Название: Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt
Автор: Ahmet Cevdet Paşa
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6862-39-5
isbn:
Mansur ise evvela Afrika’ya kırk bin ve oğlu Mehdi ile Rey tarafına otuz bin asker gönderip geri kalan askeri de İsa bin Musa ile Medine’ye gitmiş olduğundan, yanındaki asker bir iki bin adamdan ibaret iken Basra’da İbrahim’in başına yüz bin adam toplandığını haber alınca ne yapacağını şaşırdı. Geceleri gözüne uyku girmez oldu. Hemen her taraftan asker getirtmeye kalkıştı ve o zaman Medine’den Mekke’ye gitmiş olan İsa bin Musa’yı geri getirtti. Üç bin askerle Hamid bin Kahtabe’yi askerin öncülüğüne memur edip beş bin askerle de İsa bin Musa’yı İbrahim’e karşı gönderdi. Yüz kırk beş yılı, zilkadesinin beşinci pazartesi günü Kûfe’ye on altı saat mesafesi olan bir yerde iki taraf karşılaştı. İbrahim’in kuvveti çok olduğundan Hamid bin Kahtabe’nin, daha ilk karşılaşmada yenilmesi üzerine İsa’nın yanındaki asker de dağıldı. İsa canından bile ümitsiz olup, ancak namusuyla ahirete gitmek üzere yerinde sabit durdu. İşte o sırada Süleyman İbni Ali Abbasi’nin oğulları Cafer ve Muhammed, ansızın Basra askerlerinin arkasından ortaya çıkınca Basra askeri onları vurup imha etmek üzere geri döndüklerinde İsa’nın hezimete uğramış olan askeri de onların bu dönüşlerini hezimet sanarak, geri dönüp onların üzerine hücum edince Basralılar bozuldu. İbrahim, altı yüz kadar adamıyla meydanda yalnız kaldı. O sırada bir kaza oku gelip İbrahim’in boğazına saplandı ve adamları telaş ederek onun başına toplandı. Hamid İbni Kahtabe ise bu kargaşayı fırsat bilerek ileri hücum etmiş, İbrahim’in adamlarını dağıtmış ve İbrahim’in başını alıp İsa’ya sunmuştur.
Yukarıda olduğu gibi önce Hamid İbni Kahtabe’nin hezimeti haberi Mansur’a ulaştığında, İran tarafına firar etmek üzere hazırlanırken bu muzafferiyet haberinin erişmesi, kendisine taze hayat verdi. Ondan sonra Muhammed Mehdi ve İbrahim ile beraber ayaklanan ve onların ayaklanmalarına cevaz gösteren eşraf ve ulemayı araştırıp hapsederek, kimini kırbaçlatmış kimini katletmiştir. İşte o yolda mahpus olanlardan biri de mezhep sahibi İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri’dir. Bundan dolayı Mekke Emiri İmam Malik İbni Enes Hazretleri’ni dahi kamçı ile şiddetli bir şekilde cezalandırmıştır. Fakat ondan sonra İmam Malik Hazretleri’nin halk arasında şan ve şöhreti artmıştır. Mansur’un şiddeti, zamanındaki müçtehitlerin hakkı söylemelerine zarar getirememiştir.
Mansur’un, hukukun yerine getirilmesinde, şeriata tam bir teslimiyeti vardı. Hatta Medine Hâkimi Muhammed bin İmran’ın kâtibi Nemir’den rivayet edilir ki Mansur’un Medine’ye varışında deveciler yol ile ilgili ondan şikâyetle mahkemeye müracaat ettiler, hâkim bir celp çıkardı ve çağırmak için kâtibi Nemir ile Mansur’un veziri Rebia’ya göndermiş, o da götürüp Mansur’a vermiş. Mansur hemen, “Mahkemeye davet edildik. Bizimle beraber kimse gelmesin.” diyerek Rebia ile birlikte mahkemeye varmış, hâkim kalkmayıp kaftanına bürünmüş olduğu hâlde hemen devecileri davet ederek davalarını dinlemiş ve Mansur’un aleyhine hükmetmiş. Mansur, hâkimin adaletinden memnun olarak ona ihsan etmiş. İşte Mansur’un hakkın yerini bulmasına bu derece itinası vardı.
Fakat hükûmetinin nüfuzuna dokunan, mülk ve saltanatına dil uzatan kimse hakkında asla müsamaha göstermezdi. Hatta hâkimane sözlerinden biri şudur ki: “Hükümdarlar her şeye tahammül ederler. Fakat üç şeye tahammül etmezler ki sır verme, ailelerine saldırı ve mülk-ü saltanatlarına sövme hususlarıdır.” Mansur açıklandığı gibi Muhammed Mehdi ile İbrahim sıkıntılarından kurtulduktan sonra Bağdat’ın kurulmasını tamamlamaya başlamış ve Hicret’in yüz kırkıncı yılı içinde Bağdat’a taşınmış, ondan sonra daha iki üç seneye kadar imar işiyle uğraşmış, ondan sonra Bağdat şehri Abbasi Devleti’nin başkenti olmuştur. Yüz kırk altı yılında Alâ adında biri Afrika tarafından Endülüs yakasına geçerek siyahlar giydi ve Mansur’un adına hutbe okudu, başına çok halk toplandı. Fakat Endülüs Emiri Abdurrahman-ı Emevi onun üzerine gitti, İşbiliye yakınlarında iki taraf karşılaştı. Yapılan kanlı bir savaşta Alâ ve yedi bin kadar askeri öldü. Abdurrahman yine Endülüs’te bağımsız kalmaya devam etti. Veliaht olan İsa bin Musa, yukarıda olduğu gibi Muhammed Mehdi ve kardeşi ile yapılan savaşlarda çok iş görmüş ve çok şan kazanmış olduğundan Mansur ona fazlasıyla hürmet ederdi. Fakat oğlu Mehdi Muhammed’i İsa’ya takdim ile birinci veliaht yapmak istiyordu ve bunu ara sıra İsa’ya ima ediyordu. İsa, önceleri buna muvafakat etmediyse de Mansur gaddar bir adam olduğundan, onun zulmünden korkarak, yüz kırk yedi senesinde kendisini veliahtlıktan çıkardı, Mehdi bin Mansur’un veliahtlığını ilan etti.
Daha önce açıklandığı üzere Mansur, önce amcası Abdullah İbni Ali’yi hapsetmişti. Fakat hayatta olduğu sürece kendisinin zihni rahat bulunmadığından bu yıl onu temelleri tuzdan yapılmış bir odada hapsetmiş ve sonra su yürütmüş, temeller eriyince oda yıkılıp, Abdullah bin Ali ölmüştür. Yüz kırk sekiz senesinde Mansur’un devleti kuvvet buldu. Halkın zihninde heybeti arttı. Endülüs Bölgesi’nden, İslam memleketlerini mutlak hâkimiyeti altına aldı. Mansur dermiş ki: “Halifeler dört tanedir ki Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’dir. Hükümdarlar da dörttür: Muaviye, Abdülmelik, Hişam ve bir de ben.”
Yüz kırk sekiz yılında Kürtler etrafa yayılarak memleketin asayişini bozduklarından Mansur, Halid İbni Bermek’i Musul Eyaleti’ne memur etmiş, o da fesat ve kötülük yapanları yola getirerek memleketin durumunu düzeltmiştir. On yıl sonra Kürtler yine bozgunculuk ve başıbozukluk yoluna saptılar. Mansur kendi yakınlarıyla konuyu müzakere ettikten sonra yine Halid’in o tarafa görevlendirilmesine gerek duyuldu. Halid ise o zaman hapiste idi. Zira Mansur onu hapsederek, büyük miktarda mal talep ederek onu zorlamakta idi. Mansur, hemen onu Musul valiliğine ve oğlu Yahya’yı da Azerbaycan valiliğine tayin etti. Halid, gidip yine Musul vilayetini ıslah etti. Oğlu Yahya da babası gibi sağlam, bilgili ve temkinli görüş sahibi bir zat olmakla görevini güzelce yerine getirmeye muvaffak olmuştur.
Mansur, çok fasih ve beliğ, hadis ve soy ilminde mahir, işlerinde basiretli idi. Ondan evvel imamlar, ilmî meseleleri ezber söyler ya da tertipli ve düzenli olmayan kitaplardan, başka kitaplardan rivayet ederlerdi. Onun zamanında hadis ilimlerine, fıkıh ve tefsire dair kitapların tasnif ve telifine başlandı. “Kelile ve Dimne”, “Kitab-ı Oklides” gibi Hintçe ve Yunanca kitaplar tercüme edildi. Önce kölemenleri mühim işlerde kullanan ve onları Arapların ileri gelenlerine takdim eden Mansur’dur. Sonra bu iş gittikçe çoğalıp ilerleyerek, Arapların iş başına gelmesi ve bunda ilerlemesi kesintiye uğramış ve bu yolla Abbasi Devleti’nde zafiyet meydana gelmiştir.
İleri Gelenlerin Vefatı
Mansur’un zamanında eşraf ve ulemadan pek çok önemli kişi vefat etmiştir. Bunlardan İmamiyye mezhebine göre sıralanmış olan on iki imamdan İmam Cafer-i Sadık İbni Muhammed Bakır İbni Zeyne’l-Abidin İbni El Hüseyin İbni Ali (r.a.) Hazretleri yüz kırk sekiz senesinde ebedî âleme gitmiştir. Yine o zamanda müçtehitlerin meşhurlarından A’meş, İbni Şibrime, Muhammed İbni Aclânu’l-Medeni, merhum Abdurrahman İbni Ebu Leyla’nın oğlu Muhammed Kâdî ve Nahiv ilminde İmam Halil’in üstadı olan İsa İbni Amru’s-Sakafi (r.a.) vefat etmişlerdir.
Mansur’un hapishanesinde bulunan İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri de yüz elli senesinde hayat dersini bitirmiştir. İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri’nin şanının yüceliği herkesin malumudur. Faziletleri o kadar çoktur ki açıklansa cilt cilt kitaplar olur. Ashab-ı kiramdan Kûfe’de Enes İbni Malik, Abdullah İbni Ebu Evfâ ve Medine’de Sehl İbni Saidu’s-Saidî ve Mekke’de Ebu’t-Tufeyl gibi değerli şahsiyetlere yetişmiş, âlim, amil, abit ve zahit, çok övülmeye layık bir zat idi. Kırk sene СКАЧАТЬ