Paris’te Bir Türk. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Paris’te Bir Türk - Ахмет Мидхат страница 21

Название: Paris’te Bir Türk

Автор: Ахмет Мидхат

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-56-3

isbn:

СКАЧАТЬ “Benden mi?”

      Nasuh: “Evet! Sizden! Ama istediğim gibi!”

      Cartrisse: “Pekâlâ!”

      Nasuh: “İstediğim gibi olacağına dikkat isterim. Bu kaydı asla ve kat’a unutmamalı!”

      Cartrisse: “Asla ve kat’a unutmayacağım.”

      Nasuh: “Öyle ise haydi gidelim.”

      Bu müzakere ve karar üzerine ikisi beraber kalktılar doğruca birinci kamaranın salonuna gittiler. Çünkü Catherine, Nasuh aleyhine olan şikâyetini Olamaz, olmaz, olmayacak, olması, gerçekleşmesi olanaksız âdeta Cartrisse ile kavga edercesine arz edip Cartrisse dahi eğer Nasuh böyle bir edepsizlik etmiş ise mutlaka özür için getireceğini vadetmiş bulunmasıyla, o mütekebbir ve müteazzım29 kadın, mağlubu olan erkeğin kendisinden af ve özür dilemesine orada muntazır bulunurdu.

      Nasuh önde ve Cartrisse arkada olarak salona girdikleri zaman Catherine, kendilerinden başka kimse bulunmayan o mükellef salon içinde ayak üzerinde bulunup her pencere arasını süsleyen aynalara bakarak güzelliğini, letafetini kıyaslayarak gururunu arttırdıkça arttırırdı. Bir nebzecik gurur her kadın için ziynet addolunabilir ise de Allah için işin şu cihetini itiraf etmelidir ki Catherine’e gururun ifratı dahi ziynet addolunabilmekteydi. Nasuh’un şimşek gibi tez olan nazarıdikkati, bu hakikati çoktan görmüş ve Catherine’in kimseyi beğenememesi âdeta kendisini hevaperestane bir kadın olarak göstermemek için olduğunu, kadın kendisiyle muaşaka edilmesi değil, sözün en kısası kendisine perestiş edilmesi davasında bulunduğunu fark etmişti. Zaten Catherine’i bu kadar imtihan ve tetkik etmemiş olsaydı, Cartrisse ile o büyük mukaveleyi akdedebilir miydi?

      Kadının huzuruna geldiği zaman Nasuh’un verdiği selamda gösterdiği tevazu şimdiye kadar verdiği birkaç selamdan ne ziyadeydi ne de noksan. Catherine ise başını bile eğmeyerek Nemrut gibi bir duruşta bulundu ki duruşunda görülen azamet ve gururun, ta bu derecesinde dahi yine o dereceye mütenasip letafet ve tatlılık olduğunu teslim, elbette ve elbette lazımdır.

      Nasuh: “İlk görüşmemizde size ‘Ben en büyük felaketlerin bile zevkini, lezzetini bulurum.’ dememiş miydim mademoiselle? Siz o zaman bana itiraz etmiştiniz. İşte davamı fiilen ispat ediyorum. Şu anda yaptığımı bilmediğim bir büyük edepsizliğimden dolayı huzurunuzda hatamı ve suçumu itirafa davet olundum. Merhamet ve affınızı istemeye getirildim. Ne büyük felaket! Âlemde en ziyade nefret ettiğim edepsizliği gayriihtiyari kabul etmiş olayım! Bundan büyük felaket mi olabilir? Lakin bakınız bu felaket içinde ne de büyük bir lezzet bulmaktayım. Bir de değil. Pek çok. Bir kere, büyük bir güzellik ve letafetle kadın nevine gerçekten üstün gelmiş olan en güzel bir kadını, tam bir hışım ve gazap içinde görmekteyim ki kıymetini bilenlere, bu dünya zevki değer. İkincisi, haberdar olmadığım suçumu itiraf ederek, hakk-ı galibiyetinizi teslimle sizi galip tavrı içinde görmekteyim ki bu muzafferane tatlılık, güzellik tanrıçası Venüs’te dahi yoktu. Zira kemal güzelliğiyle beraber gördüğü hakareti en bayağı bir kadın dahi görmez… Aman ya Rab! Bir güzel kadına galibiyet tavrı ne de güzel yaraşır? Üçüncüsü, suç ve kusuru itiraf ederek, yalvararak, ağlayarak mutlaka merhametinize nail olacağım ki elbette herkes için nail olunması imkânsız derecesinde zor olan bir nimete, benim böyle hiç beklemediğim bir kolaylıkla nail olmam en büyük nimet ve binaenaleyh büyük bir zevk ve lezzettir.”

      Sözünü burada kestikten sonra cevabı bekler bir tavırla Catherine’in yüzüne baktı. Catherine, şu uzunca özrü, başından sonuna kadar güya her harfini ezber ediyormuşçasına tam bir dikkatle dinlemiş ve Nasuh cevabı beklediği zaman ise ömründe kimseden işitmediği ve ihtimal ki o zamana kadar kimsenin tefevvüh30 edememiş olduğu bu garip özre, verecek hiçbir cevap bulamayıp âdeta nutku tutulmuş kalmıştı.

      Bu şaşkınlık ve hayret şüphesiz üç beş dakikadan ziyade devam ettikten sonra Catherine güç hâlle “Buyurunuz oturalım.” diyebildi. Lakin öte taraf yalnız bu cevaba kanaat edemeyerek:

      Nasuh: “Ağzınızdan af kelimesi çıkmadıktan sonra oturmak ihtimali yoktur. Yok eğer dizlerinize kapandığımı…”

      Catherine: (dizlerine kapanmak üzere davranmış gibi görünen Nasuh’un kolundan tutarak) “Estağfurullah! Affa ihtiyaç görülecek bir kusurunuz mu var ki?”

      Nasuh: “Tamam! Ben de öyle isterim ya! İşte kusurum olmadığı tarafınızdan itiraf edildiği hâlde, affedilmiş olmamı istemek arzusundayım ki nimet içinde nimet ve lezzet içinde lezzet olmak üzere bunu addeceğim yoksa benden bu lütfu esirgemek mi istiyorsunuz? Kalbiniz kadar hassas bir kalbe bu katılık yakışır mı?”

      Catherine: (hissolunmaz derecede bir tebessümle) “İsteğiniz mutlaka ‘affettim’ dedirtmek midir?”

      Cartrisse: “Öyle olmasa bu ricada bulunur muydu? Hatta benim de huzurunda aklanıp temize çıkmak için istediğim şey budur.”

      Catherine: “Öyle ise affettim.”

      Nasuh: “Teşekkür ederim!”

      Diye cümlesi oturdular. Fakat zanneder misiniz ki bu muamele Catherine’i memnun edebildi? Heyhat! Catherine ahmak bir kız değildi. Kendisi için bulabileceğiniz bir kusur olabilirse o da son derecede hırçınlığı, kibri, azameti olabilir. Yoksa bu özür meselesinde dahi Nasuh’un galebe etmiş olduğunu gördüğünden içini yer bitirirdi. Şu kadar var ki hariçte hiss-i derunundan renk verir ise pek gülünç olacağını anladığı cihetle dereden tepeden sözler ile idare etmeye lüzum görmüştü.

      Bu zaruri konuşmada Catherine’in gösterdiği yapmacık ve riyakârane nezaketi bililtizam31 ciddiye alan Cartrisse, gayet şen ve mütebessim bir tavırla ve şaka yollu Catherine’e dedi ki:

      Cartrisse: “Bir dakika sonra böyle tatlı tatlı konuşacağın bir zat hakkında bir dakika evvelki şiddetini şimdi düşünebiliyor musun?”

      Nasuh: (Catherine’e söz bırakmayarak) “Gerçekten her kusur bende oldu Madame Cartrisse! Fakat demincek Catherine cenaplarına arz ettiğim gibi bu kusurum dahi diğer taraftan büyük bir nimet olmak üzere arz-ı didar etti.”32

      Cartrisse: “Ne kusur ettinizdi?”

      Nasuh: “Ettiğim kusur, yalancılığı ve ikiyüzlülüğü kabul etmemek oldu.”

      Catherine: (mahcubane) “Acayip! Buna kusur mu derler?”

      Nasuh: “Kusur olmasaydı, aleyhime sizi o kadar kızgın eder miydi? Daha üç günlük bir şey olduğu için hatırınızdan çıkmamıştır ki efendim ilk görüşmeye beni siz davet ettiniz. O davete icabette mazur idim. Bu sabah ise tesadüf olarak görüştük. Malumdur ki tesadüfün önüne kimse duvar çekemez. Ben bunda dahi mazur idim. Ama siz pek güzel bir kadın olduğunuz hâlde ben pek çirkin bir adam olduğumu, siz zengin olduğunuz hâlde ben fakir bulunduğumu, siz yüksek fikir erbabından olup mavera-yı tabiattan33 dem vurduğunuz hâlde, ben tabiattan ayrılmadığımı görerek ve özellikle de karakterim bir güzel kadını, serveti ve mavera-yı tabiatı sevmemekte bulunduğunu dahi gözümün önüne koyarak sizinle yalnız bir iki defa görüşecek olduğumu anlamalıydım СКАЧАТЬ



<p>29</p>

Müteazzım: Taazzum eden, büyüklük taslayan. (e.n.)

<p>30</p>

Tefevvüh: Ağza alma, dil uzatma, münasebetsiz söz söyleme. (e.n.)

<p>31</p>

Bililtizam: Bile bile. Bir şeyi doğru ve lüzumlu görüp taraftar olmakla. (e.n.)

<p>32</p>

Arz-ı didar etmek: Güzelliğini göstermek, yüzünü göstermek, görünmek. (e.n.)

<p>33</p>

Mavera-yı tabiat: Metafizik, içyüz. (e.n.)