Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt. Ahmet Cevdet Paşa
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa страница 21

Название: Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt

Автор: Ahmet Cevdet Paşa

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-40-2

isbn:

СКАЧАТЬ kuşanıp gitti. Giderken yolda Nuaym bin Abdullah’a rastladı. Ömer’i kılıcı belinde, pek kızgın giderken gören Nuaym, “Nereye ey Ömer?” diye sordu. O da “Arap milletinin arasına ayrılık sokan Muhammed’in vücudunu dünyadan kaldırmaya gidiyorum.” diye cevap verdi.

      Nuaym, “Ey Ömer! Zor bir işe kalkışmışsın. Muhammed’in arkadaşları, onun başucunda dolaşıyor. Bunu başarmak güçtür. Tutalım ki başardın, sonra Abdül-Muttaliboğullarının elinden kurtulamazsın.” dedi.

      Ömer bu söze kızdı, “Öyleyse sen Muhammed’e bağlananlardansın. Önce senin işini bitirmeliyim.” diye kılıcına el attı. Nuaym, “Ey Ömer! Sen beni bırak. Kız kardeşin Fatıma ile kocası Said bin Zeyd‘e bak, ikisi de Müslüman oldu.” dedi. Ömer, onların İslam’a girdiğine inanmadı. Nuaym, “Eğer inanmazsan araştır, anlarsın.” dedi.

      Ömer’in bu hareketi, aslında çok tehlikeliydi çünkü kalkıştığı işin üstesinden gelmiş olsa bile anında din davası bir tarafa bırakılacak, Arap geleneği gereğince büyük bir kan davası doğacaktı. Kureyş kavmi iki kısma ayrılıp, arada büyük vuruşmalar olacaktı. Böylece yalnız Ömer bin Hattab değil, belki bütün Hattab soyu yok olacaktı.

      Fakat Ömer, görüş ve kararından dönmeyen, çok yürekli bir yiğitti. Başkaları uğruna kendisini meydana attı. Ama kız kardeşi Fatıma’yla kocası Said’in İslam olup olmadıklarını merak ettiğinden, ilk önce onların evine gitti. Meğer o sırada Tâ Hâ Suresi indiğinden Said’Ie Fatıma, onu bir sayfa üzerine yazdırıp, ashaptan Habbab bin Eret’i evlerine götürüp, ondan adı geçen sureyi öğreniyorlarmış.

      Ömer, o evin köşe başında dolaşırken, onların okumasını işitince hemen sertçe kapıyı çaldı. Ömer’in, kılıcı belinde, öfkeli bir hâlde geldiği görülünce Said ve Fatıma telaş ederek o sayfayı sakladılar, Habbab’ı da bir köşeye gizlediler.

      Kapı açılıp da Ömer içeri girer girmez, “Okuduğunuz neydi?” diye sordu. Said, “Hayır, bir şey yok.” diyerek telaşla cevap verdi. Ömer, öfkelenerek, “İşittiğim demek doğruymuş. Siz de Muhammed’in büyüsüne kapılmışsınız.” diyerek Said’in yakasından tuttu, onu yere attı. Fatıma onu kurtarayım derken, Ömer onun yüzüne de bir tokat vurdu. Hemen yüzünden kan akmaya başladı. Ömer, kız kardeşinin yüzünden kan aktığını görünce pişmanlık duydu. Bu yüzden kızgınlığı geçti. Gerçi Fatıma kanlar içinde kaldı ve canı yandı ama gayrete gelip din duygusu uyandı. Yüce Allah’a dayandı.

      Ona, “Ey Ömer! Niçin Allah’tan (c.c.) utanmazsın. Ayetler ve mucizelerle gönderdiği peygambere inanmazsın. İşte ben ve kocam İslam’la şereflendik. Başımızı kessen bundan dönmeyiz.” dedi. Şehadet getirdi.

      Ömer, ne yapacağını şaşırdı. Hemen yere oturdu, “Hele şu okuduğunuzu çıkarınız.” diyerek yumuşaklık gösterdi. Fatıma, o sayfayı getirdi, Ömer’e verdi. Ömer, okumayı bilirdi. Tâ Hâ Suresi’ni okumaya başladı. Kur’an-ı Kerim’in fesahat ve belagati, mana ve meziyetlerinin tatlılığı, letafeti Ömer’in kalbini son derece etkiledi.

      Yukarıdan aşağıya doğru okuyarak, manası, “Göklerde, yeryüzünde ve bunların arasında, toprağın altındaki şeyler, hep O’nundur.” demek olan ayete kadar geldi.

      Ömer, bu ayetin manasına dikkat ederek, derin bir düşünceye daldı. Kız kardeşine dönerek, “Ey Fatıma! Bütün bu yaratılanlar hep sizin taptığınız Allah’ın mıdır?” diye sordu. Fatıma, “Evet, öyledir. Şüphe mi var?” diye cevap verdi. Ömer, “Ey Fatıma! Bizim bin beş-yüz kadar süslü püslü putlarımız var. Hiç birisinin yeryüzünde bir kırat mülkü yok.” diye söylenerek şaşkınlık ve kararsızlık gösterdi. Fakat Hak dine iyice meyletti. O ayetin alt tarafına baktı: “Başka tapacak yoktur. Ancak O’dur. En güzel isimler O’nundur.” manasına gelen ayeti gördü. Bu ayetin manasını düşündü, iradesi elinden gitti. O anda göğsü gürleyerek kelimeişehadet getirdi.

      Habbab, bunu işitince tekbir getirerek gizlenmiş olduğu yerden ortaya çıktı. “Ey Ömer! Hz. Peygamber, ‘Ya Rabbi! Bu dini Ebu Cehil’le ya da Hattaboğlu Ömer’le kuvvetlendir.’ diye dua etmişti, işte bu mutluluk sana nasip oldu.” diye Ömer’i müjdeledi.

      Ömer’in İslam dinine karşı olan düşünce ve tutumu tamamen düzeldi. Hemen, “Resul-ü Ekrem nerededir?” diye sordu. O gün, Resul-ü Ekrem, Safa yakınında bir evde ashabıyla gizlice görüşüyordu. Habbab (r.a.), Ömer’i alıp oraya götürdü. Ömer, varıp o evin kapısını çaldı. Kapıda ashaptan biri gözcülük yapıyordu. Ömer’in silahlanmış olarak geldiğini bildirdi. Ömer, gerçekten korkulan bir adam olduğu için onun bu şekilde gelişinden Hz. Muhammed’in (s.a.v.) seçkin arkadaşları ürktüler.

      Hamza (r.a.) ise “Ömer’den korkacak ne var? Eğer iyilik için gelmişse hoş geldi, safa geldi. Yok böyle değilse, o kılıcını çekmeden ben onun başını yere düşürürüm.” derken Ömer içeri girdi. Ashap, Ömer’e güvenemediği için biri sağından, diğeri solundan tutarak peygamberin (s.a.v.) yanına getirdiler. Oysa evvelce Cebrail gelip, Ömer’in imana geldiğini, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yanına gelmek üzere olduğunu Resul-ü Ekrem’e bildirmişti.

      Ashap, Ömer’in gelişinden telaş ederken Resul-ü Ekrem gülümsüyordu. O şekilde Ömer’i içeri getirdiklerinde Hz. Peygamber (s.a.v.), “Bırakınız.” dedi. Hemen bıraktılar. O da gelip Hz. Muhammed’in (s.a. v.) önünde diz çöktü.

      Resul-ü Ekrem, Ömer’in kolundan tutarak, “İmana gel ey Ömer!” diye buyurdu. O da kalbinin bütün samimiyetiyle şehadet getirdi.

      Bu olaydan dolayı ashap o kadar sevindi ki o ana kadar biri imana gelse herkese duyurulmazken, bu sefer yüksek sesle tekbir aldılar. Bu ses bütün Mekke sokaklarında yankılandı.

      Önce Hz. Hamza’nın, üç gün sonra da Hz. Ömer’in iman etmesiyle İslam dini epeyce kuvvet buldu. Bunun üzerine Ömer (r.a.), “Arkadaşlarımız ne kadardır?” diye sordu. Onlar da “Seninle beraber tam kırk kişiyiz.” dediler. “Öyleyse ne duruyoruz, çıkalım, Kâbe’ye gidelim, Allah’ın adını yüceltelim.” deyince, hepsi beraberce kalkıp gittiler. En önde Ömer, sonra Ali, sonra Resul-ü Ekrem, sağında Ebu Bekir, solunda Hamza ve arkasında diğer ashap olduğu hâlde yürüyerek Kâbe’ye gittiler.

      Kureyş’in ileri gelenleri, Kâbe’de toplanıp, Ömer’den bir haber beklemekteyken, bir de ne görsünler: Ömer, Müslümanların önüne düşmüş geliyor. Birbirlerine, “Baksanıza Ömer bütün Müslümanları arkasına takmış getiriyor.” dediler.

      Ebu Cehil, cin fikirli, şeytan bir herif olduğundan, bu gelişi beğenmedi. Koşup ilerledi, “Hayrola ey Ömer bu ne?” diye sordu. Hz. Ömer ağırbaşlılığını bozmadan, “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebu Cehil, ne diyeceğini şaşırdı. Diğer Kureyş ileri gelenleri de şaşkındı.

      Hz. Ömer (r.a.) herkese karşı, “Beni bilen bilir, bilmeyen bilsin ki Hattaboğlu Ömer’im!” dedi. Bu söz üzerine Kureyşlilere büyük bir şaşkınlık geldi. Hemen birer yana savuştular.

      İşte o gün, Müslümanlar Kâbe’de saf bağlayıp, açıkça tekbir alarak meydanda namaz kıldılar. Kureyşliler baktılar ki Müslümanlar günden güne çoğalıyor, İslam dini kuvvetleniyor. СКАЧАТЬ