Название: Araba Sevdası
Автор: Recaizade Mahmut Ekrem
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-36-5
isbn:
12
İşte Bihruz Bey’in Periveş Hanım hakkında, sırf görünüşe dayanan tahminlerine ve en güzel hayaller kurmasına sebep olan landonun, bu sarışın yosma ile yanındaki muşmulayı o gün Çamlıca Parkı’na götürmesi, her zaman olağan şeylerdendi. Bunda hiçbir fevkaladelik yoktu. Mamafih böyle bir tesadüfün mümkün olabileceği toy delikanlının hatırından bile geçmediği için, arabaya ve içindeki nazenine hayalinde en güzel şekiller vermiş, amiyane tabiriyle karıya abayı yakmıştı.
Yukarıda anlatıldığı gibi, önde hanımlar, arkalarında Bihruz Bey olduğu hâlde, parkın kapısından çıktılar. İki ahbap çavuşlar, kırıta kırıta arabalarına bindiler. Araba hareket eder etmez lakırtıya ilk başlayan Periveş Hanım oldu:
“Daha pek toy zavallı!..”
Arkadaşı cevap verdi:
“Toy ne kelime!.. Âdeta budala, ayol!”
“Biraz hoppaya da benzer.”
“Züppe derler bunlara züppe! Verdiği fâni çiçeği ne yaptın? Bakayım, hâlâ göğsünde duruyor mu?”
Çengi Hanım, Bihruz Bey’in bir aralık ulu orta sarf ettiği fane95 kelimesini, Fransızcanın “f”sinden bile haberi olmadığından Türkçe “fâni” diye anlamış ve bir kadına daha ilk görüşte kur yapmak amacıyla sunulan çiçeğin fâniliğinden bahsetmekte hiçbir münasebet, hiçbir zarafet bulamadığı için: “Fâni çiçeği ne yaptın?” sorusu ile Bihruz Bey’in münasebetsizliğine işaret etmek istemişti.
“Ha!.. O ne demekti sahi? ‘Benim aşkım da bu çiçek gibidir, böyle solar gider.’ demek mi istedi acaba…”
“Adaaam sen de!.. Onun ne söylediğinden, ne yaptığından kendisinin de haberi yoktu…”
“Haftaya bugün bekleyecek…”
“İşi yoksa bekleyedursun…”
“Gelelim ayol, eğleniriz… Park hiç de fena değil doğrusu…”
“Her vakit böyle süslü püslü arabayı nereden bulacaksın?”
“Böyle cicili bicili olmasın da basbayağı bir araba olsun… Maksat eğlenmek değil mi?”
“Ya öyle alelade bir arabayla gidersen o alafranga züppe oğlan sana yine bakar mı dersin?”
“Bakmazsa bakmayıversin! O da tasamın on beşiydi sanki… Elimi sallasam ellisi!..”
“Parktan çıkarken o deli deli bağıran da kimdi?”
“A bilemedin mi ayol?.. Hani geçen gün Kadıköyü vapurundan çıkarken feracemin eteğine basıp da ‘pardon’ diyen bey değil mi ya?”
“Ha! O budala mıydı o?.. Yok canım… Değil, değil… Onun sakalı vardı.”
“A! Hiç ben bilmez miyim? Ta kendisiydi… Sakalını kestirmiş herhâlde…”
“Adaaam, nemize gerek! Acaba iskelede çok bekleyecek miyiz?”
“Sanırım ki fazla beklemeyiz… Daha olmazsa kayıkla geçeriz…”
“Galiba sen canını sokakta bulmuşsun… O serserilere emniyet edilip de kayıklarına binilir mi ayol?.. Sen onu bunu bırak!.. Şimdi arabacıya paraları sayacak mıyız?”
“Bedava götürüp getirmedi ya… Elbette sayacağız… Arabacının bahşişini de unutma!”
“Bahşiş mi?.. Ne bahşişi?.. İki saat için yüz kuruş verdikten başka ayrıca bir de bahşiş, öyle mi?.. Üstüme iyilik sağlık! Ben aklımı peynir ekmekle yemedim ayol!..”
Bu sırada araba, Üsküdar İskelesi hizasında, birkaç saat önce hanımları aldığı yerde birdenbire durunca Çengi Hanım, “A! Geldik mi? Ne çabuk geldik… Vallahi iyi…” diyerek evvelce hazırladığı dört mecidiye ile bir miktar bakır parayı arabacıya verdi. İki hanım arabadan indiler. Ağır ağır iskeleye doğru yürüyüp vapura bindiler.
Tam vaktinde yetişmişlerdi. Kadınlar tarafına96 geçip henüz oturmuşlardı ki vapur, iskeleden ayrılarak Köprü’ye doğru yol almaya başladı.
İKİNCİ BÖLÜM
1
Odasında sigarasını içerek düşünür bıraktığımız Bihruz Bey düşüne düşüne nihayet fikirlerini bir sonuçta toplayarak tasarılarını şöyle bir karara bağlamaya muvaffak olabildi: Kendisini daha şimdiden cefakâr âşığı saydığı Periveş zalimine bir mektup yazarak aşkını itiraf edecek, ayrılırken sormuş olduğu “Saat kaçta?” sorusunu karşılıksız bırakmasından ve bilhassa landoya binip uzaklaşırken küçücük bir veda işaretini bile esirgemesinden dolayı kendisine hayli sitemler edecekti. Gelecek cuma günü saat sekizde, belki de daha erken parkta bulunarak Periveş Hanım’ı beklemeyi ve hanımefendi görünür görünmez yanına yaklaşıp mektubu kendisine vermeyi, ondan sonra da vaziyete göre hareket etmeyi, velhasıl Keşfi zibidisine inat, bu sarışın kadınla yakından tanışmayı kararlaştırdı.
O esnada kapıyı vurarak üçüncü defa salona giren Mişel, lambaları muayene ile fitillerini biraz indirip yine çıkardıktan sonra göz ucu ile beyefendinin yüzüne baktı. Efendisini biraz sakinleşmiş görünce bundan cesaret alarak gayet yavaş bir sesle “Yemek soğuyor efendim…” diyebildi.
Bihruz Bey’in kafasını rahatsız eden üzücü düşünceler henüz tamamıyla geçmemişse de aldığı son karar üzerine, hayli hafiflemişti. Sal a manje’de97 hemen bir saate yakındır kendisini bekleyen öğretmen Mösyö Piyer’i daha fazla bekletmenin çirkin olacağını nasılsa düşünebildi: Yerinden kalktı. Üçte ikisinden fazlası yana yana kendiliğinden biten sigarasının uzamış beyaz külünü sigara tablasına silktikten sonra kalan kısmını dudaklarının arasına kıstırıp yemek odasına yöneldi. Kapıdan içeri girer girmez kendisini beklemekte olan Fransızca öğretmenine, şüphe yok ki artık bu defa pek halis bir Fransızca ile “Affedersiniz, aziz öğretmenim! Pek önemli bir şey düşünüyordum da sizi bekletmek zorunda kaldım. Umarım ki bana gücenmediniz…” dedi ve sıkmak için elini öğretmene uzattı.
Mösyö Piyer hiç oralarda değildi. Zaten bütün bütün denecek derecelerde yemekten kesilmiş; olanca iştahı, zevki, eğlencesi kaçmış; bütün dikkati siyasi gazetelerin her günkü meselelerle ilgili sütun sütun makaleleri üzerinde toplanmıştı. Bu altmış beşlik ihtiyar o gün köşke geç vakit gelerek doğru ikinci kata çıkmış ve çıkar çıkmaz da açgözlü Mişel’in СКАЧАТЬ
95
Fanée: Solmuş, solgun
96
O devirde kaçgöç olduğu için vapurlarda, trenlerde kadın erkek aynı salonda, aynı kompartımanda oturamazlardı. Tramvaylar da ortasından bir perdeyle ayrılır, ön kısım kadınlara tahsis edilirdi.
97
Salle a mànger: Yemek odası