“Sürekli olarak hapishanede duran en az bir düzine kadar gardiyan vardır.” dedi, Leoncia’nın on sekiz yaşındaki en genç erkek kardeşi Ricardo, itiraz ederek.
Bir anda yeniden umutlanmış olan Leoncia’nın kaşları çatılmıştı ama Francis hemen devreye girdi.
“Doğru söylüyor.” diye onayladı. “Bu yüzden gardiyanları ortadan kaldıracağız.”
“Beş metrelik duvarlar.” dedi, Alvarado’nun ikiz kardeşi Martinez Solano.
“Onların üzerinden geçeceğiz.” diye yanıtladı Francis.
“Ama nasıl?” diye haykırdı Leoncia.
“Ben de bunu düşünüyordum. Siz, Senyör Solano, bir sürü atınız olmalı, öyle değil mi? Güzel. Sen, Alesandro, plantasyonun çevresinden bana birkaç dinamit çubuğu temin etme şansın var mı? İyi, hem de çok iyi. Ve sen, Leoncia, çiftliğin hanımı olarak, deponuzda bulunan o üç yıldızlı çavdar viskisinden elinizde yeteri kadar olup olmadığını söyleyebilir misin?”
“Ah, entrikalarımız yoğunlaşıyor.” diye güldü Francis, Leoncia yeteri kadar olduğunu temin edince. “Artık bir Rider Haggard ya da Rex Beach macerasına dair masallar yaratmak için tüm özelliklere sahibiz. Şimdi dinleyin. Ama bir dakika. Seninle konuşmak istiyorum, Leoncia, özel bazı durumlar hakkında…”
BEŞİNCİ BÖLÜM
Öğleden sonraydı. Henry parmaklıklı hücresinin penceresinden dışarı bakarak, Chiriqui Lagünü’nden başlayan rüzgârın çıkıp, havayı biraz olsun soğutmaya başlayıp başlamayacağını merak ediyordu. Sokak tozlu ve kirliydi çünkü kasabanın yüzyıllar önceki kuruluşundan beri çöpçüler olarak bildiği, sadece leş köpekleri ve o zamanlardan bu yana çöplerin arasında sinsice dolaşan tiksindirici akbabalar olmuştu. Alçak, beyaz badanalı, taş ve kerpiç binalar sokağı resmen büyük bir fırın hâline getirmişti. Bakmaya neredeyse tahammül edilemeyecek kadar yoğun toz tabakasını ve tüm binaların beyazlığını izleyen Henry, sokağın karşı tarafındaki binanın kapı eşiğinde uyuklayan, yırtık pırtık kıyafetli birkaç adamın dikkatlerini birden caddenin diğer tarafına yöneltmiş olduklarını gördüğünde, pencereden çekilmek üzereydi. Henry caddenin o kısmını göremiyordu ama hızla yaklaşan, takırdayan bir aracın gürültüsünü duyabiliyordu. Kısa süre sonra, bir atın çektiği küçük bir at arabası göründü. Faytonun koltuğunda oturan ak saçlı, ak sakallı ihtiyar, nafile bir çabayla hayvanı kontrol altında tutmaya çabalıyordu. Yoldaki derin çukurlar arabanın tekerleklerine öylesine hasar vermişti ki Henry faytonun hâlâ bir arada durabiliyor olmasına şaşırarak gülümsedi. Arabanın bütün tekerleklerinde derin oyuklar oluşmuş, her dönüşte tehlikeli bir şekilde titreyerek, her bir tekerlek birbirinden bağımsız döner hâle gelmişti. Henry neredeyse hurdaya dönmüş olan aracın parçalara ayrılmamış olmasının mucize olduğunu düşünmüştü. Tam olarak pencerenin karşısına geldiğinde, yaşlı adam dizginleri çekerek, koltukta yarı doğrulmuş hâlde son bir çaba sarf edip durdurabilmişti arabayı. Harap olmuş, beş parasız bir insan gibi görünüyordu. Sürücü koltuğa geri düşerken, dizginler üzerinde kalan ağırlığı atın keskin bir şekilde sağa kaymasına neden olmuştu. Sonra ne oldu… Henry, ne bir tekerleğin kırılıp kırılmadığını ne de bir çarkın yerinden çıkıp çıkmadığını gözlemleyebildi. Kesin olan tek bir şey vardı ki at arabası tamamen bir enkazdı. Yaşlı adam, tozu dumana katarak inatla dizginlere asılmaya devam etti ve atı durdurana kadar daire şeklinde döndü. Sırtı Henry’ye dönük vaziyette homurdanıyordu. Ayağa kalktığında etrafını büyük bir kalabalık sarmıştı. Hapishaneden çıkan jandarmalar, etrafındaki kalabalığı kabaca dağıtarak yaşlı adamı oradan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Yaşayacak sadece birkaç saati kalmış bir adam olarak, biraz olsun eğlenceli vakit geçirmek isteyen Henry, dışarıda olup biteni pencereden seyretmeye devam ediyordu.
Atının dizginlerini tutması için jandarmaya veren yaşlı adam, üzerindeki pisliği temizlemeye gerek duymadan yük arabasına doğru aceleyle toparlayarak irili ufaklı birkaç paketi incelemeye koyulmuştu. Bir kutuya özellikle büyük ihtimam gösteriyordu hatta onu kaldırmaya çalışıyor ve kaldırırken sanki içindekini dinliyor gibi görünüyordu.
Jandarmalardan birinin sert biçimde ona seslenmesiyle bulunduğu yerden doğruldu ve cevap verdi.
“Ben mi? Ne yazık ki Senyörler, ben yaşlı bir adamım ve evimden çok uzaktayım. Ben Leopoldo Narvaez’im. Doğru, annem Alman’dı, Azizler onun ruhunu korusun ama babam Baltazar de Jesus y Cervallos e Narvez, bizzat büyük Bolivar komutası altında savaşan güçlü bir savaşçı olan General Narvaez’in oğluydu. Şu anda yorgunluktan mahvolmuş durumdayım ve evden çok uzaktayım.”
Durumuna acıyan jandarmaların, alçak gönüllü ve hatta fazlasıyla cömert bir nezaketle sordukları sorulara politik ama aynı zamanda minnettar bir tavırla cevap veren yaşlı adam, hikâyesini de aynı tavırla anlatmaya devam etmeyi başarmıştı.
“Arabayı Bocas del Toro’dan bu yana sürüyorum. Beş günümü aldı ve işler oldukça kesat. Evim Colon’da, keşke güvenli bir biçimde oraya ulaşabilsem. Ama ne olursa olsun, asil bir Narvaez bile bir seyyar satıcı olabilir ve bir seyyar satıcının dahi yaşamaya hakkı vardır, eh, senyörler, sizce de öyle değil mi? Bu arada, bu hoş San Antonio şehrinde yaşayan bir Tomas Romero yok muydu?”
“Panama’nın her yerinde yaşayan bir dünya Tomas Romero var.” diye güldü gardiyan yardımcısı Pedro Zurita. “Onu biraz daha tanımlaman gerekiyor.”
“O, ikinci karımın kuzenidir.” diye cevapladı ihtiyar umutla ve kalabalığın kükreyen kahkahası karşısında şaşkına döndü.
“Ama San Antonio ve çevresinde bir düzine Tomas Romero yaşıyor.” diye devam etti konuşmasına gardiyan yardımcısı. “Yani onlardan herhangi biri ikinci karınızın kuzeni olabilir, senyör. İşte bir Tomas Romero var, sarhoş olan. Burada bir hırsız Tomas Romero var. Burada da bir Tomas Romero var ama hayır, o bir ay önce hırsızlık ve cinayetten asıldı. Tepelerde birçok sığırı olan zengin bir Tomas Romero var. Burada da…”
Önerilen her Tomas isminde, Leopoldo Narvaez, sığır sahibinden bahsedilene kadar başını kederli bir şekilde salladı. Onu duyduğunda bir anda umutlandı ve lafa girdi:
“Affedersiniz bayım, o olmalı ya da onlardan biri. Ben onu bulurum. Kıymetli eşyalarımı güvenli bir şekilde saklayabileceğim bir yer bulabilirsem, onu hemen aramaya gideceğim. Talihsizliğim belki bir işe yarar. Sizler gibi onlara göz kulak olacak dürüst ve onurlu insanlara güvenebilirim.” Konuştuğu sırada cebinden iki gümüş peso çıkararak gardiyana vermişti. “İşte, sizin ve adamlarınızın bana memnuniyetle СКАЧАТЬ