Savoy Cinayeti. Пер Валё
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Savoy Cinayeti - Пер Валё страница 2

Название: Savoy Cinayeti

Автор: Пер Валё

Издательство: Ayrıksı Kitap

Жанр:

Серия: Martin Beck

isbn: 978-625-99187-0-9

isbn:

СКАЧАТЬ gönderemez misin?”

      “Yok. Ona ulaşamıyorum. Aramaya devam edeceğim ama. Backlund şu anda burada ama herhâlde senin de…”

      Månsson irkildi ve bardağını bıraktı.

      “Backlund mu? Tamam, hemen çıkıyorum,” dedi.

      Hemen bir taksi çağırdı, sonra ahizeyi masaya koydu. Giyinirken ahizeden gelen ve mekanik şekilde, “Taksi Merkezi, bir saniye lütfen,” cümlesini tekrarlayan çatlak sesi dinledi, nihayet operatöre bağlandı.

      Savoy’un kapısında, bir sürü araba vardı ve iki polis memuru, akşam yürüyüşe çıkmış, merdiven dibinde toplanmış meraklıların girişin önünde kalabalık etmesini önlemeye çalışıyordu.

      Månsson taksiye ödeme yaparken bu manzarayı inceledi, makbuzu cebine koydu, memurlardan birinin oldukça kaba olduğunu gözlemledi. Çok geçmeden Malmö polisinin adının da Stockholm’lü meslektaşları kadar kötüye çıkacağını düşündü.

      Ne var ki hiçbir şey demedi, üniformalı polislerin yanından geçip lobiye girerken onlara baş selamı verdi. Orası da şimdi gürültülüydü. Otelin bütün personeli orada toplanmış, birbirleriyle ve dışarıya akın eden müşterilerle sohbet ediyordu. Bu manzarayı bir sürü polis tamamlıyordu. Çevreleriyle uyumsuz, allak bullak görünüyorlardı. Anlaşılan, hiç kimse onlara nasıl davranmaları ya da ne yapmaları gerektiğini anlatmamıştı.

      Månsson ellili yaşlarında, iri bir adamdı. Özensiz giyinmişti, üzerinde polyester pantolon ve sandalet vardı, gömleğini de dışarıda bırakmıştı. Göğüs cebinden bir kürdan çıkardı, kâğıdını soyup ağzına soktu. Çiğnerken durumu kafasında oturtmaya çalıştı. Kürdan Amerikan malıydı, mentollüydü; Malmöhus isimli tren feribotundan almıştı, orada müşterilere böyle şeyler dağıtılıyordu.

      Büyük yemek salonuna açılan kapının yanında, Elofsson adında bir devriye memuru dikiliyordu ve Månsson onun diğerlerinden bir derece daha zeki olduğunu düşünürdü.

      Yanına doğru yürüyüp, “Olay ne?” diye sordu.

      “Birisi vurulmuş anlaşılan.”

      “Herhangi bir talimat aldınız mı?”

      “Hayır.”

      “Backlund ne yapıyor?”

      “Tanıkları sorguya çekiyor.”

      “Vurulan adam nerede?”

      “Hastanede herhâlde.”

      Elofsson hafiften kızardı. Sonra şöyle dedi, “Ambulans polisten önce varmış.”

      Månsson iç geçirdi ve yemek salonuna girdi.

      Backlund, parlak gümüş rengi kâselerin olduğu masanın yanında durmuş, bir garsonu sorguya çekiyordu. Gözlüklü ve gayet sıradan yüz hatları olan, yaşı geçkin bir adamdı. Bir şekilde dedektif komiser olmayı başarmıştı. Defteri elinde açıktı, not almakla meşguldü. Månsson duyabileceği bir mesafede durdu ama hiçbir şey demedi.

      “Peki olay saat kaçta oldu?”

      “Iıı, sekiz buçuk civarında.”

      “Civarında mı?”

      “Yani, kesin bilmiyorum.”

      “Saat kaçta olduğunu bilmediğini mi söylemek istiyorsun?”

      “Evet, bilmiyorum.”

      “Garip,” dedi Backlund.

      “Ne?”

      “Dedim ki, bana garip geldi. Kol saatin var, öyle değil mi?”

      “Tabii ki.”

      “Şuradaki duvarda da duvar saati duruyor, yanılmıyorsam.”

      “Evet ama…”

      “Ama ne?”

      “İkisi de yanlış. Neyse, saate bakmak aklıma gelmedi zaten.”

      Backlund bu cevaba şaşırmıştı. Defteriyle kalemini elinden bırakıp gözlüğünü temizlemeye koyuldu. Derin bir nefes aldı, not defterini alıp tekrar yazmaya başladı.

      “Gözünün önünde iki saat olmasına rağmen, olayın saat kaçta olduğunu bilmiyorsun.”

      “Şey, bir nevi.”

      “‘Bir nevi’ cevaplar bir işe yaramaz.”

      “Ama saatler doğru değil ki. Benimki ileride, oradaki saat de geri.”

      Backlund, kendi Ultratron’una baktı. “Tuhaf,” dedi, bir şey yazarak.

      Månsson ne yazdığını merak etti.

      “O hâlde suçlu içeri yürüdüğünde sen burada dikiliyordun?”

      “Evet.”

      “Bana mümkün olduğunca ayrıntılı bir tarifini verebilir misin?”

      “Adama doğru düzgün bakmadım.”

      “Adamı görmedin yani?” dedi Backlund, hayretler içinde.

      “Şey, evet, pencereden dışarı çıkarken gördüm.”

      “Nasıl birine benziyordu?”

      “Bilmiyorum ki. Bayağı uzaktaydı ve o masa, sütunun arkasında kalmıştı.”

      “Yani adamın nasıl göründüğünü bilmiyorsun?”

      “Evet.”

      “Ne giymişti peki?”

      “Kahverengi spor ceket galiba.”

      “Galiba mı?”

      “Evet. Sadece bir saniye gördüm.”

      “Başka ne giymişti? Pantolon mesela.”

      “Ah, evet, pantolon da giymişti.”

      “Emin misin?”

      “Eee, aksi takdirde senin de dediğin gibi biraz… tuhaf olurdu. Altında pantolon olmasa yani.”

      Backlund sinirli sinirli yazdı. Månsson kürdanın diğer ucunu dişlerinin arasında çiğneyerek sessizce şöyle dedi, “Ah, Backlund…?”

      Diğer adam arkasını dönüp ters ters baktı.

      “Önemli bir tanığı sorguya çekmekle meşgulüm…”

      Aniden durup suratı düşerek, “Ah, sensin demek,” dedi.

      “Neler oluyor?”

СКАЧАТЬ