Название: Savoy Cinayeti
Автор: Пер Валё
Издательство: Ayrıksı Kitap
Серия: Martin Beck
isbn: 978-625-99187-0-9
isbn:
Backlund hiçbir şeye kesin gözüyle bakmazdı.
“Dışarıda neden altı tane polis arabası var?”
“Bütün alanı kapattırdım.”
“Bütün blok boyunca mı?”
“Olay yerini işte,” dedi Backlund.
“Üniformalı herkesi gönder,” dedi Månsson bezgin bezgin. “Bekleme salonunda ve sokakta polisin dolaşması, otel için pek hoş olmasa gerek. Ayrıca başka yerde işe yarayabilirler. Sonra adamın eşkâlini almaya çalış. Bu adamdan daha iyi bir tanık olmalı.”
“Doğal olarak, herkesi sorguya çekeceğiz,” dedi Backlund.
“Hepsi sırayla,” dedi Månsson. “Ama söyleyecek önemli bir sözü olmayan kimseyle zaman kaybetme. İsimleri ve adresleri al, yeter.”
Backlund ona şüpheyle baktı. “Kafanda ne var?”
“Birkaç yere telefon açacağım,” dedi Månsson.
“Kime?”
“Gazetelere, ne olduğunu öğrenmek için.”
“Şaka mı bu yani?” dedi Backlund soğuk bir ifadeyle.
“Tamam,” dedi Månsson dalgın dalgın, etrafına bakındı. Yemek salonunda gazeteciler ve fotoğrafçılar dolanıyordu. Bazıları buraya polisten çok önce gelmişti, bazıları bu meşhur silah ateş ettiğinde barda takılıyordu belki de. Muhtemelen. Eğer Månsson yanılmıyorsa.
“Ama yönetmeliğe göre…” diye başladı Backlund.
Tam o esnada Benny Skacke telaşla salona girdi. Otuz yaşındaydı ve komiser yardımcısıydı. Önceden Stockholm’deki Cinayet Masası ekibindeydi fakat üstlerinden birinin neredeyse hayatına mal olan, aptalca bir risk aldıktan sonra, başka bir birime atanmayı talep etmişti. Çalışkan, işine sadıktı, biraz da saftı. Månsson onu severdi.
“Skacke sana yardım edebilir,” dedi.
“Stockholm’lü mü?” dedi Backlund şüpheyle.
“Aynen,” dedi Månsson. “Ve eşkâlini almayı da unutma. Şu anda en önemli mesele bu.”
Lime lime olmuş kürdanını çöp kutusuna attı, lobiye gidip resepsiyonun karşısındaki telefonun yolunu tuttu.
Månsson hızla ve peş peşe beş arama yaptı. Sonra başını iki yana sallayıp bara girdi.
“Ah, kimler kimler buradaymış!” dedi barmen.
“Nasıl gidiyor?” dedi Månsson otururken.
“Bugün ne istersiniz? Her zamankinden mi?”
“Hayır. Sadece üzüm suyu. Düşünmem lazım.”
Bazen her şey nasıl da ters gider, diye düşündü Månsson. Bu hadise de çok kötü başlamıştı. Her şeyden önce, Viktor Palmgren önemli ve çok tanınmış bir isimdi. Doğrusu neden olduğunu söylemek güçtü ancak bir şey kesindi. Adamın çok parası vardı, en az bir milyon. Avrupa’nın en meşhur restoranlarından birinde vurulmuş olması da durumu hepten yokuşa sürüyordu. Bu olay birçok kişinin dikkatini çekecekti, işin ucu nerelere gider hiç belli değildi. Olayın hemen ardından otel personeli yaralı adamı televizyon salonuna taşımış ve ona derme çatma bir sedye yapmıştı. Polis ve ambulansa aynı anda haber vermişlerdi. Ambulans çok hızlı gelmiş, yaralı adamı alıp Devlet Hastanesi’ne götürmüştü. Bir süre, polisten eser görünmemişti. Hem de tren istasyonuna park edilmiş bir devriye aracı olmasına rağmen. Yani, olay yerine iki yüz metreden yakın mesafede olmalarına rağmen. Bu nasıl olmuştu? Månsson bu bilgiyi daha yeni edinmişti ama polisin lehine bir bilgi sayılmazdı bu. Yapılan ihbar ilk başta yanlış yorumlanmış, pek de önemli görülmemişti. Tren istasyonundaki iki polis bu yüzden tamamen zararsız bir sarhoşla uğraşarak zaman geçirmişti. Ancak polis ikinci kez alarma geçirildikten sonra, otele arabalar ve üniformalı polisler gönderilmişti. Backlund korkusuzca bu ekibin başını çekiyordu. Soruşturma için yapılanlar, tam manasıyla baştan savmaydı. Månsson ise oturup karısıyla kırk dakikadan uzun süre Rüzgâr Gibi Geçti hakkında konuşmuştu. Ayrıca, iki içki içmiş ve üstüne taksi beklemek zorunda kalmıştı. İlk polis içeri girdiğinde olayın üstünden yarım saat geçmişti. Viktor Palmgren’in durumuna gelince, burada da belirsizlik vardı. Malmö’de acil serviste muayene edilmiş, sonra yaklaşık yirmi beş kilometre uzaktaki, Lund’daki beyin ve sinir cerrahına sevk edilmişti. En önemli tanıklardan biri olan Palmgren’in karısı da ambulanstaydı. Büyük ihtimalle masada kocasının karşısında oturuyordu ve saldırgana en düzgün bakabilen kişiydi.
Çoktan bir saat geçmişti. Boşa harcanmış bir saat, ki her saniyesi kıymetliydi.
Månsson yine başını iki yana sallayarak barın üstündeki saate baktı. Dokuz otuz.
Backlund sert adımlarla bara girdi, Skacke de hemen arkasındaydı.
“Sen de burada böyle oturuyorsun?” dedi Backlund şaşkınlık içinde.
Gözlerini kısıp Månsson’a baktı.
“Eşkâlini alabildin mi?” dedi Månsson. “Elimizi biraz daha çabuk tutmalıyız.”
Backlund defteriyle oynadı, barın üstüne koydu, gözlüğünü çıkarıp temizlemeye başladı.
“Bak,” diye söze girdi Skacke çabucak, “şu anda ulaşabildiğimiz en iyi bilgi bu. Orta boylarda, ince yüzlü, ince tel koyu kahve saçları var, saçları arkaya taranmış. Üzerinde kahverengi spor ceket, pastel tonlarda gömlek, koyu gri pantolon, kahverengi ya da siyah ayakkabı. Yaklaşık kırk yaşında.”
“Güzel,” dedi Månsson. “Tarifi hemen gönderin. Derhâl. Bütün ana yolları kapatın, trenleri, uçak ve vapurları, gemileri kontrol edin.”
“Olur,” dedi Skacke.
“Adamın şehirden çıkmasını istemiyorum,” dedi Månsson.
Skacke oradan çıktı.
Backlund gözlüğünü tekrar taktı, Månsson’a gözlerini dikip sorusunu tekrar etti. “Sen neden burada böyle oturuyorsun?”
Sonra bardağa baktı, daha da büyük bir hayretle, “Hem de içki içiyorsun?” dedi.
Månsson cevap vermedi.
Backlund dikkatini barın üstündeki saate çevirdi, kol saatiyle karşılaştırıp, “Bu saat yanlış,” dedi.
“Tabii ki,” dedi barmen. “İleridir. Tren ya da gemiye yetişmek için acelesi olan müşterilerimize küçük bir hizmetimiz.”
“Hımmm,” dedi Backlund. “Bu olayı asla çözemeyeceğiz. Saate bile güvenemiyorsak, doğru zamanı nasıl bilelim?”
“Çok kolay olmayacak,” dedi Månsson dalgın СКАЧАТЬ