Sadece dikkatsizlik denebilir mi buna? Ya da korkunç bir tesadüf? Yazgı? Ağır çeliğin ya da hangi malzemeyse bu karanlık ve aç çukurun bir canavara dönüşmesini engellediğini fark etmemişti. Yerinden güçlükle kaldırıp yuvarlarken insanların ne kadar tuhaf olduğunu düşünüyordu. Gecenin kör karanlığında geride bıraktığı karadeliği fark etmeden, çeliği yuvarlarken düşünüyordu. Böyle ağır bir malzeme sokağa atılır mı hiç? Bir şekilde çok işine yarayacaktı; bahçesinde ya da evinde.
Ve sahnede, sabahın erken saatlerinde ofisine gitmek üzere yola çıkan bir başkası vardı şimdi… O, aynı yolda yürürken karanlık ve aç çukuru görmüş, yolun kenarında duran büyük, boş karton koliyi kenarlarından yırtıp açarak bir halı gibi yere sermiş, çukurun üzerini kapatmıştı. Bunun işe yarayıp yaramayacağı hakkında hiçbir fikri yoktu ama sabahın bu saatinde de daha fazlası gelmiyordu elinden. Yere serili kartonun dört köşesine büyük birer taş yerleştirip dikkat çekmeye çalıştı fakat bunun da iyi bir güvenlik önlemi olmadığının farkındaydı. Huzursuz bir şekilde, “Saat dokuz olduğunda belediyeyi ararım. Gelip kapatsınlar bu çukurun ağzını,” diye mırıldanarak yoluna devam etti. Ama aramayı unuttu…
Yavru kedilerin sığınması umuduyla boş koliyi bahçenin kenarına bırakan kadın ise yatağında mışıl mışıl uyuyordu.
Sare yaşanan felaketin ardından birkaç saatini karakolda geçirmiş ve tanık olduğu bu korkunç olayın ayrıntılarını anlatıp yazılı ifadesini verdikten sonra evine dönmüştü. Ilık bir duşun ardından pencerenin kenarına geçip oturdu. Annesi çay ve börek getirmişti ama bir şey yiyecek hali yoktu. Çayını yudumlarken dışarı baktı. Bu sırada yolun kenarında duranları görünce şaşkınlıkla irkildi. Ergen kızla soğukkanlı kadın yolun kenarında durmuş, Sarelerin üçüncü kattaki evlerinin penceresine bakıyorlardı.
Sare şaşırdı. Canavar çukurun başında gördüğü bu insanlar evini nasıl bulmuştu ve niçin buraya kadar gelmişlerdi? Kimdi bunlar? Yaşadıkları küçük kasabada herkesi tanırdı ve daha önce bu insanları hiç görmediğinden emindi. Yerinden fırlayıp kapıya yöneldi.
Sare hızla merdivenlerden inerken, “Acaba beni mi arıyorlar? Eğer öyleyse benden ne isteyebilirler? Küçük Damla’yla mı ilgili acaba?” diye kendi kendine sorular soruyordu.
Birkaç saniye sonra yolun kenarına vardığında ortada ne mısır püskülü gibi saçları olan ergen kız ne de soğukkanlı kadın vardı. Sare yolun iki yanına da iyice baktı ama hiçbir yerde onları göremedi.
Gitmişlerdi! Belki de Sare geçirdiği şokun etkisiyle hayal görmüştü!
Eve girdiğinde kendisine şaşkınlıkla bakıp neler olduğunu anlamaya çalışan annesine, “Bir arkadaşımı evin önünde gördüm de… Ben inene kadar gitmişti,” diyebildi.
Bu iki kadını görmek aklını bütünüyle karıştırmıştı. Kulakları çınlıyor, çınlamaların arasında fısıltılar, sesler duyuyordu. Kuyunun başında gördüğü iki kadın sanki yanına gelmiş de iki kulağına birden aynı anda fısıldıyorlardı. “İçeri gir! İçeri gir!”
Oturduğu kanepede birdenbire ağlamaya başladı. Eve geldiği andan itibaren ağlamamak için kendini zor tutmuştu ama daha fazla dayanamadı. Yaşadıkları ona çok ağır gelmişti, gözlerinden boşanan yaşlara engel olamıyor, sarsıla sarsıla ağlıyordu. Şaşkınlıkla kendisine bakan annesi Yıldız’a olanları anlatabildiğinde onun da öğrendiklerinden oldukça sarsıldığı görülebiliyordu.
Fakat Yıldız’ın şeytanı hazırda beklerdi hep ve kulağına fısıldamakta gecikmezdi. Birkaç dakika sonra, “Efsunlu musun nesin bilmiyorum ki!” diye tısladı Yıldız. “Böylesine korkunç bir hikâyenin kahramanlarından biri olmak zorunda mıydın? Şimdi ya kadın polislere kızını senin ittiğini ya da senin yüzünden o çukura düştüğünü söylerse? Sonuçta düşmeden hemen önce çocuğun saçını çekmişsin. Ya seni suçlarlarsa? Ne diye dokunuyorsun milletin çocuğuna? Nasıl beceriyorsun başına sürekli yeni dertler açmayı? Seninle uğraşmaktan bıktım ama ha, sanki kendi derdim bana yetmezmiş gibi!”
Sare gözlerini devirerek annesine bakarken ondan başka türlü bir tepki beklemediği de açıkça anlaşılabiliyordu. Annesinin beyninin içinde sabaha kadar canlanacak felaket sahnelerinin arasında en az rol alacak oyuncunun Damla olduğunu biliyordu.
5. BÖLÜM
Müdavim
Hangi sabahın güneşi yıkadı seni? Hangisi daha kirli? Bedenin mi, benliğin mi? Daha yüksek sesle haykırır konuşulmayanlar, Sadece hedeftekiler tarafından duyulurlar!
Koridora sıra sıra dizilmiş müzikli ve içkili küçük mekânlardan sızan loş ışık, aynı zamanda bu mekânların müdavimi olanların burnuna çok tanıdık bir kokuyu da getiriyordu. İçeriden gelen uğultu ve seslerden canlı müzikle birlikte gecenin de başlamak üzere olduğu anlaşılıyordu.
Öksürükler, kahkahalar…
Meltem’in yöneldiği mekânın kapısında duran, lacivert pantolon ve beyaz gömlekli iki koruma içeri girmek isteyen müşterilerle ilgileniyor, ilk kez gördükleri kişileri kuşkuyla inceliyorlardı. Aslında onlara koruma demek pek de doğru sayılmazdı. Çünkü bu mekâna gelen herkes çok tanıdıktı ve burada neredeyse hiç olay çıkmazdı. Bu nedenle kapıda koruma görevini içeride çalışan garsonlardan iki tanesi nöbetleşe yaparlardı. Elbette bu küçük eğlence mekânlarına ev sahipliği yapan binanın ana giriş ve çıkış kapıları çok sayıda güvenlik görevlisi tarafından korunmaktaydı. Eşek sudan gelinceye kadar dövülerek atılmıştı bu kapıdan nice dağ gibi babayiğitler…
Meltem kapıdan içeri girerken kısa boylu olanın yanağından bir makas aldı.
“Süpersin Numan.”
Numan elini ağzına götürerek o kendine özgü, herkesçe bilinen ve çok sevilen şaşırma ifadesini yaptı. Ardından beklenen, muzip, kıs kıs o gülüş…
Numan’ın yanında duran ve işe yeni başlayan uzun boylu adam, şımarık ve ciddiyetten uzak bulduğu bu selamlaşmayı içten içe kınayarak burun kıvırdı. Gereksiz hareketlerdi bunlar. “Pehhh!” dedi içinden.
Meltem mekânın asma katındaki ofise geçti. İçeride henüz kimse yoktu. Kot montunu astı, tuvalete girdi, makyajını tazeledi. Siyah mini etek ve doğal taşlarla süslenmiş siyah bir büstiyer giyindi. Tam merdivenlerden aşağıya inecekken sehpanın üzerinde duran paraları gördü, geri dönüp destenin arasından bir tane iki yüzlük çekti ve rulo yaparak cebine yerleştirdi. Basamakları inerken, gidip bir şeyler yerim, diye düşünüyordu. Üzerinde hiç para kalmamıştı bara geldiğinde.
Barın arkasına geçtiğinde asılı duran boş bardaklardan birine uzandı. İlk yudumunu alırken Doğan’ı gördü ve çapkın bir ifadeyle göz kırptı.
Bar tezgâhının altındaki ahşap kapıdan içeri giren Doğan, Meltem’in arkasına geçip kollarını ona doladı. Arzulu СКАЧАТЬ