Ebu Müslim Horosani'nin İntikamı. Corci Zeydan
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ebu Müslim Horosani'nin İntikamı - Corci Zeydan страница 2

Название: Ebu Müslim Horosani'nin İntikamı

Автор: Corci Zeydan

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-33-4

isbn:

СКАЧАТЬ haremlerinden, hususi hizmetçilerinden, kızından başka kimse oturmazdı. Bu kızından başka beyin çocuğu yoktu. Fakat bu köşk, kendine özgü öyle bir tarzda bina edilmişti ki ona bakan İslamiyet’ten evvel İranlıların içinde ibadet ettikleri ateşhanelerden biri olduğu düşüncesine kapılmaktan kendini alamazdı. İhtimal ki bu köşk vaktiyle bir ateşgedeydi. Sahipleri Müslüman olunca köşkü ikametgâha çevirmişler, etrafına o bahçeleri düzenlemişler ve surları inşa etmişler. Köşkün cephesinde mermerden büyük direkler vardı. Direklerin üzerinde eski savaş kahramanlarını, Mecusilere özgü dualarla süslenmiş birtakım Pehlevi nakışlar işlenmişti. Bunlar gözle görülürdü. Direklerin arasında bahçe zeminiden yüksek ve bahçeye nazır mermerden zemini örten tavanın bir yüzüde Mecusilerin eski efsanelerine, bazı savaşlarına; dinleri ile ilgisi olan boyalı resimler ile süslemeler yapılmıştı. Buraya direkli salon yahut büyük salon adı veriliyordu.

      Salonun arkasında kadife ve atlas kumaşından, İran tarzında gayet gösterişli bir şekilde döşenmiş büyük odalar vardı.

      3

      GÜLNAR

      Hicretin yüz yirmi dokuzuncu senesinde, Recep ayının mehtaplı bir gecesinde, Merv beyi büyük salonda direklerin arasında oturuyordu. Salona ağır kilimler ve üzerleri sırma ile işlenmiş minderler döşenmişti. Salonun ortasında sandal ağacından yapılmış; sedef ile süslenmiş taht gibi bir şey üzerine sırtında zırh, başı demirden, ata binmiş bir yana kılıcı sarkmış eski bir İran kahramanına benzer küçük bir altın heykel konulmuştu. Gerek kahramanın gerek atın gözleri kıymetli taşlardandı. Ortada bulunanı hepsinden büyük olmak üzere tavana asılı olan fenerlerin kafesi, her gece olduğu gibi salonu aydınlatmak için yakılmıştı. Fakat ayın ışığı buna gerek bırakmıyordu.

      Bey, salonda ipekli minderlerden birinin üzerinde bağdaş kurup oturmuştu. Dallı ipek kumaştan bir kaftan giymişti. Başında deriden bir külah, külahın etrafında rengi beyaza çalan Keşmir şalından küçük bir sarık vardı. Mevsim ilkbahar olduğu için kaftanın içi kürk kaplıydı. O gece bilhassa rüzgâr serin esiyordu. Bey boynunu ve sakalının bir kısmını örtecek derecede kaftanın içine bürünmüş, gömülmüştü. Büyük çehreli, iri gözlü, büyük burunlu bir kısmı ağarmış sarı saçlı olan bu adam altmışını geçkinken çehresi elliden fazla göstermiyordu.

      Bey, orada bir müddet yalnız oturduktan sonra birdenbire ayağa kalktı. Kızının odasına doğru yürüdü. Beyin birdenbire kalkıp gelmesini beklemeyen hizmetkârlar şaşırarak her biri bir tarafa çekilip durdular.

      Gülnar, akşam yemeğinden sonra odasına çekilerek maşitasını 2çağırmış onun yardımıyla elbisesini ve mücevheratını çıkarmaya başlamıştı. Sonra yatıncaya kadar maşitası ile konuşup vakit geçirmek üzere yatağın yanı başında oturdu her ne kadar yatmak zamanı henüz gelmiş değilse de Gülnar, maşitası ile yalnızca konuşmak, onun fikir ve tecrübesinden faydalanmak için bir bahane bularak odasına çekilmişti.

      Gülnar pek gösterişli ve benzersiz bir güzelliğe sahipti. Uzunca yuvarlık yüzlü, dolgun vücutlu, yeterince uzun boylu, şeffaf bir pembelik aksetmiş beyaz benizli, siyah ve uzun saçlı; beyaz tenlerde nadir bulunan cazibedar ve tatlı bir şirinlik suretiydi. Çünkü dikkat çekicilik, çoğunlukla esmer güzellerinde bulunurdu. Çenesinin ortasında baktıkça tapılan, göze çarpan inci dişleri, ince kırmızı renkli dudaklar ile süslenmiş gibi duran küçük ve zarif ağzına harikulade bir tatlılık; büyüleyici bir güzellik, yanağında da hoş bir çukurluk vardı.

      Maşita, Gülnar’ın elbisesini çıkardıktan sonra ona gül renginde, ipekten bir gecelik geçirdi. Saçlarını çözerek fil dişi bir tarakla taradıktan sonra omuzları üzerinde sarkan o hoş saçları bir örgü örerek bağladı. Cidden zeki ve akıllı olan bu maşita aslında esir tacirlerinin Türk ve Hazar memleketinden getirdikleri cariyelerdendi. Bey, onu diğer birkaç beyaz cariye ile beraber satın almıştı. Fakat çok zaman geçmeden bu cariye, zekâ ve becerikliliği sayesinde beyin kızının sevgisi ve güvenini kazanarak maşitası olmuştu. Maşitalar, İranlı beylerin hanelerinde en büyük güç sahiplerindendiler. Çünkü hanımları, bütün sırlarını bunlara açarlar ve mühim işlerde onların gayret ve sadakatlerine güvenirlerdi. Şu hâlde maşita kurnaz ise hanede her işi eline alır. Hem beyi hem hanımı istediği gibi çevirebilirdi.

      Reyhane adındaki bu maşita, hanımın son derece güvenini ve muhabbetini kazanmıştı. Özellikle Gülnar’ın validesi vefat edince onun için maşitasından başka bir dost, bir sırdaş kalmamıştı. Gülnar elbisesini değiştirmeyi bitirince gök renkli, atlas yüzlü, deve kuşu tüyünden bir yatak üzerine uzanarak içine gömüldü, kaldı. Sol kolu ile sırmalı bir yastığa dayandı. Yanağını avucu içine aldı. Yorganı omuzunun aşağısına kadar üstüne çekti. Sağ kolunu yorganın üzerine uzattı. Bileziklerden başka elindeki mücevheratın fazlasını çıkarmıştı. Geceliğin kolu dirseğine kadar sıyrılmıştı. Ne hoş ne göz alıcı ne beyaz bir ten görülüyordu.

      Hele elin hoşluğu hayat vericiydi. Gülnar o vaziyette uzanmış olduğu hâlde yüzünü Reyhane’ye doğru çevirmişti. Reyhane, başına ve boynuna Keşmir kumaşından bir örtü atmış; uzun bir entarinin altına da o zamanki İran kadınlarının tarzında pek geniş bir şalvar giymişti. Üzerinde mücevheratından hiçbir şey yoktu.

      Reyhane, Gülnar’ın yanı başında oturdu, elbisesini değiştirirken hanımında gördüğü sessizliği, can sıkıntısını merak ediyordu. Şakalaşmak, gülüşmek için o gibi zamanları fırsat saymak âdetiydi. Gülnar’ın söz söylemediğini görünce edebinden odasında sessizliği tercih etti. Hanımının neler düşündüğünü kısmen biliyordu. Fakat hanımı tarafından söze başlanmasını daha uygun görüyor daha düşünceli hareket ediyordu. Gülnar yastığına yaslanınca maşitasına, odanın kapısını kapamasını söyledi. Reyhane kapıyı kapadı. Eski yerine dönerek Gülnar’ın saçına elini uzattı. Parmaklarının uçları ile saçıyla oynamaya başladı. Sonra eli ile hanımının başını okşadı. Maşita, hanımın yüzüne bakıyor sanki bu sessizliğin sebebini soruyor gibi hafif hafif tebessüm ediyordu. Arapça, devletin resmî dili olduğu için o devrelerde İranlıların bir kısmı sınırlı ölçüde bu dili bildikleri gibi Gülnar da biliyordu. Fakat İranlılar kendi aralarında atalarının lisanı olan Farisi ile konuşuyorlardı. Gülnar, maşitasıyla:

      “Babamın yaptığına ne dersin?”

      “Şüphesiz sizin iyiliğinizi istiyordur.”

      “Pek doğru fakat evlenmemi çok istiyordu.”

      “Pederinizi bunda mazur görünüz. Hangi peder vardır ki kızının evlenmesini istemez. Hamdolsun büyük bir saadet ve rahat içindesiniz. Pederiniz, Horasan beylerinin en büyüğüdür. Sizden başka evladı yoktur. İzdivacınıza talipler çıktıkça onu reddediyorsunuz. Buna darılıyorsa haklı değil midir?”

      Gülnar içini çekti. Sanki konuşmamak istiyor fakat kalbi buna razı olmuyordu. Geceliğinin yakasını düzeltmekle uğraşarak dedi ki:

      “Ben de evlenmek istemez miyim zannediyorsun? Fakat görüyorsun ki babam beni evlendirmekte kendi menfaatinden başka bir şey düşünmüyor. Bunu sen de biliyorsun.”

      Reyhane işi bilmiyor gibi davrandı:

      “Onu СКАЧАТЬ



<p>2</p>

Maşita: Hanımların saçlarını taramasına ve süslenmesine yardımcı olan kadın.