“Üç demiştin.”
El fenerinin solgun ışığı altında genç kadının yüzüne baktı. Kendisinin nasıl göründüğünü merak etti. Yağmur güneş yanığı teninin açılmasına neden olmuş muydu acaba?
“Katil Eriksson’un yaşamına son vermekle yetinmedi,” dedi. “Onun acı da çekmesini istedi. Eriksson ölmeden uzun bir süre o kazıklarda acı çekerek can vermiş olmalı. Kargaların dışında da sesini duyan olmamıştır. Belki doktorlar bize onun ne zaman öldüğünü söyleyebilirler.”
Müdür Holgersson yüzünü buruşturdu.
“İnsan nasıl böyle bir şey yapabilir?”
“Bilmiyorum,” diye karşılık verdi Wallander.
Eve yaklaştıklarında iki gazeteciyle bir fotoğrafçının kendilerini beklediğini gördüler. Wallander onlarla daha önceki cinayetlerde karşılaşmıştı. Müdür Holgersson’a bir göz atınca genç kadının başını hayır dercesine salladığını gördü. Wallander gazetecilere olayı elinden geldiğince özetleyerek anlattı. Gazetecilerin birçok sorusu vardı ama Wallander soruları yanıtlamayacağını söyleyince onlar da gitmek zorunda kaldılar.
“Sen iyi nam salmış bir polissin,” dedi müdür. “Geçen yaz ne denli yetenekli olduğunu herkese kanıtladın. İsveç’te her polis birimi seninle çalışmak ister.”
Genç kadının arabasının yanında durdular. Wallander müdürünün sözlerinde son derece içten olduğunun farkındaydı ama buna karşılık veremeyecek denli de yorgun hissediyordu kendini.
“Bu soruşturmayı istediğin gibi yürüt. Bana sadece ihtiyaçlarını bildir ve gerisini merak etme.”
Wallander olur dercesine başını salladı.
“Birkaç saat sonra bazı şeyleri öğrenmiş olacağız ama şimdi her ikimizin de dinlenmesi gerek.”
Wallander eve gittiğinde saat sabahın ikisi olmuştu. Kendisine birkaç sandviç hazırlayarak mutfak masasına oturup yedi. Sonra da çalar saatini beşe kurup yatağına uzandı.
Bir kez daha alaca karanlıkta toplandılar. Yağmur durmuştu ama rüzgâr vardı ve hava soğumuştu. Gece boyunca olay yerinde kalan Nyberg’le polisler hendeğin üstündeki muşambanın uçmaması için önlem almışlardı. Nyberg şimdi de hendeğin içinde adli tıp elemanlarıyla birlikte çalışıyordu.
Wallander çiftliğe gelirken yolda soruşturmayı nasıl yürütmesi gerektiğini düşünüyordu. Eriksson hakkında kimse bir şey bilmiyordu. Varlıklı olması işe başlamaları için yol gösterici nitelikte olabilirdi ama cinayetin bu yüzden işlendiğine inanmak olası değildi. Hendekteki kazıklar başka bir şeyi anlatmak istiyor gibiydi. Kazıkların dilini çözemediğinden hangi yöne gitmesi gerektiğini de kestiremiyordu.
Ne yapacağını kestiremediği zamanlarda yaptığı gibi bir zamanlar hem öğretmeni hem de yakın dostu olan eski polis Rydberg’i düşündü. Onun o bilgeliği olmasaydı ben sıradan bir polis olmaktan öteye gidemezdim, diye geçirdi içinden. Rydberg yaklaşık dört yıl önce kanserden ölmüştü. Wallander zamanın bu denli hızla geçmesi karşısında birden ürperdi. Rydberg olsaydı ne yapardı, diye sordu kendine.
Sabır, diye geçirdi içinden. Rydberg olsaydı bana şimdi mutlaka sabırlı olmanın her şeyden çok daha önemli olduğunu söylerdi.
Eriksson’un evinde geçici bir üs kurmuşlardı. Wallander en önemli görevlerin listesini yaparak olabilecek en iyi şekilde görev dağılımı yaptı. Bundan sonra durumun özetini çıkarmaya çalıştı ama soruşturmalarında ilerleyebilecek herhangi bir ipucu olmadığının bir kez daha bilincine vardı.
“Bu cinayetle ilgili çok az şey biliyoruz,” diye söze başladı. “Sven Tyrén adında bir yakıt kamyonu sürücüsü salı günü emniyete gelerek birinin kaybolduğundan kuşkulandığını bildirdi. Tyrén’in söylediklerinde ve şiirin üstündeki tarihten yola çıktığımızda cinayetin geçen çarşamba akşamı saat ondan sonra işlendiğini düşünebiliriz ama tam olarak ne zaman işlendiğini bilmiyoruz. Patalogların raporlarını beklemek zorundayız.”
Wallander sustu. Kimsenin sorusu yoktu. Svedberg esnedi. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Şu anda yatağında uyuyor olması gerekirdi ama ona ihtiyaçları olduğunu da herkes biliyordu.
“Holger Eriksson hakkında fazla bir şey bilmiyoruz,” diye sürdürdü konuşmasını Wallander. “Eski bir galerici. Varlıklı, hiç evlenmemiş ve çocuğu yok. Hem şair hem de kuşlarla yakından ilgili biri.”
“Bundan biraz daha fazlasını biliyoruz,” diye araya girdi Hansson. “Eriksson bu bölgede özellikle on ya da yirmi yıl önce çok iyi tanınan biriymiş. Hem araba hem de at ticaretiyle ün salmış o günlerde. Sıkı bir pazarlıkçıymış. Sendikalara asla hoşgörüyle yaklaşmazmış. Alabildiğine cimri olduğundan parasını çarçur etmemiş. Vergi kaçırma gibi bazı yasa dışı işlere adı karışmış ama eğer yanlış hatırlamıyorsam hiç yakalanmamış.”
“O zaman bazı düşmanları olması gerek,” dedi Wallander.
“Böyle düşünmek rahatlatıcı olabilir ama bu, söz konusu düşmanların onu öldürmek istediği anlamına da gelmez. Özellikle bu şekilde.”
Wallander uçları sivriltilmiş bambu kazıklarla köprü konusunu tartışmak için biraz daha beklemeye karar verdi. Öncelikle kafasındaki düşünceleri bir düzene koymak istiyordu. Bu, Rydberg’in sürekli ona söylediği şeylerden biriydi. Bir cinayet soruşturması inşaat alanına benzer, derdi. Her şeyin sırayla ve belli bir düzen içerisinde yapılması gerekir, aksi hâlde bina yıkılır.
“Yapmamız gereken ilk şey Eriksson’un yaşamını ayrıntılarıyla ortaya çıkarmak olmalı,” dedi Wallander. “Ama bunu yapmadan önce cinayetin kronolojisiyle ilgili izlenimlerimi anlatmaya çalışacağım.”
Büyük mutfak masasının etrafında oturuyorlardı. Polis kordonu altına alınan cinayet yeriyle rüzgârda uçuşan beyaz muşambayı pencereden görüyorlardı. Üstü başı çamur içinde olan Nyberg bostan korkuluğuna benziyordu. Wallander onun insanı tedirgin edici sesini duyar gibi oldu ama onun çok yetenekli ve kılı kırk yaran biri olduğunu da biliyordu. Eğer elini sallıyorsa bunun mutlaka bir nedeni olmalıydı.
Wallander dikkatinin artmaya başladığını hissetti. Bunu daha önce de defalarca yapmıştı ve soruşturma ekibinin katilin izini sürmeye başlayacağı ânı yakaladığını yüreğinde hissediyordu.
“Bence olay şöyle gelişti,” diye başladı Wallander ağır ağır konuşarak. “Çarşamba akşamı saat ondan sonra ya da perşembe sabahı erkenden Holger Eriksson evinden çıktı. Dışarıda uzun kalmayacağı için de kapıyı kilitlemedi. Yanına gece görüşü olan dürbününü de almıştı. Köprüye doğru uzanan yolda, hendeğe doğru yürümeye başladı. Büyük olasılıkla kuleye çıkacaktı. Kuşlarla yakından ilgileniyordu. Eylül ve ekim aylarında göçmen kuşlar güneye gider. Kuşlar konusunda fazla bir bilgim yok ama birçoğunun bu yolculuğu gece karanlıkta yaptıklarını biliyorum. Bu da bize Eriksson’un neden geç bir saatte evinden СКАЧАТЬ