Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 Kavram. Mikâil Bayram
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 Kavram - Mikâil Bayram страница 7

Название: Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 Kavram

Автор: Mikâil Bayram

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-996-7

isbn:

СКАЧАТЬ en kıymetli nesne olarak gönderildi. Bu masa gönderilirken, Musa tarafından kendi ganimeti olarak gönderildi. Tarık da Emevîlere bu masanın kendisi tarafından ele geçirildiğini ve kendi ganimetleri arasında olduğunu ifade etti. Musa ise Tarık’la aralarındaki ihtilaftan dolayı onu tutukladı. Emevî Halifesi bu iki komutanı barıştırmak için huzuruna çağırdı, Tarık o masayı ele geçirdiğinde ayaklarından birini koparıp yanında tutmuştu; muhakeme edildiklerinde o masa ayağını ortaya koyup Musa’yı yalancı çıkardı.

      Musa b. Nusayr bu hadiseden dolayı çok büyük bir kırgınlık yaşadı. Emevîlerin yaptığı en büyük kötülüklerden biri de bu iki değerli komutanın birbirine düşmesi ve bu ayrılığın Avrupa’da İslam’ın yayılmasına ket vurmasıdır.

      12.

      Endülüs Emevîleri

      Emevîlerden Abdurrahman adında bir prens, Ebu Müslim ve Abbasîlerin katliamından kaçıp kurtularak İspanya’ya gitmişti. Abdurrahman orada çok iyi karşılandı ve emir olarak kabul gördü. Böylece Endülüs Emevîleri denilen devlet Abdurrahman eliyle teşkil edilmiş oluyordu. Bu devletin yöneticileri, İspanya’da yeni imar faaliyetlerinde bulundular, ülkeyi mamur hâle getirdiler; bilhassa bilimsel anlamda büyük gelişmeler oldu, oluşan parlak medeniyet tüm Avrupa’yı etkisi altına aldı.

      Bu devletin yapısı içerisinde çeşitli zümreler etkindi, özellikle Yahudiler ön plandaydı, örneğin İbn Şeflud etkili bir vezirdi. Bu etkileşimden çok sayıda ilim adamı yetişti, Avrupa da İslam medeniyetini büyük ölçüde Endülüs üzerinden tanıdı. Bu ilim adamları Kuzey Afrika’ya da geçti, bu bölgede de Endülüslü âlimlerin etkisi yoğundu. Kuzey Afrika, Abbasî payitahtına uzaklığı nedeniyle Bağdat etkisine daha az açıktı, coğrafi yakınlık nedeniyle Endülüs etkisi burada daha belirgindir.

      Bir süre sonra Sicilya Adası’na çıkarak burada mahallî bir emirlik kurdular, Skılliyye de denilen bu emirlik İtalya kültürünü etkiledi; İslam dünyası ile Avrupa arasında bu Sicilya Emirliği bir köprü vazifesi de görmekteydi.

      Endülüs’ün gerçekleştirdiği bu muazzam bilimsel atılıma rağmen, Emevî emirlerinin bir konuda ciddi eksiklikleri vardı: Bilhassa İber Yarımadası’nın İslamlaşması ve halkın Müslümanlaşması noktasında zayıf bir politika takip etmişlerdi. Bütün zenginlikleri ve bayındırlıklarına rağmen halkın arasında İslamiyet fazlaca yayılmadı.

      Endülüs Emevîlerinin 750 senelik iktidarlarının sonunda, İspanya’nın yerli halkı diğer Avrupalı devletlerin de teşvikiyle Müslüman idaresine karşı başkaldırdılar ve başarılı da oldular. Sonuçta Müslümanları İspanya’dan söküp attılar. Bugün bakıldığında, İber Yarımadası öyle bir hâldedir ki sanki İslamiyet o bölgeye hiç uğramamış gibidir.

      13.

      İspanya ve Anadolu’nun İslamlaşma Süreçleri

      750 yıllık Emevî hâkimiyetinin ardından, İspanya coğrafyasında İslam etkisinin hemen hiç tabana yayılamamasına mukabil, Anadolu’nun Müslümanlaşması bambaşka bir seyir takip etmiştir ve son derece başarılı bir örnek olarak karşımızda durmaktadır.

      Bu bağlamda ben, Anadolu Selçuklu Devleti’nin rolünü çok önemsiyorum. Zira sadece 300 sene içerisinde Anadolu gibi devasa bir coğrafya tamamıyla İslamlaştı. Anadolu’da Endülüs’ten farklı olarak yapılan şeylerin en önemlisi, ticari faaliyetlerin bütün Anadolu coğrafyasında yoğun şekilde geliştirilmesiydi.

      Anadolu bu dönemde İpek Yolu kanalıyla İslam dünyasıyla Batı arasında bir köprü fonksiyonu gördü. Anadolu’nun İslamlaşmasında bu ticari ağların da büyük rolü vardı. Ticaret ve işlek yollar vasıtasıyla cazibesi artan Anadolu, civar coğrafyalardaki farklı bölgelerden İslam âlimi ve tüccarlar için de bir çekim merkeziydi.

      Bu noktada, meşhur tarihçimiz Zeki Velidi’nin enteresan bir tespiti var, kendisi der ki; tarihsel ve normal süreç içinde Doğu’dan (Orta Asya’dan) kopup gelen göçebe ve savaşçıların bir süre sonra Anadolu gibi yüksek Bizans medeniyetine beşiklik etmiş bir kültürde asimile olmaları beklenirdi, ama olmadılar. Bunu Zeki Velidi, Anadolu’ya gelen insanların arasında yoğun şekilde gayrı Türk unsurların (Fars, Arap hatta Hintli seçkinler) var olmasıyla açıklar ve bu karışımın asimilasyonu engellediğini savunur.

      Filhakika, bilhassa İranlıların göçler sırasında Anadolu’ya getirdiği yüksek edebî kültür, hâkim Bizans kültür zenginliğine meydan okudu ve galebe de çaldı. Bu meyanda Selçukluların Farsçayı kullanmış olmaları bir eksiklik değil, bilakis hayır ve zenginlikti.

      Buna mukabil, Endülüslüler daha mamur şehirlerde yaşamalarına rağmen sahip olunan yüksek bilimsel seviye halka yansıtılamadı, Anadolu’da ise yansıtıldı. İslamiyet İspanya’da şehirlerle sınırlı kalırken, Anadolu’da köylere kadar hâkim oldu.

      14.

      “Halife” Kavramı ve Siyaseten Kullanımı

      Allah, Kur’an’da “yeryüzünde bir halife yaratacağını” söyleyince, melekler kendisine itiraz ederek “Yeryüzünde kan dökecek ve bozgunculuk yapacak bir varlık mı yaratacaksın?” şeklinde mukabele etmişlerdi; Allah ise onlara “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurmuştu.7 Bu ayette halife, esasen “muhalefet eden” anlamındadır ve “hulf” (muhalefet eden, karşı gelen) kökünden gelmektedir; bazılarının sandığı gibi “half” (ardından gelen) anlamında değildir.

      Kur’an’da “hulf” ve “half” kelimelerinin çoğulları da birbirinden farklıdır; Kur’an’da “half”in çoğulu “hulefâ” olarak gelir, “hulf” kelimesinin çoğulu ise yine çokça yerde geçer ve “halâif”tir (muhalifler anlamında).

      Devleti ve yönetici hanedanları kutsayan bazı çevreler, Davut ve Süleyman Peygamberlerin yeryüzünde Allah’ın vekili (halifesi) olduklarını, O’nu temsilen yeryüzünde icraatta bulunduklarını düşünürler (Yahudiler de bu inanca sahiptir.).

      Bu anlayışı getirip Abbasî halifelerine atfedilen sıfatlara (zıllullah fi’l-arz vb. yakıştırmalar) uyarladığınızda, aynı sonucun ortaya çıktığını görürsünüz. Bu yüzden halifelere karşı gelmek ve onlara isyan etmek, küfürle eş anlamlı sayılmış ve muhaliflerin katli mübah (hatta vacip) sayılmıştır. Abbasîler döneminde muhalif hareketlere uygulanan baskıların şiddetli olmasının arka planında, bu meşrulaştırıcı zihniyet yatmaktadır.

      15.

      Şii ve Sünni Hadis Okulları ve Siyasetle İlişkileri

      İktidara yakın oldukları dönemlerde ve kendi zihniyetlerine ittiba edilmesini sağlamak amacıyla, İrani çevreler zaman zaman hadis “imal” etmekte ve bundan çok da istifade etmekteydiler. Bu zümreler, Abbasî Devleti’yle yakın oldukları dönemde, Abbasî Hilafeti’ni teyit etmek ve meşrulaştırmak için hadisler uyduruyordu. “Kutsi hadis” denilerek daha muteber kılıf içinde takdim edilen bazı sözlerde, örneğin “el-halifetu zillullah fil-arz” (Halife yeryüzünde Allah’ın gölgesidir) gibi uydurma hadislerde, Şii düşüncesi Abbasî idaresiyle iç içe geçiyordu. “İki halifeye biat edilmişse, sonradan ortaya çıkanı СКАЧАТЬ



<p>7</p>

Bu vakanın içinde geçtiği Bakara suresi 30. ayetin tam meali şu şekildedir: “Hani rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti. Onlar, ‘Biz seni eksiksiz bilirken ve durmadan övgü ile tenzih ederken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?’ dediler. Allah ‘Şüphe yok ki ben sizin bilmediklerinizi bilirim.’ buyurdu.” (e.n.)