duyulmasın diye de, avazı çıktığı kadar bağırarak şarkı söylemişti. Bu insanlıktan uzak yaratık, mahkemede “Öyle çok bağırıyordu ki birileri yine de onu duyabilirdi, neyse ki fazla gençti” diye anlatmıştı.
İnsanlar birer birer susuyor, her biri, yüzünde sanki oralı değilmiş gibi bir ifadeyle, avukatı dinlemeye başlıyor. Uzak kalanlar, belli ki konuşmacıya yaklaşmak arzusunda. Sessizlik, ortaya çıkan bu resmin, ürkek içgüdülerimizin maruz kaldığı bu korkunç darbenin etrafını, ruhlarımıza yayılan muazzam bir gürültü gibi çevreliyor.
Ardından, bir kadın kahkahası duyuyorum, içten bir kahkaha bu, belki sahibinin masum olduğuna inandığı, ama yine de tüm varlığını okşayan, kuru, çatlak bir kahkaha. Biçimsiz içgüdüsel çığlıklardan ibaret, neredeyse tensel birleşmeyi anımsatan bir kahkaha patlaması… Kadın susup sessizliğe bürünüyor. Ve konuşmacı, insanlar üzerinde yarattığı etkiden emin, sakin bir sesle, canavarın itiraflarını anlatmaya devam ediyor: “Kız uzun süre direndi, sürekli bağırıp duruyordu! Mutfaktan aldığım bir bıçakla karnını deşmek zorunda kaldım.”
Yanında küçük kızıyla oturan genç bir anne, huzursuzca kıpırdanıyor, hafifçe doğrulsa da, gidemiyor. Yeniden oturup çocuğunu gizlemek için öne doğru eğiliyor; hem dinlemek istiyor, hem dinliyor olmaktan utanıyor.
Bir başka kadın hareketsiz kalıyor, başı öne doğru eğilmiş, ama dudakları acıklı bir şekilde, kendini savunurcasına sımsıkı kapalı. Yüzündeki dünyevi maskenin altında, bir kurbanının çılgın gülümsemesinin, tıpkı bir el yazısı gibi belirdiğini görüyorum.
Ve erkekler!… Şuradaki, sakin ve sıradan görünenin kesik kesik soluduğunu net bir biçimde duyuyorum. Şu kişiliksiz bir kentsoylu yüzüne sahip olan, yanındaki genç kadına hararetle bir şeyler anlatıyor. Bir yandan da tenini delip geçen bir bakışla bakıyor kadına, içten içe kendisinden utanmasına neden olan, ışıltısıyla gözlerini rahatsız eden, ağırlığıyla onu ezen, varlığından daha güçlü bir bakış bu.
Adamın bakışındaki çiğliği fark ediyorum, dudakları titreyerek aralanıyor. İnsan denen makinenin bu tetikte hali afallatıyor beni, karşı cinsin taze etine doğru birbirine çarparak uzanan kanlı dişler beliriyor hayalimde.
СКАЧАТЬ