Название: Yanlış Yol
Автор: Хеннинг Манкелль
Издательство: Ayrıksı Kitap
Серия: Kurt Wallander
isbn: 978-625-99813-4-5
isbn:
“Bu da ne demek? Ya iddiayı kazanırım ya da kaybederim, değil mi?”
“Yaptığımız istatistiğe göre herkes gibi bizler de yanılmışız.”
“Eee? Ne demek istiyorsun?”
“2-2’lik doğru tahmini bir polis yapmış,” dedi Martinson, Wallander’in sorusunu duymazdan gelerek. “Şimdi sıra bundan sonraki maçta. İsveç-Rusya maçında.”
Wallander’in aslında maçlarla hiç ilgisi yoktu. Öte yandan ara sıra İsveç’in en iyi takımlarından biri olan Ystad’ın hentbol takımının maçlarına giderdi. Ama yine de tüm ülkenin dikkatini tek bir olaya, Dünya Kupası’na vermesini de göz ardı edemiyordu. Televizyon kanallarında ve gazetelerde sürekli İsveç takımının Dünya Kupası’nda nasıl bir başarı elde edeceğine ilişkin spekülasyonlar yapılmaktaydı. Maçlara ilişkin tahminler yapmak istememesine karşın yine de kendini bundan soyutlayamıyordu. İş arkadaşlarının kendisini ukaIa diye değerlendirmelerinden hoşlanmıyordu. Çaresizlikle arka cebindeki cüzdanını çıkardı.
“Ne kadar?”
“Yüz kron. Geçen seferki gibi.”
Parayı Martinson‘a uzatınca o da elindeki listeden Wallander’in adını sildi.
“Maçın sonucunu tahmin etmem mi gerekiyor?”
“İsveç’e karşı Rusya. Ne düşünüyorsun?”
“4-4.”
“Bu tür maçlarda genellikle bu kadar çok gol atılmaz,” dedi Martinson şaşkınlıkla. “Bence sen buz hokeyi maçının sonucunu tahmin ettin.”
“Tamam o zaman Rusya 3, İsveç 1,” dedi Wallander. “Şimdi oldu mu?” Martinson maç sonucunu yazdı.
“Hazır başlamışken Brezilya maçını da halledelim,” diye sürdürdü konuşmasını Martinson.
“3-0. Brezilya 3 tabii,” dedi Wallander hiç zaman yitirmeden.
“İsveç’e pek şans tanımıyorsun,” dedi Martinson.
“Futbol söz konusu olduğunda haklısın, tanımıyorum,” diye karşılık verdi Wallander arkadaşına yüz kronluk banknotu uzatırken.
Martinson gittikten sonra söylediklerini düşündü. Ama hemen bu düşünceleri kafasından uzaklaştırdı. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu zaman nasılsa gösterecekti. Saat dört buçuk olmuştu. Wallander çalıntı arabaları eski Doğu Bloku ülkelerine ihraç eden bir organize suç zincirine ilişkin soruşturma dosyasını önüne çekti. Birkaç aydan beri bu dosya üzerinde çalışıyordu. Polis şimdiye değin bu olayın yalnızca bazı ufak tefek ipuçlarını ele geçirebilmişti. Bu soruşturmanın aylar süreceğinin farkındaydı. İzindeyken, soruşturmayla Svedberg ilgilenecekti. Zaten Wallander yokluğunda önemli bir şeyler olacağını sanmıyordu.
Ann-Britt Höglund kapıyı vurarak içeri girdi. Başında siyah bir beyzbol şapkası vardı.
“Nasıl görünüyorum?”
“Tam turistler gibi olmuşsun,” diye karşılık verdi Wallander.
“Yeni polis üniformalarının şapkaları böyle olacak işte,” dedi. “Siperliğin üstünde de POLİS yazacak. Resimlerini gördüm.”
“Bana asla bu şapkayı taktıramazlar,” dedi Wallander. “Artık üniformalı polis olmadığım için sevinmem gerek, diye düşünüyorum.”
“Bir gün belki Björk‘ün gerçekten de çok iyi bir şef olduğunu anlayacağız. Partideki konuşman çok güzeldi.”
“Güzel olmadığını çok iyi biliyorum.” Wallander artık sinirlenmeye başladığını hissederek sözlerini sürdürdü. “Ama bunu benim yapmamda ısrar ettiğiniz için aslında bu kötü konuşmadan sizler sorumlusunuz.”
Höglund pencereye yaklaşarak camdan dışarı baktı. Ystad’a bir yıl önce gelmişti. Polis akademisinden başarıyla mezun olmuştu. Rydberg‘in ölümüyle boşalan göreve getirilmişti. Rydberg, Wallander’e birçok şeyi öğretmiş olan bir polisti ve Wallander de şimdi aynı şekilde Höglund’a yol göstererek yardım etmesi gerektiğini düşünüyordu.
“Araba işi nasıl gidiyor?”
“Sürekli araba çalınıyor işte,” diye karşılık verdi Wallander. “Bu örgütün birçok kolu var gibi geliyor bana.”
“Örgütte bir delik açmayı başarabildik mi?”
“Başaracağız. Er ya da geç bu olacak. Birkaç aylık bir sessizlik olacak, sonra yeniden başlayacaklar.”
“Ama hiç bitmeyecek, değil mi?”
“Evet, hiç bitmeyecek. Çünkü Ystad’ın konumu böyle gerektiriyor. Buradan iki yüz kilometre ötede, Baltık Denizi’nin karşısında sahip olduklarımızı elimizden almak isteyen sayısız insan var. Onların tek sorunu bu alışveriş için gerekli paralarının olmayışı.”
“Her feribotla ne kadar çalıntı malın taşındığını doğrusu çok merak ediyorum.”
“Bu merakından vazgeçsen iyi olur çünkü inan bana şaşkınlıktan ağzını kapatamayabilirsin.”
Kahve içmek için odadan birlikte çıktılar. Höglund’un aslında o hafta izinde olması gerekiyordu. Kocası iş gereği Suudi Arabistan’da olduğundan Wallander onun iznini Ystad’da geçireceğini düşünüyordu.
“Sen ne yapmayı düşünüyorsun?” diye sordu genç kadın, söz izinlerden açıldığında.
“Danimarka’ya Skagen’e gideceğim.”
“Riga’lı o kadınla birlikte mi?” diye sordu Höglund meraklı bir gülümsemeyle.
Wallander şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı.
“Sen nereden biliyorsun?”
“Yalnız ben değil, herkes biliyor,” diye karşılık verdi Höglund. “Fark etmemiş miydin? Buna polis araştırması diyebilirsin.”
Wallander gerçekten de çok bozulmuştu. Birkaç yıl önce bir cinayet soruşturması sırasında tanıdığı Baiba hakkında hiç kimseye bir şey söylememişti. Baiba bir cinayete kurban giden Letonyalı bir polisin eşiydi. Yaklaşık altı ay önce Noel için Ystad’a gelmişti. Paskalya tatilinde de Wallander onu görmeye Riga’ya gitmişti. Ama ne onun hakkında kimselere bir şey söylemiş ne de genç kadını iş arkadaşlarından biriyle tanıştırmıştı. Oysa şimdi neden bu şekilde davrandığını kendisine bile açıklayamıyordu. İlişkileri pek sağlam temellere oturmamasına karşın yine de genç kadının, kendisini Mona’dan boşandıktan СКАЧАТЬ