Название: Yanlış Yol
Автор: Хеннинг Манкелль
Издательство: Ayrıksı Kitap
Серия: Kurt Wallander
isbn: 978-625-99813-4-5
isbn:
“Heyecanlı bir meslek seçmiş, sen ne diyorsun?”
Wallander kuşkuyla başını salladı.
“Umarım haziranda buraya gelir,” dedi. “Onu çok özledim. Görüşmeyeli uzun zaman oldu.”
Wallander’in odasının kapısında ayrıldılar.
“Bu yaz bir ara bize de gel,” dedi Höglund. “İster Riga’lı arkadaşınla ister yalnız. Ya da istersen kızınla.”
“Arkadaşımın adı Baiba,” dedi Wallander.
Sonra da geleceğine söz verdi.
Ann-Britt’le konuştuktan sonra masadaki evrakı inceleyerek bir saat kadar çalıştı. İki kez Göteborg emniyetini arayıp aynı konu üzerinde ama olaya farklı bir açıdan yaklaşarak çalışan polisle konuştu. Altıya çeyrek kala dosyaları kapatıp yerinden kalktı. Akşam yemeğini dışarıda yemeye karar vermişti. Pantolonunun belini kontrol ederek iyice kilo verdiğini fark etti. Baiba şişman olduğunu söylediğinden beri pek hoşuna gitmese de ara sıra koşuyordu.
Ceketini giyerken o akşam Baiba’ya mektup yazmaya karar verdi. Tam odadan çıkarken telefonu çaldı. Bir an için açıp açmama konusunda tereddüt etti. Sonra masasına yaklaşarak ahizeyi kaldırdı.
Arayan Martinson’du.
“Konuşman çok güzeldi,” dedi Martinson. “Björk çok etkilendi.”
“Bunu daha önce de söylemiştin. Ne istiyorsun? Çıkıyordum.”
“Garip bir telefon geldi,” dedi Martinson. “Bu konuyu seninle konuşmak istedim.”
Wallander arkadaşının sözlerini tamamlamasını sabırsızlıkla bekledi.
“Marsvinsholm yakınlarındaki bir çiftlikte yaşayan bir adam aradı. Kolza ekili tarlasında bir kızın garip şeyler yaptığını söyledi.”
“Hepsi bu mu?”
“Evet.”
“Bir kız kolza ekili bir tarlada garip şeyler yapıyor? Nasıl garip şeylermiş?”
“Eğer doğru anlamışsam hiçbir şey yapmıyormuş. Aslında kızın o tarlada olması garip.”
Wallander karşılık vermeden bir an düşündü.
“Bir devriye arabası gönder oraya. Bu onların işi gibi.”
“Ne var ki tüm birimler şu anda çok yoğun. Hemen hemen aynı dakikalarda iki trafik kazası oldu. Biri Svarte yolunda, diğeriyse Continental Oteli’nin hemen yanı başında.”
“Ölü var mı?”
“Hayır ama araçlar hurdaya dönmüş.”
“O zaman devriye arabaları işlerini bitirdikten sonra Marsvinsholm’e giderler, tamam mı?”
“Adamın içinde bulunduğu ruh hâlini sana bundan başka sözcüklerle nasıl anlatabileceğimi kestiremiyorum ama panik içindeydi. Eğer çocuklarımı almak zorunda olmasaydım ben giderdim.”
“Tamam, ben giderim,” dedi Wallander. “Şimdi bana adresi ver.”
Birkaç dakika sonra Wallander arabasına binerek yola koyulmuştu. Sola dönerek kavşaktan Malmö’ye doğru ilerledi. Yanı başındaki koltuğun üzerinde Martinson’un yazdığı not duruyordu. Çiftçinin adı Salomonsson’du ve Wallander bu çiftliğe nasıl gideceğini biliyordu. E65 otoyoluna çıkınca camı açtı. Yolun iki yanında da sarı, kolza ekili tarlalar vardı. Uzun zamandan beri kendini bu kadar iyi hissetmediğini fark etti. Barbara Hendricks’in Susanna’nın aryasını seslendirdiği Figaro’nun Düğünü kasetini teybe koydu ve Kopenhag’da Baiba’yla birlikte geçireceği günleri düşünmeye başladı. Marsvinsholm’e giden ara yola sapınca sola döndü, kalenin ve kilisenin önünden geçti, sonra bir kez daha sola saptı. Koltuğun üstündeki adrese bir göz attıktan sonra tarlaların arasından uzanan yolda ilerledi. Uzaklardan deniz görünüyordu.
Salomonsson’un evi eski ama bakımlı Skåne çiftlik evlerinden biriydi. Wallander arabasından inerek çevresine bakındı. Her tarafta kolza ekili tarlalar vardı. Evin kapısı açıktı. Merdivende duran adam çok yaşlıydı. Elinde bir dürbün vardı. Wallander tüm bunların hayal ürünü olduğunu düşündü bir an için. Yalnızlığın ve hayal güçlerinin kurbanı olan, özellikle kent dışında yaşayan yaşlılar sıklıkla olağan dışı bir şeylerin olduğu düşüncesine kapılarak hemen polisi ararlardı. Merdivenlere yaklaşarak yaşlı adamı başıyla selamladı.
“Ystad emniyetinden Kurt Wallander,” diye tanıttı kendisini.
Merdivendeki adam tıraşsızdı ve ayağında takunya vardı.
“Edvin Salomonsson,” dedi adam kemikli ince elini uzatarak.
“Bana olanları anlatın,” dedi Wallander.
Çiftçi evin sağ tarafında uzanan kolza ekili tarlayı gösterdi.
“Onu bu sabah gördüm,” diye söze başladı. “Sabah erkenden kalkmıştım. Saat beşte oradaydı. Önce geyik sandım. Sonra dürbünle bakınca bir kız olduğunu anladım.”
“Orada ne yapıyordu?” diye sordu Wallander.
“Kıpırdamadan duruyordu.”
“Duruyor muydu?”
“Durup bakıyordu.”
“Neye bakıyordu?”
“Ben nereden bileyim?”
Wallander hafifçe iç çekti. Büyük olasılıkla yaşlı adam gerçekten de bir geyik görmüştü. Sonra da hayal gücü onu bu noktaya getirmişti.
“Tabii onu tanımıyorsunuz, değil mi?”
“Daha önce hiç görmemiştim. Eğer onu tanısaydım o zaman polis çağırmazdım, değil mi?”
Wallander evet dercesine başını salladı.
“Onu ilk kez bu sabah erken bir saatte gördünüz,” dedi. “Ama polis çağırmak için akşama kadar beklediniz, neden?”
“Sizleri boşuna rahatsız etmek istemedim,” diye karşılık verdi yaşlı adam sıradan bir sesle. “Polisin çok yoğun olduğunu biliyorum.”
“Onu dürbünle gördünüz.” Wallander durağan bir ses tonuyla konuşuyordu. “Kolza tarlasında duruyordu ve siz de onu daha önce hiç görmemiştiniz. Peki sonra ne yaptınız?”
“Giyindim ve ona tarladan çıkmasını söylemek için yanına gittim. Kolzaları ayağıyla eziyordu.”
“Sonra ne oldu?”
“Kaçtı.”
“Kaçtı СКАЧАТЬ