Yalan. Yücel Tahsin
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yalan - Yücel Tahsin страница 9

Название: Yalan

Автор: Yücel Tahsin

Издательство: Can Yayınları

Жанр:

Серия:

isbn: 9789750717642

isbn:

СКАЧАТЬ parçalamak istercesine çarptığını yüzünden anlayabilirdi, ancak kekeme öykünüsü yaparak ve söylediklerinin tersini savunarak kendisiyle dalga geçmeye kalkışan bir şakacı karşısında mı, yoksa kafası hiç çalışmayan bir öğrenci karşısında mı bulunduğu konusunda bir karara varamadı, anlattıklarında dayatmayı yeğledi.

      “Bırak saçmalamayı! Herkes bilir ki dilin doğuşu yazının bulunuşundan elli bin yıl öncedir!” dedi güvenle. “Mağaralarda bunca yazı var.”

      Yunus ünlü kahkahalarından birini daha attı o zaman.

      “Mağaralardaki yazılar neyi kanıtlar? Kulaklarımızı kayalara dayasak, sesleri de duyar mıyız diyorsunuz?” dedi. “Herhalde ilkel toplulukların tarih öncesinden beri hep aynı ilkel topluluklar olarak kaldıklarını da düşünmüyorsunuz. Hayır. Yazı var, dil yok! Kimse de çetele tutmadı. Bence dil yazıdan çıktı, yazı dilden değil! Birinin doğduğunu, ötekinin bulunduğunu söylemeniz de bunu gösteriyor.” Bir an durup düşündü, sonra anlatılmaz bir biçimde gülümsedi. “Her şey işte o zaman bozuldu!” diye ekledi.

      “Oğlum, hiç duymadın mı sen, önce söz vardı,” dedi öğretmen. “Hristiyanların kutsal kitapları bunu böyle söyler.”

      Yunus Aksu tarih öğretmeninin yüzüne acır gibi baktı, ama acımadı.

      “Be… be… bence yalan,” dedi. “Öyle olsa, başlangıçta insanın da olması ve bülbül gibi konuşması gerekirdi. Başlangıçta, yani bundan yüz bin yıl önce değil, çok daha önce.”

      Tarih öğretmeni kürsüye bir yumruk indirdi o zaman.

      “Tüm tarih ve dilbilim kitapları böyle yazar!” dedi.

      Yunus gene gülümsedi.

      “Hepsini okudunuz mu?” diye sordu.

      Tarih öğretmeni bir yumruk daha indirdi kürsüye.

      “Çık dışarı!” diye bağırdı. “Hemen çık dışarı!”

      “Ama kutsal kitap doğruysa, tarih ve dilbilim kitapları yanlış; tarih ve dilbilim kitapları doğruysa, kutsal kitap… Benim bunda hiçbir suçum yok, efendim.”

      “Çık dışarı dedim sana!”

      Yunus, hocanın sesinin kinle titremesine karşın, derin bir mutluluk içinde, gülümseyerek kapıya doğru yürüdü, tam çıkacağı sırada, geriye döndü.

      “Sö… sö… sözlerimi anlayamamanız çok acı, hocam; benim için değil, sizin için!” dedi.

      “Çık dedim sana!” diye haykırdı öğretmen, önündeki kitabı var gücüyle Yunus’a doğru fırlattı.

      Yunus kitabı havada yakaladı, özenle kapatıp en yakın sıranın üzerine bıraktı; yüzünde mutlu bir gülümseme, öğretmeni ve sınıfı selamlayıp çıktı kapıdan. Birkaç dakika sonra, okul müdürüyle burun buruna gelince de silinmedi gülümsemesi.

      Müdür ders saatinde neden sınıfta olmadığını sordu. O da, hep gülümseyerek, bu soruyu tarih öğretmenine yöneltmenin daha doğru olacağını, çünkü onun hiç kekelemeden, yani ezbere konuşmayı iyi becerdiğini söyledi. Müdür gülümsedi, elini Yunus’un omzuna koydu, “Şimdi de bu mu çıktı?” dedi. “Benden sana baba öğüdü: hocalarla zıt gitme!”

      Yunus mutluluktan uçuyordu.

      “Haklısınız, efendim: bir nasihatte bin musibet vardır,” deyip bahçeye doğru yürüdü.

      Buluşunun tadını çıkarmak istiyor, bahçede, ağaçlar altında, hiçbir şeye bakmadan yürürken, “Daha önce bunu nasıl düşünmedim?” deyip duruyordu. Yusuf’a da yineledi bunu. Ama kekelemeden konuşanlar kalabalığının gurur duyduğu anlaşılan dilin ortaya çıkışını bir bozulmanın başlangıcı olarak göstermesi, bir de, yazıdan sonra geldiğini söyleyerek, insanlığın uzun tarihinde dilin görece yeni bir kurum olduğunu, dolayısıyla doğal bir veri sayılamayacağını, bunun sonucu olarak da kekemeliğin bir sakatlık olmadığını anıştırmış olmak hoşuna gidiyordu. Ancak, tüm bunlarla nicedir kafasını karıştıran arayış arasında doğrudan bir bağ kurmayı usundan bile geçirmemişti. Dersten atıldığı sırada, çok yakında böyle bir etkinliğe gireceğini söyleseler, kahkahalarla gülerdi.

      Ama, o günden sonra, Yunus’la Yusuf’un, bir ölçüde de tüm okulun yaşamında, yepyeni bir dönem başladı: kimilerine göre bir uydurmaca, kimilerine göre bir kurmaca, iki arkadaşa göre de bir araştırma ve bulgulama dönemi: iki arkadaş, özellikle pazar günleri, ansiklopedilerde ve kitaplarda hep ilginç kuramı doğrulayacak bilgiler aradılar. En sonunda, bir gün, akşamüzeri, kuramlarını kanıtlamaktan umutlarını kesmeye başladıkları bir sırada, Yunus, gözleri çakmak çakmak, “Buldum! Buldum! Buldum!” diye haykırdı, sonra, elindeki kitabı dostuna uzatmak varken, kekeleye kekeleye okumaya başladı: değişik dönemlerde, değişik düşünürler yazının dilden önce bulunduğunu öne sürmüşlerdi. Örneğin Fransa’da, daha on yedinci yüzyıl başlarında, Vigenère ile Duret coşkuyla savunmuştu bu kuramı, örneğin yirminci yüzyılda Jacques van Ginneken’in aynı kuramı aynı coşkuyla, hem de daha güçlü kanıtlarla savunduğu görülmüştü. Ona göre, ilk piktogram’lar elin devinimlerini yansıtmaktaydı, yazı da, çok daha sonra eklemlenimli diller de bu devinimlerden kaynaklanmıştı. Kanıtı da en eski Çin harflerinin büyük bölümünün bu devinimleri göstermesiydi. Leibniz’in, bilerek ya da bilmeden, Çin yazısını uluslararası dil olarak önermesinin nedeni de bu olmalıydı: Çin yazısı ilk ve doğal yazıydı. Savın yanlışlığını kanıtlamaya kalkanlar da vardı kuşkusuz, ama onlar umursamıyordu: bu kadarı yeterdi. Yusuf kalktı, hiçbir şey söylemeden kucaklayıp havaya kaldırdı dostunu. Gözlerinde sevinç gözyaşları, yanaklarını öpüp usulca yere bıraktı.

      Ertesi gün, okulda, önlerine gelene allayıp pullayıp anlatıyorlardı büyük buluşlarını. Daha doğrusu, bu iş için belirledikleri yöntem uyarınca, Yunus kuramı açıklıyor, Yusuf da, onun belleği çok sağlam ve konuşması çok düzgün destekçisi olarak, kuramın kanıtlarını sıralıyordu. Sınıf arkadaşları, başka sınıflardan meraklı öğrenciler, kafaları iyice karışmış bir durumda, anlatılanları dinliyor, bir türlü kesin bir kanıya varamıyor, ama içlerinden biri nicedir kesin olarak benimsenmiş görünen bir saptamayı böylesine sarsabildiği, İngiliz ve Amerikalı öğretmenler arasında bile hiç kimse karşısına çıkamadığı için gurur duyuyorlardı. Bir öğrenci topladığı kanıtları kendisini sınıftan atan tarihçiye göstermesini salık verdi. Yunus “Boş ver, değmez!” demekle yetindi. Ama genç bir ingilizce öğretmeni, “Senin van Ginneken kesinlikle yanılıyor,” deyince, kuşkusuz hep kekeleyerek, ama güven içinde, “Bence hiç de yanılmıyor, ama benim kuramım onunkinden farklı, efendim,” diye yanıtladı. “Ben önce söz yoktu demedim hiçbir zaman; bana göre, başlangıçta, söz yalnız insan için değil, tüm yaratıklar için vardı.”

      Yunus daha önce hiç usuna getirmemişti böyle bir şeyi, nerdeyse hiç düşünmeden, birdenbire, bir savunma güdüsüyle söyleyivermişti, ama, hemen o gün, dostunun da desteğiyle, kuramını geliştirmeye başladı: evet, söz her zaman vardı, ancak, başlangıçta, hayvanlar için olduğu gibi insanlar için de eklemlenimsiz bir söz, yani bir tür ötüş söz СКАЧАТЬ