Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 Kavram. Mikâil Bayram
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 Kavram - Mikâil Bayram страница 9

Название: Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 Kavram

Автор: Mikâil Bayram

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-996-7

isbn:

СКАЧАТЬ bölge ise Kafkasya ve Harezm bölgeleri oldu.

      Bu dönemde İran kökenli ilim adamları Halife’ye danışmanlık görevlerinde de bulunmaktaydılar. İlmî hareketlilik bakımından önem taşıyan bu dönemde; Hindistan’dan gelen ticaret kervanları deniz yoluyla Basra’ya, oradan da Bağdat’a gelirken ticaret mallarının yanında ilim ve fikir de bu kanalla Abbasîlere girmekteydi. İbrahim el-Fezarî İran kökenli bir tüccardır ve astronomide kullanılan temel aletlerden usturlabı, Hint rakamlarını ve bu cümleden olarak sıfırı (0) İslam dünyasıyla tanıştırdı.

      18.

      Fütüvvet Teşkilatı

      İslam’dan önce Cahiliye Arapları arasında fütüvvet makbul bir hasletti. Bu makbul şahsiyetler İslam’dan önce Hılf’ül-Fudul adı altında kendi aralarında bir cemiyet oluşturmuşlardı. Hz. Peygamber de henüz gençken, nübüvvetinden önce bu çevrenin içerisine girmişti. Zira bu cemiyet, o dönemde zayıfları korur ve zenginlerle/ zalimlerle de mücadele ederdi.

      İslami döneme gelince İslamiyet içinde de bu fütüvvet ülküsü makbul görülmekteydi. Fütüvvet kelime kökeni olarak “yiğit” anlamındaki “feta” kelimesinden gelmektedir. Hatta bir defasında Hz. Hüseyin ile Emevîler arasında Medine’de ihtilaf çıkıp da Abdullah b. Zübeyr bu ihtilafa muttali olunca, Hüseyin’in yanında yer almış ve Emevîleri tehdit ederek “Vallahi gidip fütüvvet ehline de bu durumu haber veririm ve onlarla birlikte size karşı mücadele ederim.” demişti. Demek ki İslamiyet’in bu döneminde dahi bu fütüvvet kavramı ve etkinliği, makbul bir sosyal çevre olarak yaygındı. Bu ülkü, İslam’ın yayılmasıyla birlikte, bilhassa tasavvufi zümreler arasında yayılma istidadı gösterdi ve tasavvuf üzerinden tüm İslam dünyasına yayıldı.

      34. Abbasî Halifesi en-Nâsır li-dinillah zamanına kadar bu durum sürdü. Nâsır, İslam dünyasını siyasi otoritesi altında toplamak amacıyla, tüm fütüvvet teşkilatını kendi denetimi altına almaya ve bu güçle siyasi ideallerini gerçekleştirmeye çalışıyordu. Nâsır, İslam aleminin tüm bölgelerine fütüvvet şeyhleri tayin etmekte ve kendisini de tüm bu fütüvvet teşkilatının lideri/başı olarak görmekteydi. Zira kendisi de Abdülcebbar adında bir fütüvvet şeyhinden el almış bir fütüvvet mensubuydu.

      Bu dönemde, belli başlı bölgelere fütüvvet şeyhleri tayin edildiği gibi Anadolu’ya da bir şeyh tayin edildi. Anadolu’ya tayin edilen ilk fütüvvet şeyhi Sadreddin Konevî’nin babası Şeyh Mecidüddin İshak’tır. Bu dönemde, I. Gıyaseddin Keyhüsrev 1202 yıllarında ikinci defa tahta geçince, İshak’ı Bağdat’a Halife’nin yanına elçi olarak gönderdi. Şeyh İshak, bu elçilik görevini yerine getirip Anadolu’ya geri dönerken, Anadolu’daki fütüvvet teşkilatının da Şeyh’ül-Şuyuh-u Rum’u (Anadolu’daki tüm şeyhlerin reisi) olarak gönderilmişti (yaklaşık 1204 yıllı). Şeyh İshak 1218’de ölünce onun yerine Şeyh Evhâduddin Kermanî bu vazifeye tayin edildi. Kermanî de 1232’de Bağdat’a Halife tarafından çağırılıp Şeyh’ul-Şuyuh-u Fütüvve makamına tayin edildi, bu tarihe kadar onun yürüttüğü Anadolu’daki “büyük şeyhlik” görevine de Zeynüddin Sadaka tayin edildi.

      Sadaka’nın zamanında Moğollar Bağdat’ı zapt etti ve fütüvvet teşkilatını tümüyle lağvetti. Sadaka’nın vazifesini Anadolu’da yürütecek insan olarak da Mevlânâ Celâleddin Rumî tayin edildi ve bizzat Hülagu Han’ın nasbıyla Şeyh’ül-Şuyuh-u Rum namıyla Moğol iktidarı adına, Konya ve Anadolu’da görev yaptı.

      19.

      Samarra ve Abbasîlerin Türk Muhafızları

      Abbasî Devleti, bir dönemde iç çatışmalardan dolayı halifeliğin kendi ellerinden çıkma tehlikesini hissettiler. Bu şartlar altında, kendilerini destekleyecek bir askerî güce ihtiyaç duydular. Bu askerî kaynağı daha önce İranlılar temin etmekteydi, Tahiroğullarının kurucusu Kör Tahir’in yardımıyla Me’mun devlet yönetimini kendi elinde tutabildi; bu dönemde halifelik İranlı komutanların himayesi altındaydı. Daha sonra bu çevreler Hz. Ali soyundan birini halifelik makamına getirme gayreti içine girince Abbasîler de bu zümreleri tasfiye etti ve Türklerin askerî gücünden yararlanma cihetine gittiler.

      Bu askerî gücü yakınlarında hissetmek için de Bağdat yakınlarındaki Samarra denilen bölgede Türk askerler için bir garnizon şehir kurdular. Türk askerlerine mahsus olan bu garnizon şehir, Abbasî Devleti’nin muhafız birliği olarak hizmet verdi. Abbasîler, bu muhafız birlikte göz dolduran Türk subaylarını taşrada da istihdam etmekteydi. Bu kapsamda örneğin, devletin Bizans ile hududunu korumak için Güneydoğu Anadolu’da ribat denilen askerî karargâhlar oluşturuldu. Tarsus, Maraş, Malatya’ya kadar uzanan sınır hattındaki bu karargâhlara Türk askerleri yerleştiriliyordu. Keza Mısır’da Abbasî Devleti’ne başkaldıran Mısır halkını itaat altına almak için Türk kökenli Ahmed b. Tolun bölgeye gönderildi. Ahmed de Mısır’da Abbasî Devleti’nin otoritesini savunmaya çalışıyordu. Bir müddet sonra da orada Tolunoğulları adıyla bir emirlik oluşturdu.

      Ezcümle, İran’daki proto-Zerdüştçü isyanlardan Babek ve Hurremiye İsyanı’nı bastırmak için Abbasî yönetimince Azerbaycan tarafına yollanan birliklerin komutanı Afşin de Türk kökenliydi ve Samarra’daki muhafızlara dayanıyordu.

      Kuzey Kafkas halkları, Abbasî topraklarına girerek yağmacılık yaparlardı. Kuzeyden gelen bu yağmacıların yarattığı asayişsizliği önlemek için de Şeddâdîler, Abbasîler tarafından görevlendirilmişti. Bu amaçla Güney Kafkasya’da Şeddâdîler Emirliği kuruldu, bu emirliğin yöneticileri Kürt’tür ve Selahaddin Eyyubi de baba tarafından bu ailedendir. Selahaddin’in anne tarafı ise Turanşah’ın kızıdır ve Türk’tür.

      Abbasî Devleti’nin varlığı ve Halife’nin güvenliği bütünüyle Samarra’ya dayanıyordu. Bilahare Büyük Selçuklu Devleti, Orta Doğu’yu bütünüyle idaresi altına almak suretiyle, Abbasîlerle de iyi ilişkiler kurarak halifeliğin devamını sağlamış oldu.

      20.

      Zenci İsyanları ve Karmatîler

      İslam dünyasında Karmatîlerin ilk olarak görüldükleri bölge Basra Körfezi çevresi ve Aşağı Mezopotamya civarıdır. Abbasî Devleti kurulunca bu zengin Mezopotamya topraklarını işlemek ve üretimi çoğaltmak için büyük yoğunlukta işçiye ihtiyaç duyuldu. Bu ihtiyacı karşılamak amacıyla, çölün derinliklerinden ve Afrika’dan insanlar getirilip Mezopotamya’daki çiftliklerde çalıştırılmaktaydı.

      Böylece Mezopotamya’da bir işçi sınıfı doğdu. Abbasî bürokrasisinin bunlar üzerindeki tahakkümü, zamanla bu geniş işçi yığınlarının toplumsal çalkantılar içine girmesine neden oldu.

      Dinî bakımdan da başlarındaki patronlara muhalif bir dinî zihniyet, bu işçi yığınları arasında zamanla güç kazandı. Bu dinî anlayış Karmatîlik denilen bir çeşit Şiilik versiyonu şeklinde kendisini gösterdi.

      Bu dönemde yine Mezopotamya çevrelerinde Abbasî iktidarına muhalif bir felsefi cereyan da teşekkül etmişti. Bu cereyan İhvanu’s-Safa mektebi olarak da bilinmektedir. İhvanu’s-Safa mensupları bu bölgedeki Karmatîliğin de organize olmalarında önemli bir rol oynamıştır. Zira bu ekol mensupları da siyasi zihniyet bakımından Abbasî iktidarına muhalif çizgideydiler.

СКАЧАТЬ