Fergana Güzeli. Corci Zeydan
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Fergana Güzeli - Corci Zeydan страница 7

Название: Fergana Güzeli

Автор: Corci Zeydan

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6862-43-2

isbn:

СКАЧАТЬ bulunur. Bu onun okudur. Geyiğe atmış. Geyik yarasının içinde oku taşıdığı hâlde uzak bir mesafeden kaçmış. Bu tarafa gelmiş. Geyikler gerçekte buradan uzak olan Siriderya taraflarında bulunur.”

      Cihan kendisini bir rüyanın tesiri altında zannediyor gibi yere bakarak düşünmeye başladı. Sonra başını kaldırdı:

      “Garip bir tesadüf… Bununla beraber yanlış bir düşünceye kapılmış olmaktan korkuyorum. Fakat hayır… Kalbimde yanlış bir düşünce yoktur. O hâlde, bu ok onunsa acaba kendisi şimdi nerede olmalıdır?”

      “Zannederim ki o Fergana’ya girmeden önce mutlaka bir suyun kenarında ordugâh kurmuştur. Bu taraflarda Amuderya’dan başka bir su yoktur. İhtimal ki bu nehrin doğu sahilinde bulunuyor.”

      “Bu dediğin sahil buradan çok uzak mıdır?”

      “Bir-iki fersah mesafededir zannederim fakat bu soruyla ne demek istiyorsun? Anlayamadım.”

      Cihan, mürebbiyesine karşı bu derece hafiflik ve zaaf eseri gösterdiğinden dolayı utandı. Sessizliği tercih etti. Elindeki yayın kayışını düzeltmekle meşgul gibi göründü. Hizran, hanımının bu hâlini ve hissiyatını anlayarak:

      “Hanımcığım! Galiba oraya gidip onunla buluşmak istiyorsun.” dedi.

      Cihan mahcup mahcup tebessüm etti. Sorduğu sorudan gerçek maksadının ne olduğunu anlamak için Hizran’ın gözlerine dikkatle baktı. Mürebbiyesinin kendisine sevgi dolu ve şefkatle baktığını görünce aynı histe bulunduğuna kanaat getirerek:

      “Onun yanına gitmemde bir sakınca görüyor musun?”

      Hizran, hanımının hislerini okşayarak ona gerçek ve şefkatli bir valide gibi muamele etmeye hâl ve mevkisini daha uygun gördü:

      “Halk senin ona bilerek gittiğini duyacak olsa ihtimal ki ondan birçok mana, boş şey çıkarır fakat biz böyle göstermeyeceğiz. Kendisini bulursak tesadüfle rast geldik zannettireceğiz fakat onun bulunduğunu ümit ettiğimiz yer, epeyce uzaktadır. Oraya güçlükle varılır. Buna tahammül etmek ister misiniz?”

      “At üzerindeyiz. Çok yorulmayız. Haydi gidelim.”

      Sonra uşaklara baktı. Onlar hâlâ uzakta, geyiği boğazlamakla meşgullerdi.

      Hizran, hanımının uşakları çağıracağını hissettiğinden kendisi daha önce davranmak istedi:

      “Firuz’u çağıralım. Yanında yürüsün. Diğerine şehrin kapısındaki alaya gitmesini ve diğer uşaklarla orada bizi beklemesini emredersin.”

      Cihan, mürebbiyesinin fikrini uygun gördü. Hizran iki uşağının bulunduğu yere doğru yürüdü. Firuz’a gel diye işaret etti. Firuz koştu, geldi. Arkadaşı hakkında Cihan’ın emrini bildirdi ve atları getirmesini emretti. Firuz, emri yerine getirdi. Atları getirdi. Cihan ile mürebbiyesi atlara bindiler. Firuz, hanımlarının nereye gideceklerini anlamaksızın yanlarında yürümeye başladı.

      Cihan, sevgilisine rast gelmek ümidiyle gözlerini ufka çevirmiş olduğu hâlde atını nehre doğru sürüyordu. Güneş batmak üzereydi. Cihan, o gün yemek yememiş olduğunu unutmuştu. O yalnız Ay Toldı ile buluşmayı düşünüyordu. Onun nazarında ondan başka her şey, hiç hükmündeydi. Aşk bazen sahibinin akıl ve fikrine o kadar galebe çalar ki ona kendi varlığını bile unutturur.

      7

      ZİYAFET

      İki atlı; kısmen ekili arazide hayvanlarını sürüp giderken yolda çiftçilere, yolculara rast geliyorlardı. Bunların cümlesi Cihan’ın yüzünü görmeye lüzum görmeden atından ve uşağından tanımakta zorluk çekmezlerdi. Bunlar ona yolda rast geldikçe saygı vaziyetinde güler yüzle selama duruyorlardı. O gün Cihan, kendisini seven bu halka âdeta yüzüyle, büyük bir nezaketle selam verirken fikren meşgul olduğu için her zamanki gibi şen ve neşeli görünmüyordu. Cihan böyle dalgın giderken birdenbire atı kişnedi. Mürebbiyesinin atının kişnemesi de onu takip etti. Cihan uykudan uyanır gibi önüne baktı. Pek yakında, ekin tarlaları içinde Türkmen evleri gibi çatısı küre birkaç oba görünüyordu. Türkmenler, obalarını daire şeklinde üstü kubbeli inşa ederlerdi. Arada birkaç kısrak vardı. Kısrakların ortasında iki adam diz çökmüş, o hayvanları sağıyordu. Arap bedevileri nasıl deve sütü ile geçiniyorlarsa Türkistan Çölü’nün halkı da kısrak sütüyle beslenirdi.

      Cihan, bu çiftlikleri görünce vakit kaybetmemek için onlardan uzak durmayı daha uygun buluverdi. Hizran ise bunun aksini tercih ediyordu. Atını onlara doğru sürdü. Arkasından gelmesini işaret etti:

      “Hanımcığım! Bir kere bunlara uğrayalım. Kendilerinden Ay Toldı’ya dair bilgi soralım. İhtimal ki buradan geçtiğini görmüşlerdir. Bunlardan şu suretle bilgi alabilirsek belki nehre kadar gitme zahmetine lüzum kalmaz.” dedi.

      Cihan, mürebbiyesinin bu fikrini uygun bularak o da atını çiftliklere doğru sürmeye başladı. Firuz da atların yanında koşup gidiyordu. Çiftliklere yaklaşınca süt sağanlardan biri gelen misafirlerin hâl ve kıyafetlerinden büyük bir aileye mensup olduklarını anlayarak obalardan birinde bulunan babasına bilgi vermek için gitti. Değneğine dayanmış bir ihtiyar çiftçi çıktı. İhtiyar, oraya gelen o iki süvariyi görür görmez Cihan’ı tanıdı. Misafirlerin attan inmelerine yardım etmek için oğullarına işaret etti. Cihan ilk önce inmek istemedi.

      Teşekkür etti. Sonra mürebbiyesine baktı. Ondan fikrini soruyor gibiydi. Hizran:

      “Hanımcığım! Biraz dinlenmek için buraya inelim. Sonra biner, gideriz.” dedi.

      Cihan, kendi arzusuna rağmen mürebbiyesinin fikrine uymaktan başka çare bulamadı. Attan indiler. Firuz atları alarak uzağa gitti çünkü atlar orada kalırsa kısrakları görerek kişneyecekler ve kendilerini rahatsız edeceklerdi.

      İhtiyar ve oğulları gelen misafirlerin altına hasır serdiler. İhtiyar büyük bir nezaket, büyük bir sadelik ve temizlikle misafirleri karşıladı:

      “Hanımefendi! Hakir kulübemize girip biraz dinlenmek istemez misiniz?” dedi.

      Cihan, ihtiyarın gösterdiği lütuf ve nezaketten memnun oluverdi. Sonra ağırlama ve ikram eseri olarak bir pösteki5 getirip serdiler. Cihan ile mürebbiyesi onun üzerine oturdular. Hizran, soru sormaya henüz vakit bulamadan önce ağaçtan yapılmış bir su kabı kendisine takdim edildi. Kabın içinde biraz önce sağdıkları kısrak sütü vardı. Hizran, kabın ilkin hanımına takdim edilmesini söyledi. Cihan karnı acıkmadığını ileri sürerek af diledi, almadı. İhtiyar:

      “Oğlum! Kımız ver.” dedi.

      Kımız, kısrak sütünden mayalanmış bir çeşit ayrandan ibaretti.

      Türkmenler kısrak sütünü mayalandırarak bunu gelen misafirlere sunarlardı. Nitekim Arap çöl bedevileri, süveyk6 denilen ayranıyla misafirlerine ikram ederlerdi. Şimdiki hâlde, medeni yerlerde limonata ya da çay bunun yerine geçmiştir. İhtiyar, Cihan’a bakarak:

      “Hanımefendi! Kımızı içmek için acıkmış olmak lazım gelmez. СКАЧАТЬ



<p>5</p>

Koyun ya da keçi postu.

<p>6</p>

Sevik.