Beyaz Aslan. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Beyaz Aslan - Хеннинг Манкелль страница 15

Название: Beyaz Aslan

Автор: Хеннинг Манкелль

Издательство: Ayrıksı Kitap

Жанр:

Серия: Kurt Wallander

isbn: 978-605-71714-9-8

isbn:

СКАЧАТЬ başını şaşkınlıkla iki yana sallayarak, “Anlayamıyorum,” dedi.

      Wallander birden karşısında oturan adamın yalan söylediğini hissetti. Sesindeki belli belirsiz öfkeden, bakışlarında bir an için yanıp sönen güvensiz ifadeden hissetmişti bunu. Ve bu da ona yetmişti.

      “Kelepçeleri çekmeceye başka biri koymuş olabilir mi?” diye sordu sakin bir sesle.

      “Bilmiyorum,” dedi Robert Åkerblom. “Bize yalnızca kilisedeki dostlarımız gelir. Müşteriler dışında demek istiyorum ve onlar da hiçbir şekilde yukarı çıkmazlar.”

      “Hiç kimse! Öyle mi?”

      “Ebeveynlerimiz. Birkaç akrabamız ve çocukların arkadaşları.”

      “Yani epeyce kişi…” dedi Wallander.

      “Anlayamıyorum,” dedi bir kez daha Robert Åkerblom.

      Belki de kelepçeyi orada nasıl unutmuş olabileceğini anlamıyorsundur, diye geçirdi içinden Wallander. Bu kelepçelerin ne anlama geldiğini mutlaka bulmam gerek…

      Wallander ilk kez Robert Åkerblom’un karısını öldürüp öldürmediğini sordu kendi kendine. Ama sonra da bu soruyu kafasının bir kenarına attı. Kelepçeler ve adamın yalan söylemesi Wallander’in düşündüklerini tersine çevirecek denli güçlü kanıtlar değildi.

      “Bu kelepçelerin çekmeceye nasıl girdiğini açıklayamayacağınızdan emin misiniz?” diye sordu Wallander bir kez daha. “Evde kelepçe bulundurmanın yasalara aykırı olmadığını belirtmeliyim. Bunun için ruhsata ihtiyacınız yok. Öte yandan da her canınız istediğinde insanları kelepçeleyemezsiniz, tabii ki.”

      “Size yalan söylediğimi mi düşünüyorsunuz?” diye sordu Robert Åkerblom.

      “Hiçbir şey düşünmüyorum,” dedi Wallander. “Ben yalnızca bu kelepçelerin neden çalışma odanızdaki masanın çekmecesinde olduğunu öğrenmek istiyorum.”

      “Onların bu eve nasıl girdiğinden haberim olmadığını az önce de söyledim size.”

      Wallander evet dercesine başını salladı. Daha fazla baskı yapmanın bir anlamı yoktu. En azından şimdilik. Ama yine de adamın yalan söylediğinden emindi. Evliliklerinin hiç de iyi gitmediği ve çok kötü bir cinsel yaşamları söz konusu olabilir miydi acaba? Bu, Louise Åkerblom’un neden ortadan kaybolduğunu açıklayabilir miydi?

      Wallander görüşmenin bittiğini belirtircesine çay fincanını hafifçe kenara itti. Kelepçeleri mendiline sararak cebine koydu. Teknik bir inceleme bunların ne amaçla kullanıldığını açıklayabilirdi.

      “Şimdilik bu kadar,” dedi Wallander ayağa kalkarak. “Bir şey olursa hemen sizi arayacağım. Akşam gazetelerinde ve yerel radyo yayınında bu olaya yer verileceğinden bu akşam hazırlıklı olmanızda yarar var. Birçok kişi telefon edip ne olduğunu soracaktır. Tüm bunların araştırmamıza yardımcı olacağını umuyoruz.”

      Robert Åkerblom karşılık vermeden başını evet dercesine sallamakla yetindi.

      Wallander adamın elini sıkarak arabasına gitti. Hava değişiyordu. Yağmurun hızı kesilmişti. Rüzgâr da eskisi gibi sert esmiyordu.

      Wallander birkaç sandviç atıştırıp bir fincan kahve içmek için tren istasyonunun yanındaki Fridolf’un Kafesi’ne doğru sürdü arabasını. Yeniden arabasına binip yangın yerine doğru yola koyulduğunda saat 12.30 olmuştu. Arabasını park etti, barikatın üstünden atlayarak bir kül yığını hâline gelmiş olan ahırla eve şaşkınlıkla baktı. Polis henüz araştırmayı başlatmamıştı. Wallander küllerin yanına yaklaşarak çok iyi tanıdığı görevli itfaiye şefi Peter Edler’le konuşmaya başladı.

      “Yangını söndürdük sayılır,” dedi. “Yapacak bir şey yok. Ne dersin, kundaklama mı?”

      “Bilmiyorum,” diye cevap verdi Wallander. “Svedberg’i ya da Martinson’u gördün mü?”

      “Galiba bir şeyler atıştırmaya gittiler,” diye yanıtladı Edler. “Rydsgård’a gittiler. Albay Hernberg sorumluluğu devraldı. Yakında dönerler sanırım.”

      Wallander başını sallayarak itfaiye şefinin yanından ayrıldı.

      Birkaç metre ileride köpekli bir polis duruyordu. Sandviç yiyordu, köpek de bir patisiyle ıslak zemini eşeliyordu. Birden köpek havlamaya başladı. Polis sabırsızlıkla köpeğin tasmasını çekiştirdi, derken köpeğin toprağı kazmaya çalıştığını fark etti. Wallander polisin sandviçini bir kenara fırlatıp köpeğin kazmaya çalıştığı yere dikkatle baktığını gördü. Wallander çok meraklanmıştı, hemen yanlarına gitti.

      “Köpek ne buldu?” diye sordu.

      Polis başını çevirip Wallander’e baktı. Yüzü kireç gibi olmuştu. Titriyordu. Wallander yere çömeldi. Çamurların arasında bir parmak duruyordu. Kara derili bir parmak. Bu bir insan parmağıydı. Wallander’in midesi bulandı. Köpeği tutan polise hemen gidip Svedberg’le Martinson’u bulmasını söyledi.

      “Hemen buraya gelsinler,” dedi. “Yemekleri bitmemiş de olsa, hemen gelsinler. Arabamın arka koltuğunda boş bir plastik torba var. Onu getir buraya.”

      Polis söylenileni yaptı.

      Neler oluyor, diye geçirdi içinden Wallander. Bir siyahi parmağı. Bir parmak! Kesilmiş bir parmak! Skåne’nin orta yerinde…

      Polis plastik torbayla döndüğünde Wallander parmağı yağmurdan korumak için torbaya koydu. Haber hemen duyulmuştu, itfaiyeciler parmağı görmek için Wallander’in başına üşüştüler.

      “Küllerin arasında bir ceset aramalıyız,” dedi Wallander itfaiye şefine. “Bu parmağın sahibinin cesedini… Burada ne olup bittiğini ancak Tanrı bilir.”

      “Bir parmak,” diye mırıldandı Peter Edler şaşkınlıkla.

      Yirmi dakika sonra Svedberg’le Martinson koşarak yanlarına yaklaştı. Parmağa şaşkınlıkla baktılar. İkisi de bir şey söylemedi. Sonunda sessizliği bozan Wallander oldu. “Hiç olmazsa bir şeyden eminiz,” dedi. “Bu, Louise Åkerblom’un parmağı değil.”

      5

      Saat beşte merkezdeki toplantı odalarından birinde toplandılar. Wallander bundan daha sessiz geçen bir toplantı hatırlamıyordu. Kesik parmak masanın ortasında, plastik torbanın içinde duruyordu. Björk’ün parmağı görmemek için sandalyesini hafifçe çevirdiğini fark etti. Onun dışında herkes masanın ortasındaki parmağa sessizce bakıyordu.

      Bir süre sonra hastaneden bir ambulans gelerek parmağı alıp götürdü. Ardından Svedberg kahve getirmeye gitti ve Björk de toplantıyı başlattı.

      “Bir kez daha nutkum tutuldu,” diye başladı söze. “Aranızda bu parmağa ilişkin bir açıklaması olan var mı?”

      Kimseden ses çıkmadı. Bu, aslında öylesine sorulmuş bir soruydu.

      “Wallander,” СКАЧАТЬ