Sokağın ta başından dönen ve çocukla annesinin geldiği yönden gelen araba hızını azaltarak onlara doğru arkadan yaklaşmaya başladı. Sare, tam da bu sırada kendisinin yanına varan anne kızla birlikte yolun kenarındaki evin bahçesine geçti. Çünkü bu patikaya benzer sokakta kaldırım yoktu. Sağ taraftaki iki katlı evin çitle çevrelenmemiş bahçesi kaldırım görevi görüyordu. Sare, anne ve çocuk şimdi bu geniş bahçenin girişinde birbirlerine bakıyorlardı. Sare anneyi selamladığında kadın ne kadar yorgun görünse de oldukça içten bir gülücükle karşılık verdi. Araba yoldan geçip gitmişti ama iki tarafın da soluklanmak için birkaç dakika burada kalacağı belliydi.
Sare uzanıp tatlı kızın sol kulağının üzerindeki kuyruğu hafifçe çekti. “Biliyor musun, sen gördüğüm en güzel küçük kızsın,” dedi.
Yakından bakınca mavi kurdelelerin çok daha büyük olduğunu ve kadife kumaştan yapıldıklarını fark etti. Küçük kız sevinçle zıpladı ve ön dişleri olmayan bir damak, geniş bir gülümseyişle gözler önüne serildi.
“Bu mavi kurdelelerin ve iki kuyruğunla Alis Harikalar Diyarında kitabındaki tavşana benziyorsun,” diye devam etti Sare.
Küçük kızın hoşuna gitti bu benzetme, her ne kadar Alis’i ve tavşanı bilmese de… Annesi kızının elini sımsıkı tutarken başıyla onaylarcasına karşılık verdi Sare’ye.
İlgi odağı olmanın verdiği coşkuyla bir saniye önce kenarına bastığı, açık bir şekilde yere halı gibi serilmiş kolinin tam ortasını hedefleyerek bir kez daha sıçradı küçük kız.
Ne tuhaf bir sıçrayıştı bu! Köşesinde sinsice bekleyen, daima ortaya çıkmak için bir fırsat kollayan karanlığa, her yeri bürümesi için bir davet mi göndermişti? Veya devasa bir kara deliğe açılan ve tüm gizemlere konu olan, gerçekliği belirsiz, o diğer boyutlara geçişin kapısı mıydı bu?
Hadi canım… Yok artık…
Kibar olmayan kişiler bu gibi anlarda, “Yok artık devenin ayağı!” gibi kaba benzetmelerle absürdlüğün en olmaz, en olamaz haline dem vurmazlar mı?
Dünya mı durmuştu yer yerinden oynadıktan sonra ya da bu anı yaşayanlara mı öyle gelmişti? Kimsenin konuşamadığı bu kısacık an milyonlarca olasılığı içinde barındıracak kadar sonsuz muydu? Acaba herkes kendine özgü bir sonsuzluk anı mı yaşıyordu? Bunu deneyimleyenler kendi sonsuzluklarının kaç saniye sürdüğünü fark edebiliyorlar mıydı?
Minik ayaklardaki kırmızı ayakkabılar neşeli bir sıçrayıştan sonra kartonun merkezine değdiğinde karton bir anda delinmiş, parçalanmış ve içine çekmişti Damla’yı.
Açılan oyuğun ağzı küçük bir kızı yutabilmek için yeterince genişti… Dişleri olmayan ve asla doymayacak, koyu karanlık ağızlı bir canavar gibiydi…
Keşke bugün güneş hiç doğmasaydı! Hava hiç bu kadar sıcak olmasaydı! Keşke anne bu kadar yorulmamış ve elleri bu kadar terlememiş olsaydı! Keşke Damla’nın diğer eliyle de annesinin koluna tutunabilme şansı olsaydı. Ya da tutunabileceği başka bir şey bulabilseydi! Keşke yolun kenarında böyle bir kuyu inşaatı, kanalizasyon çukuru ya da her neyse o olmasaydı! Keşke bu karanlık çukurun açık duran ağzı gelişigüzel, parçalanmış bir kartonla örtülmeseydi! Keşke bir güvenlik önlemi alınsaydı ve bu kahrolası araba yola hiç girmemiş olsaydı!
Küçük parmaklar, şaşkınlıktan donakalmış annenin parmakları arasından hızla kayıp giderken küçük kız annesine kilitlediği bakışlarını bir an için Sare’ye yöneltti. Göz göze gelinen bu an yarım saniyeden kısaydı, kısacıktı. Ya da… Yok yok, bir ömür kadar uzundu.
Anne, kızının ardından kendini o karanlık çukura atmaya çalışırken Sare onu güçlükle tutuyor ve yardım çağıran çığlıklar atıyordu. Paralel sokaktaki anacaddede pazara giden kadınlar, öğle yemeği için eve giden çocuklar ve adamlar irkildiler bu çığlıkla.
Sare az da olsa sakinleştirebildiği kadına sımsıkı sarılmışken gözü, kuyunun başında, kendilerine bakan genç kadına ilişti. Yanında ergenlik çağında başka bir kız vardı. Ergen kız bir yandan kahkahalar atarken aynı anda dövünüp ağlıyordu. Kadın ise soğukkanlılıkla yardım istemek için yanlarına yaklaşanlara doğru koşuyordu. Ya da Sare’ye öyle gelmişti.
Küçük kızdan geriye asla unutulamayacak o bakışı kalmıştı. Her şeyin bittiği o andaki son bakış. Çığlık atmamıştı, bağırıp ağlamamıştı. Aslında ne olduğunu anlayamamıştı. Sadece bakmıştı. Ve o bakışın anlattıklarını küçük kızın annesi de Sare de ömür boyu dinleyeceklerdi.
Sare bomboş pazar arabasıyla evine doğru ilerlerken ağlıyordu. “Çukura düşen Alis’ti tavşan değil!” diye hıçkırıyordu. Böylesine korkunç bir olayın yaşanacağını nereden bilebilirdi o benzetmeyi yaptığında? Üstelik Alis’in düştüğü böyle bir çukur değildi ki! O anda küçük kızın Alis gibi harikalar ülkesine gitmiş olmasını diledi. Ama bu dileğinin kabul olmadığını ertesi sabah büyük bir üzüntüyle, ülkede yaşayan herkesle birlikte öğrenecekti.
Küçük Damla, iki kilometre uzaklıktaki bir kanala sürüklenmiş, cansız halde bulunmuştu. Televizyon, gazeteler ve sosyal medya bu olaya geniş yer vermişti. Gelip geçenlerin yolu üzerindeki bir noktada böyle sorumsuzca kuyu açmaya çalışan ve o karanlık çukurun ağzını açık bırakan ev sahibi suçlanıyordu.
Gel gör ki herkesin suçladığı bu adam, bu çukuru kendisinin açmadığını, onu bahçesinde keşfettiğini anlatıyor; ağzını çelik, sağlam ve ağır bir kapakla kapattığına dair yeminler ediyor, kendini savunmaya çalışıyordu. “Bu benim suçum değil. Güvenlik önlemi de aldım, ne olur inanın bana. Yolun başındaki kameraları inceleyin. Göreceksiniz. Çok çok ağır, çelikten, rögar kapağı kadar sağlam bir malzemeyle kapatmıştım çukurun ağzını. Ama birisi bu kapağı alıp götürmüş! Bu çukuru ben açmadım aslında!” diye haykırıyordu. Ona kimse inanmıyordu… Adam adliye binasının geniş koridorlarında kim bilir daha kaç kez aynı şeyleri anlatacaktı.
Suçlu ya da suçsuz olması Damla için sonucu değiştirmeyecekti elbette… Yine de herkes büyük bir merakla kamera görüntülerinin yayınlanmasını bekliyordu. Küçük sahil kasabası için pek de alışılmamış bir hareketlilikti bu yaşananlar.
Olaydan bir süre sonra adamın doğruyu söylediği, aslında bu kuyu benzeri çukuru kazmadığı, keşfettiği anlaşıldı. Su, atık su ve kanalizasyon ağı sistemleriyle ilgili her türlü bilgi ve birikimden yoksun adam, evinin bahçesindeki uzun çalıların arasında gördüğü, çukuru kapatan, asla açmaması gerektiğini sonradan öğrendiği kapağı bin bir güçlükle kaldırdığını emniyette ve savcılıkta verdiği ifadesinde açıklamıştı. Yıllar önce açılmış ve inşaatı yarım bırakılmış derin çukuru görünce bunun bir su kuyusu olduğunu düşünmüş, işi tamamlamaya karar vermiş, çukurun gürül gürül çağlayan kanalizasyon ağının kollarından birinde son bulduğunu görünce boşa uğraştığını anlamış ve ağır, döküm bir çelik kapakla kuyunun ağzını yeniden kapatmıştı.
Gerçekte СКАЧАТЬ