Название: Pembe İncili Kaftan
Автор: Омер Сейфеддин
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-34-1
isbn:
Uyuyamıyor, başının zonkladığını duyuyor, evini düşünüyordu! İhtimal zevcesi bu akşam onu beklemiş ve kim bilir ne kadar merak etmişti ama nasıl gidecekti? Kırk sekiz saattir birbirini takip eden vakalar, haberler onu şaşırtmış, mevcudiyetini, ruhunu değiştirmiş, muhakemesini perişan etmişti. Şimdi ne kadar müşkül bir mevkide kalmıştı… Hakaretin, tecavüzün, itisafın şiddetinden ansızın uyanan millet İtalyan mektebinin, acentesinin, hastanesinin hatta konsoloshanesinin armalarını parçalamış; bayrak direklerini kırmış, sancaklarını yırtmış, heyecanlı nümayişler yapmıştı. Ne kadar İtalyan varsa şüphesiz hepsi kovulacaktı. İtalyan dostu görünecek bir Türk şüphesiz lanetler, nefretler içinde tahkir olunacak, memleketten dışarı çıkarılacaktı…
Başının ağrısından gözleri yaşarıyor ve akacak gibi oluyordu. Yüzükoyun döndü. Gözlerinin önüne zevcesi, çocuğu, evi geliyordu. O hiç böyle bir günü düşünmemiş, bu ana kadar mesut yaşamıştı. Bir Garplı ile bir İtalyanla izdivaç etmek, hayatını birleştirmek ona pek tabii görünmüş hatta iftihar edilebilecek bir mümtazlık gibi gelmişti. Avrupa’dan geldiği seneyi, gençlik ve bekârlık günlerini hatırlıyor, mazisini sesli bir sinematograf süratiyle hayalinden geçiriyordu. Grazia’yı ilk defa İzmir’de bir baloda görmüş ve hayret etmişti. Bu kız eski Roma tarzında fantezi esvaplar giyiyor ve tıpkı İmparator Hadrian’ın metresi Antinous’a benziyordu. Avrupa’da tahsili esnasında sanat tarihini tetebbu ederken hep Louvre Müzesine gider, saatlerce bu latif gözdenin heykeline bakardı. İzmir’de bu heykelin canlısını görmek onu deli ediyordu. Grazia’ya hemen âşık olmuştu. Evvela babasına kendisini takdim ettirdi. Bu mösyö, Vitalis isminde bir İtalyan mühendisti. Mesleklerinin bir olması ahbaplıklarının çabuk ilerlemesine sebep oldu. Mösyö Vitalis’in hükûmette görülecek işleri, memlekette çevrilecek birçok dalavereleri vardı. Bu genç Türk’e mal bulmuş Mağribî gibi sarıldı. Evine kabul etti. Onu âdeta kendisine fahri bir tercüman, fahri bir komisyoncu yaptı. Fahri ve bedava olmakla beraber gayet terbiyeli olan bu hizmetçi ona istediği kadar iş buluyor, hilelerine, ihtikârlarına, vurgunlarına yardım ediyor, hükûmetteki müşküllerini bir dakikada hallediveriyordu. Hem bu Türk zengin idi. Kızına gayet kıymetli hediyeler veriyordu… Fakat bedava ve sadık tercümanının kızına âşık olduğunu, onunla izdivaç etmek istediğini işittiği vakit çok hiddetlendi. Bir Türk’e kızını vermek… Bu mümkün mü idi? Bir barbara, bir vahşiye, bir medeniyet düşmanına, hasılı bir Türk’e nasıl kız verilirdi?.. Şiddetle reddetti. Aradan birkaç ay geçti. Lakin tuhaftı; kızı da bu Türk’ü istiyordu. Mösyö Vitalis gençliğinden beri İspanya’da kurduğu şatoların temellerini birden kazılmış gördü. Büyük bir menfaat onu bekliyordu… Biraz feylesoflaştı, biraz âlimleşti. İtalya’da, aç ve sefil günlerde bütün ruhuyla intikal ettiği sosyalizm nazariyeleri tekrar muhakemesine avdet etti. Bir gün kızına dedi ki:
“Zanneder misin, bu Kenan bir Türk’tür?” Grazia tehalükle:
“Asla, asla! Kenan asla bir Türk değildir ve asla bir Türk olamaz…” diye cevap vermişti. Sonra uzun uzadıya hasbıhâl ettiler. Mösyö Vitalis kızına tarihten, ensabiyat ilminden bahis açtı; Bizans İmparatorluğu’nu zapt eden Türkler ancak bir avuçtu… Bugün görülen Rumeli ve Anadolu ahalisi hep Rum’du. Fakat zorla dinleri tebdil edilmişti. Evet Kenan da bir Rum çocuğu idi. Türkiye, Avrupalılar tarafından taksim edildikten sonra hiç şüphesiz Rumeli ve Anadoluda Türk namı altında yaşayan on yedi milyon Rum eski dinlerine dönecek, Hristiyan olacaklardı… Mösyö Vitalis böyle anlatıyor, bütün Türkiye’de sultanın ailesinden başka Türk bir familya olmadığını ve hatta bunu aklı eren malumatlı Türklerin de itiraf ettiklerini ilave ediyor; Grazia şaşıyor ve seviniyordu. Kenan tekrar davet edildi. Bu musahabeler yanında açıldı. Tarihleriyle, eserleriyle, ananeleriyle, kahramanlıklarıyla şöhret kazanan, daha Abbasiler zamanında Garb’a üşüşmeye başlayan milyonlarca Türk’ü, Karamanlıları, Selçukluları, Akkoyunluları, Karakeçilileri unutarak; Osman Hanedanı’nın zuhurundan birkaç sene evvel Rumeli’ye, Vardar Vadisi’ne geçen bahadır Türklerin vücudunu inkâr ederek o da Türkiye’de hiç Türk bulunmadığını tasdik etti.
Baba kız hayalleriyle Kenan’ı Rum olarak kabul ettikten sonra izdivacı o kadar imkânsız görmediler. Mösyö Vitalis iki sene evvel ölen babasından Kenan’a on beş bin liralık bir miras kaldığını öğrenmişti. Bu mühim bir para idi, hususuyla Türkiye’de… Sonra Şark Meselesi halledilince, yani Türkiye Avrupalılar tarafından parça parça taksim edilince en büyük mevkileri böyle Kenan gibi mütefennin, Avrupa’da tahsil görmüş, yerlilerin ruhuna vâkıf, muktedir adamlar işgal edecekti. Evet Grazia’nın talihi iyiydi… Mösyö Vitalis izdivacı müsait gördü. Lakin birkaç ehemmiyetsiz şartı vardı: Kenan izdivaçtan evvel iratlarını satacak, kızına beş bin lira verecek; Türk âdetlerine sadık kalmış mutaassıp akrabalarıyla asla münasebet ve ülfette bulunmayacak; doğacak çocukları İtalyan terbiyesi görecek ve İtalyan olacak… Grazia her hususta serbest bulunacak… Kendisine de bazı teşebbüslerinde kullanılmak için, borç gibi, beş bin lira verilecek!.. Kenan hemen İstanbul’a gitmiş, satılacak şeyleri satmış, bütün şartları kabul ederek Grazia ile birleşmişti. İki sene içinde birbiri üstüne iki erkek çocuğu olmuştu. Gayet mesuttu. İtalyan âdetini takip ederek çocuklarını numara ile çağırıyorlar: “Primo! Sekundo!” diyorlardı. Sekundo iki sene evvel hastalanmış ve ölmüştü. Şimdi yalnız Primo ile kalmışlardı… Mösyö Vitalis Meşrutiyet’in ilanından sonra Türkiye’de işlerin iyi gitmeyeceğini vehmederek binlerce lira ile on parasız geldiği İtalya’ya gitmişti. Orada bir çiftlik almış, işten el çekmişti. Kızına ve damadına her hafta bir kartpostal ve her ay uzun bir mektup gönderiyordu…
Acaba bu tecavüzün üzerine neler yazacak, İtalyan armadasının galebesini, İtalyan askerinin kahramanlıklarını nasıl methedecekti. Kenan bilmediği bir yerinden yaralanmış gibi yüzünü buruşturdu. Uyuyamıyordu…
Şimdi babası, Grazia’yı ve kendisini İtalya’ya çağırmayacak mıydı? Ne yapacaktı?.. Gidecek miydi?.. Hayır… O hâlde?..
Acaba Grazia tabiiyetini tebdil etmeye razı olacak mıydı? Çocukları vardı. Ve işte on seneye yakın birbirlerini o kadar seviyorlardı… Şakaklarından soğuk terler akıyordu. Cebinden mendilini çıkardı. Yüzünü sildi. Saçlarını parmaklarıyla karıştırdı. Gözlerini açtığı vakit pencereden dışarısının aydınlanmakta olduğunu gördü. Sabah oluyordu. Ömründe ilk defa olarak bütün bir geceyi uykusuz geçiriyordu. Ayağa kalktı. Gerindi. Başı ağrıdan uyuşmuş gibiydi. Pencereye yaklaştı. Sokağa baktı. Karşıki binanın ikinci katındaki balkonuna yaşlıca bir kadın birtakım örtüler asıyor ve rıhtımda koyu lacivert bir deniz, koyu lacivert bir sema altında uzanıp gidiyordu. Sokağın içinde birkaç Yahudi kavga eder gibi konuşuyorlar, yirmi otuz kişilik bir gürültü husule getiriyorlardı. Döndü. Tekrar yatağa uzandı. Gözlerini kapadı. Uyuyamıyordu, İçinden:
Ne yapacağım? Ne yapacağım? diyor, hiçbir karar veremiyor, ızdıraptan ve azaptan kıvranıyordu…
(…) Otelin kapısından çıkınca gözleri kamaştı. Büyük bir güneş zeval noktasına yaklaşmış, ortalığı çiğ, şedit ve beyaz bir ziya içinde bırakmıştı. Deniz sakin ve mavi idi. Arabalar, tramvaylar yine eskisi gibi geçiyor, herkes sanki eskisinden biraz daha hızlı yürüyordu.
Tramvaya СКАЧАТЬ