Sabri, Macit’e manalı manalı baktı. “Aman Cemil etme be! Bak köyün en tatlı mevsimindeyiz. Gel bizi bırakıp gitme. Bak, Sırrı Paşa’nın kızı da dün Beyrut’tan gelmiş. Bu sene senin sayende güzel bir yaz geçirelim.”
Bu sırada ben de Macit’e bakıyordum ve yüzünün dehşetli bir renksizlik içinde solduğunu fark ettim. Gözleri karanlıklar içinde ve âdeta kör gibiydi. Oradakiler bu haberi pek önemsedi. “Ne o? Güzin yine dönmüş mü?” diye sordular.
Sabri, Suriye yoluyla, Mesajeri Meritim’le5 dün geldiğini söyledi. O zaman konu ona döndü. Bu beylerin hepsi de ona olağanüstü ilgili görünüyordu. Özellikle Nuri Bey, “Güzin, Allah için nefis bir kadındır!” diyordu. Cemil ise bu gürültü arasında, “Benim paşa kızlarıyla işim yok. Öyle büyüklük taslayan boş, manasız kızlarla… Ben Mulen Ruj şantözleri, Paris kokotları isterim,” diye feryat etti.
Bu övgüler arasında biri, küçümseyen bir tavırla, “Canım bırakın şu kızı be!” dedi. “Müsrif, sahtekâr, dünyayı kendine köle olmuş zanneden, İstanbul’da ondan başka kadın yokmuş iddiasına kalkan, havasından geçilmeyen bir kız. Hem nesine? Babasının serveti Abdülmecit’in lütufları sayesinde olmuş. Kendisi ise eh, oldukça güzel; fakat sahtekâr, gösterişçi, şımarık bir şey.”
Nuri, savundu: “Eh, oldukça güzel mi? Dünyada bundan başka güzel kadın nasıl olur, bunu anlamak isterim. Sizin bu küçümsemeniz ise onun sizi küçümsemesinden kaynaklanıyor olmasın. Büyüklük taslamaya gelince; bizim gibi erkeklere büyüklük taslaması, bence bir tür meziyettir.”
Karşısındaki hiddetle köpürerek, “Büyüklük taslamak mı? Herkes ne söylüyor siz biliyor musunuz?” dedi ve eğilerek Sabri’nin kulağına bir şeyler fısıldadı. Sabri, bunu pek gürültülü ve devamlı bir kahkahayla dinledi.
“Amma yapıyorsun ha! Mümkün değil. İşte bunu zannetmem,” dedi.
Nuri, işitmek için eğildi; fakat söyleneni anlamayınca, “Canım biraz insaflı olun,” dedi. “Şu kız geçen sene bütün yaz kime ne kötülük etti? Kendi halinde bir hasta, her gün arabasıyla gezmeye çıkar, sonra yine zararsızca dönerdi. Bütün bir yaz bir şey işittiniz mi?”
“Peki, öyle de rastladığı kadınlara, erkeklere o bakışı… O gökyüzünden bakıyormuş gibi büyüklük taslayan bakışı. Sanki dünyada ondan başka bir mahlûk yokmuş, başka adamlar, başka kadınlar adi, bir başka cinse ait hayvanlarmış gibi.”
Nuri, tekrar savundu: “Evet, elbette, elbette ya! Sen onu bilir misin, özelini biliyor musun? Her gün gördüğün kadınlardan ne kadar farklı, özel bir kadın olduğunu bilir misin? Elbette öyle bakar ya! Biz bir hayvan sürüsünden başka neyiz? Hem neyimizi beğensin ve niçin beğensin, rica ederim!”
Onlar gürültü ederek konuşuyorlardı. Ben, gözümü Macit’ten ayırmıyordum. Yüzünün ilk renksizliği yavaş yavaş geçmiş, gözlerine bir parlaklık gelmişti. Bu parlaklık ara sıra ani saldırılarla coşuyor, o da konuşulanlara katılmak istiyor ancak, tereddüt ettiği fark ediliyordu.
Nuri’nin bu iddiası, Sabri’nin büyüklük taslamasını yerle bir etti. Sabri, kendine özgü bir kabalıkla, “Canım, sen de şimdi beni çirkin çirkin söyleteceksin. Bizi beğenmemesi için onun nesi var? Sen bir kere kulağını aç da dedikoduları dinle. Bak bir kere onun nasıl bir kadın olduğunu gör, anla. Hem diyorlar ki yüzündeki rengin nedeni boyaymış.”
Nuri, şakacı bir tavırla, “Ama hasta. Kız, verem. Yüzünün renksizliği de bir kabahat değil ya!” dedi.
Sabri, devam etti: “Sonra şekli. Bacakları, kalçaları, pamukla dolmaymış.”
Nuri, yine aynı tavırla, “Eee, dedik ya canım, veremli bir kız; zayıf, hasta.”
Sabri, hiddetle güldü. “E, canım yalnız bu kadar değil ya. Saçları da takmaymış.”
Nuri, yine gülerek cevap verdi: “Allah Allah! Bugün artık takma saç olmazsa mükemmel bir görüntünün mümkün olmadığını bilmiyor musunuz?”
Sabri, buna da hiddetle başını bükerek, “Ya!” dedi. “Evinde her gün yaptığı kepazeliklere ne diyeceksin? Yolda, arabasında karşılaşınca seni beni beğenmeyen bu hanımefendinin evinin karşısındaki bahçenin bahçıvanına her gün akşama kadar kur yapmasına ne diyeceksin?”
Nuri, hayretle baktı.
“Nasıl, nasıl? Sabri, Allah aşkına, bu mahalle karısı dedikodularına inanıp onları sen bari tekrar etme. Bu onu, ihtişamını, güzelliğini görüp de kıskanan, büyüklüğünden kırılmış mahalle karılarının uydurdukları yalandan başka bir şey değil. Bilirsin ya, bizde âdettir; her parlayan şeye çamur atarız. Her köyde, böyle kadın-erkek herkesin dikkatini cazibe ve saltanatıyla çekmiş, aleyhinde masallar uydurulmuş özel bir varlık, bir kurban bulunur. Bu kadın, kişisel yenilgilerinin acısıyla yanan bir takım kötü insanların saldırısına hedef olan güzel ve özel bir kadındır. İşte burada da aynı şey… Güzin, Güzin… Ben itiraf ederim ki ona bayılıyorum ve onun gibisi değil bu köyde, belki İstanbul’da bile yoktur.”
Sabri, cevap vererek, “Sen ona âdeta tutkunsun canım… Bunu geçen seneden beri biliyoruz,” dedi, sonra beylerin biri saatine bakarak yemek vaktinin geldiğini söyledi. Gitmek için hep birden kalktılar. Sabri, misafirleri uğurlamakla meşgul olan Macit’i bekledi ve yalnız kalınca, “Bugün seni biraz fazla sıktım, ama kabahat Nuri’nin. O da o kadar övmeseydi…” dedi.
Macit, bir şey anlamadığını gösteren bir tavırla onun elini sıktı. Sabri’nin yine pek gürültülü bir kahkaha atmasına neden olan bir sözle onu kapıya kadar geçirdi, gittiler.
Macit, içeri girdiği zaman omzundan yük indirenler gibi nefes aldı ve kendini kanepenin üzerine attı, orada derin bir nefretle, “İşte!” dedi. “İşte bunlar dostlarım, yani hayatta alıştığınız adamlar. Akıl ve zekâlarından, ahlâklarından emin olduğumuz, İstanbul’un en anlayışlı adamları. Ah, herkes bir âlem! Kimse yok, kimse yok ki. Dostlar mı? Hislerine, çıkarlarına uyduğun kadar. Kadın mı? Şehvetlerinin sazını titrettiğin sürece. Hele onlar. O kadar iğreniyorum ki en güzellerine bile artık bakmıyorum. Bir zamanlar, ruhlarını bile bile bedenleri, güzellikleri, kadınlıkları için onları bakmaya değer bulurdum. Sade güzelliği, hayvani cazibesi olanları istediğim oldu. Şimdi artık tenezzül etmiyorum. Benim ne kadar çapkın bir adam olduğumu bilirsin, işte sekiz aydır daimi bir nefis terbiyesiyle beraber, bugün hâlâ onlardan biriyle yakınlık kurmamak için zevki terk edecek bir güçteyim. Oysaki onlara gelince mesela, içlerinde en asil görünen Nuri… O Sırrı Paşa’nın kızını haklı olarak savunan Nuri bile dünyanın en maddeci adamıdır. Mesela, eminim ki Beyoğlu kaldırımında iki mecidiye için dolaşan bir Yahudi çocuğunu da Güzin gibi sever ve ister. Az önce, herkes bir âlem demiştin. Evet, öyle kapalı bir âlem ki içine girmek imkânsız. Güzin’i anlamak, biraz önce burada öten bu beylerin birine nasip olacak СКАЧАТЬ
5
Bir vapur şirketi