Название: Aşk-ı Memnu
Автор: Халит Зия Ушаклыгиль
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-33-4
isbn:
İki saat evvel, tam kendisi dışarıya çıkmak için giyinmeye hazırlanırken Adnan Bey’in maun sandalı yalının önüne yanaşmış, “Sizi bugün gezmekten menedeceğim!” başlangıcıyla Adnan Bey içeriye girerek işte şurada, küçük odada ufak bir girişten, biraz çeşitli bahislerden sonra “Size bugün belki garip görünecek bir mesele için müracaat ediyorum.” sözleriyle başlamış idi. Ondan sonra biricik müracaat yeri olarak kendisini bulabildiğinden valide hanımefendinin nezdinde aracılığını rica ederek, Bihter Hanımefendi’nin dest-i izdivacı talep olunmuş idi.
Nihat Bey devam ederken Bihter’in tebessümüne bir endişe manası geliyor ve Peyker kızarıyordu. Hikâye bitince Peyker birden itiraz etti:
“Lakin çocuklar! Bihter bu yaşta üvey analık mı edecek?”
Bihter bu sahip çıkmanın altında gizlenen haset hissini bekliyormuşçasına gözlerini indirerek sükût etti. Nihat Bey cevap verdi:
“Oh, çocuklar!.. Adnan Bey onların da lakırtısını etti. Küçük, oğlan, bu seneden itibaren mektepte kalacak. Kız, şimdi on ikisini geçiyor, birkaç sene sonra o da elbette evlenmiş olacak O hâlde?..”
Nihat Bey baldızının bütün ruhunu delerek orasını görmek için güya bir pencere açmak isteyen bir nazarla Bihter’e baktı ve tamamladı:
“O hâlde o koca görkemli yalı yalnız Bihter’e kalacak.”
Bihter’in yüzünde pembe tabaka daha ziyade kuvvet kazandı, Peyker’in itiraz silahı düşerek duruyordu. Onun da kalbinde şimdi ufak bir his, mahiyeti pek belli olmayarak bu izdivaç tasavvurunu soğuk bulduruyordu. Bihter bir kelime söylemeyerek, eniştesinin son sözüne cevap vermemeyi tercih ederek eldivenlerini, örtüsünü, harmanisini toplayarak çıktı.
Bir his ona derhâl bahsin kız kardeşinin yanında devam etmesinden çekinmek lüzumunu ihtar etmiş, bu meselede Peyker’in validesiyle birleşeceğini haber vermiş idi. Ta odasına, tam bir serbesti ile düşünebilmek, itirazlara hedef olmadan evvel ya galip ya mağlup olmak için bir karar vermek azmiyle minimini odasına çıktı; kapısını kapadıktan sonra elindekileri yatağın üstüne attı, pencereye koşarak elinin tersiyle panjuru itti, Yakup -uşakları- bahçeyi sulamıştı, son kovanın bakiyesini Bihter’in penceresine kadar tırmanan hanımelinin topraklarına boşaltıyordu. Henüz sulanmış bahçeden toprak kokusuyla karışık çiçek rayihaları odanın beyaz leylak kokularıyla dolu havasını serinlendirdi. Şimdi odaya bahçenin yeşilliklerine bürünerek koyulaşan esmer bir ziya girmiş, sanki buraya sönmeye amade bir zaafla yanan yeşil bir fanusun renklerini serpmiş idi. Bihter penceresinin yanında, sedirin koluna oturarak birden muhakemesinin önünde dikilen sualin hallini bu kelimenin ahenginden bekliyormuşçasına kendi kendisine “Adnan! Adnan Bey!..” dedi.
Bu haberin Bihter üzerinde sihirli bir tesiri olmuş idi Eniştesinin son sözü hissiyatını uyuşturan bir ezgi ile kulaklarında titriyordu. O büyük yalının yegâne hâkimesi olmak!..
Ümitlerini geçen bir hülya gibi onu düşünmekte çok ısrar ederse silineceğinden korkarak düşünmemek istiyordu fakat odanın içinden ısıtan ve uyuşturan bir ses, bütün hülyalarının sesi, gizli bir terennümle gelip kulaklarına fısıldıyor ve hülyaların hepsini birden canlandıracak bir kelime şeklinde ona “Adnan! Adnan Bey!..” diyordu.
Bu isim gözlerinin önüne şık, zarif, en güzide bir âleme mensup, birçok ikbal ihtimallerine namzet, uzaktan kır mı kumral mı fark olunamayan sakalları çenesinden hafif hatla ayrılarak iki tarafına taranmış, daima güzel giyinen, daima güzel yaşayan, ince eldivenlere mahpus parmakları altın telli gözlüğünü seri bir hareketle beyaz zarif keten bir mendilin ucuyla sildikten sonra her tesadüfte kendisine bir rica nazarıyla bakan, güzel, o kadar maharetle saklanan elli yaşına rağmen hâlâ güzel bir koca koyuyordu.
O yaş ile iki çocuğun mevcudiyeti, bu isimle şu yirmi iki yaşında kızın tantana ve servet emelleri arasında fazla bir açıklık teşkil edecek derecede mesafe bırakmıyordu. Zaten Adnan Bey o adamlardan biri idi ki onlar için yaş en adi bir ehemmiyet derecesinde kalır. Çocuklar?.. Bilakis Bihter’in hoşuna gidiyordu. Hatta şu dakikada düşünürken bir tuhaflık bile buldu: Bana “Anne!” diyecekler, öyle mi? Minimini bir anne! Yirmi iki yaşında iken bir genç kızın annesi olmak!.. Şu hâlde onu on yaşında doğurmuş olacağım. Hele oğlan!.. Oh! Gerçekten ablamın hakkı var: Yumuk yumuk gözleriyle bir bakıyor ki…
Onlara giydirilecek elbiseleri bile düşünüyordu, sonra acelesine kendisi de güldü.
Bu izdivaçta onu ne çocuklar ne de Adnan Bey’in elli senesi korkutuyordu, bunlar öyle küçük şeyler kabîlinden idi ki asıl meselenin şaşkınlığı hemen örtülüveriyordu. Eğer Adnan Bey herkese benzer bir adam olsaydı, eğer çocuklar her vakit babalarının yanında görülen güzel giyinmiş o güzel bebekler olmasaydı, bu mesele çıkar çıkmaz omuzlarını silkecek, eniştesinin yüzüne bir kahkaha savurarak kaçacaktı. Lakin Adnan Bey’le izdivaç demek Boğaziçi’nin en büyük yalılarından biri, o önünden geçilirken pencerelerinden avizeleri, ağır perdeleri, oyma Louis XV ceviz sandalyeleri, iri kalpaklı lambaları, yaldızlı iskemlelerle masaları, kayıkhanesinde üzerlerine temiz örtüleri çekilmiş beyaz kikle maun sandalı fark olunan yalı demekti. Sonra Bihter’in gözlerinin önünde bu yalı bütün hayalinin tantanasıyla yükselirken üzerine kumaşlar, dantelalar, renkler, mücevherler, inciler serpiliyor, bütün o çılgıncasına sevilip de alınamayarak özlem duyulmuş şeylerden mürekkep bir yağmur yağıyor, gözlerini dolduruyordu.
Bihter pek iyi biliyordu ki, validesinin unutulamayacak derecede süren eğlence hayatı, kendisine parlak ve asıl kibar hayatını açacak bir izdivacı meneden güçlü bir sebep idi. Firdevs Hanım’ın kızlarına, Melih Bey takımının artık sönmeye yaklaşmış hatıra şaşaasının bu son çiçeklerine nihayet eniştesine, şu Nihat Bey’e benzer bir talip çıkabilirdi.
Fikrini eniştesine geri döndürürken dudaklarında bir küçümseme gülüşü şekilleniyordu. Kendi kendine Ahmak! diyordu. Selanik Rıhtımı’nın birahanelerinde öğrenilmiş Fransızcasıyla kendisine meslek yapmak için İstanbul’a gelip de… Bihter, eniştesinin Peyker’e, sade geçici bir tutkunluğun hükmüne tabi olarak değil, biraz da belki asıl ailenin münasebetlerinden istifade etmek, İstanbul’un kibar hayatına karışmak hevesiyle koca olduğunu bilirdi.
Kelimenin olanca kuvvetini veren bir telaffuzla ve bu defa açık sesle “Ahmak!” diyordu.
Evet, nihayet işte böyle bir koca!.. Birkaç yüz kuruş maaş, hısımından, akrabasından, bilinemez nereden ufak tefek yardımlar, daha sonra bir çocuk, daha sonra?.. Bihter ellerini birbirine sürterek “Daha sonra hiç!..” diyordu.
Birden aklına bir şey geldi. Peyker’in muhalefetine rağmen eniştesinin bu izdivaca taraftar olacağına hüküm verdi. Bu izdivaç ona faydalı olabilir, Adnan Bey’in nüfuzundan, haysiyetinden bir fayda bekleyebilirdi. Eniştesinin her türlü hissiyatı susturacak derecede menfaat gözettiğine kanaati vardı.
Onun bu meselede kendisine bir müttefik olabileceğine karar verdikten sonra kardeşini düşündü. Zavallı Peyker! Adnan Bey ismini işittikten sonra ne tuhaf oldu. İşte bu işe mâni olmak isteyeceklerden biri daha… Bu defa anneme âlâ bir yardımcı var fakat…
Cümlesinin aşağısını Bihter zihninde tamamlamaya lüzum görmedi, ayağa kalkarak tekrar СКАЧАТЬ