Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt. Ahmet Cevdet Paşa
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa страница 24

Название: Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt

Автор: Ahmet Cevdet Paşa

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-40-2

isbn:

СКАЧАТЬ da yine İslam’ın yayılmasına engel olamadılar. Üstelik Arap kabilelerinin en şereflisi olan Kureyş Kabilesi’nin öyle iki kısım olup da üç seneye yakın zamandan beri aralarında her türlü görüşmelerin kesilmesinden dolayı kâfirlerin bile çoğuna bıkkınlık ve pişmanlık gelmişti. O antlaşmayı yazmış olan Mansur bin İkrime de eli kuruyup çolak olmuştu.

      Bir de yüce Allah (c.c.) tarafından o antlaşmaya güve türünde bir böcek dadanarak, “Allah” adından başka ne kadar yazı varsa hepsini yiyip bitirmişti.

      Cebrail (a.s.) gelip bu durumu Resul-ü Ekrem’e bildirdi. O da amcası Ebu Talib’e haber verdi.

      Ebu Talib, hemen Kureyşlilerin toplandığı yere gitti. Resul-ü Ekrem’den işittiğini söyleyerek, “Muhammed’in dediği doğruysa, artık siz de insaf ediniz, şu aramızdaki ikiliği kaldıralım. Eğer onun dediği yalansa, ben de onu koruyup gözetmekten vazgeçerim.” dedi.

      Kureyş’in büyükleri, bu görüşü akla uygun gördüler. Hemen o antlaşmayı getirdiler. Bir de ne görsünler, içinde “Bismike Allahümme” sözünden başka ne kadar yazı varsa hepsi yok olmuş. Bundan dolayı utandılar. Her ne kadar Ebu Cehil, yine inadında direnmek istediyse de oy çokluğuyla o değersiz sayfayı yani antlaşma suretini yırttılar. Haşimiler aleyhinde almış oldukları kararları bozdular. Böylece Haşimiler alışverişte ve diğer işlerde serbest oldular. Müslümanlar Ebu Talib Mahallesi’nde sarılmış olma belasından kurtuldu. Mekke’de genel bir sevinç doğdu. Fakat bu ferah ve sevinçler çok sürmedi. Aradan çok zaman geçmeden başka sıkıntı ve belalar geldi çattı.

      Peygamberliğin onuncu senesinde Ebu Talib öldü. Ondan üç gün sonra Hz. Hatice de dünyadan göçüp, ceza ve mükâfat yeri olan ahirete gitti. İkisinin böyle birbiri ardınca ölmeleri Resul-ü Ekrem’e çok acı geldi. Bu yıla “Keder Yılı” dendi. Ebu Talib’in Resul-ü Ekrem ile övündüğü ve onun peygamberliğini kalben kabul ettiği, bazı şiirlerinden anlaşılır. Fakat kendisi kavminin başkanıydı, Resul-ü Ekrem ise onun elinde büyümüş olduğundan, dili ile ikrar edip de ona bağlanmaktan utanırdı.

      Hatta, “Ben bilirim ki Muhammed (s.a.v.) yalan söylemez. Boş söz ondan çıkmaz. Eğer Kureyş kadınları beni ayıplamasaydı, ona bağlanırdım.” derdi. Ölümünden önce Resul-ü Ekrem, “Ey babam yerinde olan amcam! Hiç olmazsa bir kere dilinle kelimeişehadet getir ki ahirette sana şefaat edebileyim.” deyince, “Korkarım ki ‘Ebu Talib ölümden korktu da imana geldi.’ diye beni çekiştirirler. İşte bundan utanmasam şehadet getirirdim.” demiştir.

      Bununla beraber Ebu Talib, öleceği zaman Kureyş’in ileri gelenlerini toplamış ve Resul-ü Ekrem’i onlara ısmarlamıştı. Şöyle ki: “Muhammed güvenilir bir kimsedir. Doğrudur, yalandan uzaktır. Benim size verebileceğim öğütleri o hep kendisinde toplamıştır. Getirdiği İslam ise kalbin kabul edeceği bir şeydir. Onu inkâr eden ancak dildir, Allah’a yemin ederim ki ben gözümle görür gibi biliyorum, Kureyş’in fakirleri, zayıfları, göçerleri ve diğer dünya halkları, hep onun çağrısını kabul ve sözünü tasdik etseler gerektir. Kureyş’in başları kuyruk olsa gerektir. Yani ona boyun eğmeyen büyükler ve Kureyş’in en şereflileri, hep hor ve hakir olsalar gerektir. Ey Kureyş topluluğu! Allah’a yemin ederim ki ben sağ olsam onu düşman şerrinden korur ve gözetirdim. Siz de ona yardım etmelisiniz.” diye vasiyet etmişti.

      Yüce Allah’ın hidayet etmediği kimse Hak yolu bulamaz ve Allah’ın lütuf ve ihsanı olmadıkça kimse bir devlet ve mutluluğa eremez. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “Ey Muhammed sen sevdiğine doğru yolu gösteremezsin. Fakat Allah (c.c.) dilediğine doğru yolu gösterir.” buyurulmuştur.

      Bu sebepledir ki Resul-ü Ekrem, Ebu Talib’in Müslüman olmasını çok istemesine rağmen o da kendisini son derece sevdiği hâlde diliyle onun peygamberliğini kabul etmedi. Ölümünden sonra kavmi de kendisinin vasiyetini tutmadı.

      Ondan sonra Ebu Leheb, onun yerine kavminin başkanı olmak, diğer Kureyş büyükleri de kendi aşiretlerinin başkanlığını elden çıkarmamak amacındaydı. Ebu Cehil ise Kureyş içinde hepsinden çok sözü geçer olma ve değer kazanma sevdasındaydı. Ebu Talib’le Hz. Hatice’nin ölmelerini fırsat bildiler. Resul-ü Ekrem’e eskisinden daha fazla eza ve cefa eder oldular.

      Resul-ü Ekrem, onların eza ve cefalarından usanarak Mekke’den çıkıp Zeyd bin Harise ile birlikte Taif’e gitti. O zaman Taif’te yaşayan Sakif Kabilesi büyüklerini İslam dinine çağırdı. Onlar ise imana gelmek şöyle dursun, Resul-ü Ekrem’i horladılar, hatta içlerinden bazıları onu taşladılar. O kadar ki Zeyd bin Harise, Resul-ü Ekrem’i atılan taşlardan korumak için kendisini ona siper etmekle birkaç yerinden yaralandı. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.v.) geri döndü. Mekke’ye bir konak uzaklığı olan Batni Nahle adındaki yere indi. Orada, insan ve cinlerin peygamberi olan Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) Er-Rahman Suresi’ni okurken, cinlerden bir kalabalık gelip dinlemişler, ona iman etmişlerdi.

      Resul-ü Ekrem, bir süre Batni Nahle’de kaldıktan sonra Mekke’ye geldi. Mut’im bin Adi’ye konuk oldu. Hemen Kâbe’ye gitti. Hacer-i Esved’e el sürdü. İki rekât namaz kıldı. Sonra evine döndü.

      Arap geleneği üzere Mut’im kendi evlat ve çevresiyle Hz. Muhammed’in (s.a.v.) etrafında dolaşıp, korunup gözetilmesinde büyük bir çaba gösterdi. O sırada Zem’a’nın kızı Şevde (r.a.), Resul-ü Ekrem’le evlendirildi.

      Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) kızı Aişe’nin de o sırada Resul-ü Ekrem’le (s.a.v.) nikâhı kıyıldı. Fakat pek küçük olduğundan, zifafı geri bırakıldı.

      Resul-ü Ekrem (s.a.v.) her yıl hac mevsiminde ve Sûk-u Ukâz Panayırı’nın yapıldığı günlerde Mekke şehrinin dışına çıkıp, çevreden gelen kabilelerle görüşerek onları İslam’a çağırırdı. Aynı şekilde peygamberliğinin on birinci senesinin hac mevsiminde yine Mekke dışına çıktı, Akabe yakınında Medine halkından bir topluluğa rastladı. Bu topluluk Hazreç Kabilesi’ndendi. Hazreçlilerle Haşimiler arasında ise hısımlık vardı. Çünkü Abdül-Muttalib’in annesi Selma Hatun’dur. Onun aşireti olan Neccâroğulları, bu Hazreç Kabilesi’nin bir kolu idi.

      Resul-ü Ekrem o topluluğa, “Siz kimlersiniz?” diye sordu. Onlar “Hazreç Kabilesi’ndeniz.” diye cevap verdiler. “Otursanız da sizinle biraz söyleşsek olmaz mı?” diye buyurdu. “Pekâlâ!” deyip oturdular.

      Resul-ü Ekrem (s.a.v.), onlara biraz Kur’an okudu. Onları İslam’a çağırdı. Onlar ise “Galip bin Fihr evladından bir peygamber gelecek.” diye kendi ihtiyarlarından işitirlermiş. Medine’deki Yahudiler de “Peygamberin geleceği zaman yaklaştı.” derlermiş. Bu sefer Resul-ü Ekrem, onları dine çağırınca birbirlerine bakıştılar. “Yahudilerin dediği peygamber işte budur.” diye aralarında konuştular. Öteden beri Yahudilerle aralarında düşmanlık olduğundan ötürü, hemen iman ederek Hz. Peygamber (s.a.v.) önünde kelimeişehadet getirdiler.

      Onlar Ebu İmame Es’ad İbni Zürare, Râfi İbni Malik, Avf İbni Haris, Kutbe İbni Amir, Ukbe İbni Amir ve Haris İbni Abdullah İbni Riyab idi.

      İşte ensardan, ilk önce İslam ile müşerref olan bu altı zattır, radiyallahü anhüm. Bunlar hac mevsiminden sonra Medine’ye geldiler ve İslam dinini yaymak için gayret edip çalıştılar. Bu şekilde İslam dini Hazreciler arasında gereği gibi yayılmakla beraber Evs Kabilesi’ne de sirayet etti.

      Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliğinin СКАЧАТЬ