Название: Turfanda mı Turfa mı?
Автор: Mizancı Mehmed Murad
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-605-121-973-8
isbn:
Ertesi günü Hariciye Nezareti’ne gittiler, Mansur itibar ve iltifatla kabul olundu. Tercüman Bey çağrılarak kalemde uygun şekilde çalıştırılması için emir verildi.
Mansur, kalem odasına gitmezden evvel, Hariciye Nazırı’nın hatırlatması üzerine Babıâli’nin diğer bazı mühim şahsiyetlerini ziyaret etmek üzere huzurlarına dahi çıktı, iltifat ve teşvik gördü.
Mansur, amcasının ileri gelen devlet adamlarının saygısını kazandığını görmüştü. Bilhassa kapılarda nöbet bekleyen askerin, onun sarıklı başına esas duruşa geçerek selam durmalarına dikkat etmişti.
Hariciye dairesine tekrar gelişinde Mansur’u doğru Tercüman Bey’in odasına götürdüler. Odacı vasıtasıyla kır sakallı bir efendi çağırıldı.
“Beyefendi, kaleme memur buyurulmuştur. Yanınızda bir sandalye veriniz. Yalnız sizin nezaretiniz altında bulunacaktır. Haydi beraberce gidiniz beyefendi oğlumuz.” denildi.
Otuzdan fazla genç ve ihtiyar efendi ile dolmuş büyük bir odaya gittiler. Sakallı efendi, ayrı olarak köşede duran bir makam masasına oturdu. Mansur’a da bir sandalye gösterdi.
Çağrılan odacı vasıtasıyla sağ taraftaki sıra, yani çuha kaplı eskimiş büyük koltuklarla önlerindeki üstleri eğik masalar öteye doğru çekildi. Sakallı efendinin sağ tarafında açılan boşluğa dışarıdan bir koltuk ile masa geldi. Mansur’a:
“İşte yeriniz hazır! Yazı takımınızı yarın getiriniz. Şimdi bir kahve içip gidebilirsiniz.” dendi.
Mansur kahveyi reddettiği gibi sigara yapılmak üzere uzatılan teneke tütün tabakasını da kabul etmedi. Henüz alışmadığını söyledi.
İzin alıp gitmezden önce sağında, solundaki daire arkadaşları üzerinde bakışlarını gezdirdi. Gözlerinde azim ve metaneti, hâllerinde iş yapma arzusunu göremedikten başka, kendisine karşı kıskançlık ve öfke hissettiklerini de sezerek üzüldü.
Bu suretle Mansur hem Tıbbiye Mektebi’ne intisap etti hem de hariciyeye yerleşti.
Bir sene kadar bu hâl devam etti.
Mansur’un mektepteki mevkisi birkaç ay içinde ehemmiyet kazandı. Nöbetçi doktorun beraberinde hastaları muayene ettiği sırada, nöbetçi doktorun verem dediği bir hastadan şüphelenerek hastayı muayeneden sonra ciğerlerinde su olduğunu anlattı.
Mansur bunu düşünmeksizin bir içgüdüyle söylemişti. Doktoru gücendirmiş olacağını hesaba katmamıştı.
En nazik damarından yaralanmış olan doktor ısrar edince, Mansur da haklı olduğunu ispat ve bilhassa hakikati müdafaa etmeye mecbur oldu. Mesele mektepçe bir “vaka” rengini aldı. Hastayı konsülte eden beş doktorun üçü Mansur’un doğru teşhis ettiğini gösterdi.
Günün birinde bir hastanın bacağını kesmeye karar vermişlerdi. Fakat yaranın kalçaya yakın olmasından dolayı ameliyattan sonra yine yaşayacağı umulmadığından nafile yere acı çektirilmemesi uygun görülüyordu. Mansur muayene ederek hastanın kendisine bırakılmasını istedi ve Avrupa’da henüz kullanılmaya başlanmış olan “Asit fenik” iğnesiyle kangrene yüz tutmuş yarayı iyi edip biçareyi ayağa kaldırdı.
İstanbul’un o vakit en meşhur doktorlarından sayılan Frenk Lakur devlet adamlarından birini bir ay tedavi ettikten sonra ümit olmadığı iddiasıyla elini çekmişti. Çaresizlikten ailesi mektep hocalarından bulunan komşuları Doktor Mehmet Efendi’ye koşmuşlar, Mehmet Efendi de Mansur’u konsültasyona getirmişti.
Mansur, ciğer üzerinde yara olduğunu ve ameliyatın yapılması için vakit kaybedilmemek gerektiğini söyledi.
Lakur’un sözü, kesin karar demekti. Ümidini kesişi, aileye sirayet etmişti. Bu bakımdan henüz bilinmeyen bu ağır ameliyata büyük bir korkuyla razı olundu. Göğüs delinip ciğer açıldı yaralar temizlendi. Hasta da iki hafta zarfında iyileşmeye yüz tuttu.
Vakanın ehemmiyetiyle beraber, zaten çocuğunun hastalığını annesine söyleyivermek derecesine varan Lakur’un terbiyesizliğinin yarattığı umumi nefret Mansur’un şöhretini mektep çevresinden yüksek tabaka çevrelerine çıkarmıştı.
Hastalardan baş alamamaya başladı. Seraskerlik, resmen askerliğe intisap etmesini teklif etti. Mektep idaresi de en mühim derslerden birini vermeye razı oldu.
Mansur, Hariciye’ye intisabı bahanesiyle askerlikten affını istedi. Cuma günleri saat bire kadar Hamidiye civarındaki eczanelerden birinde fakirlere parasız bakacağını ilan ettirdi. Vizitelerini sabahlara ayırdı. Birde daireye gider, beşte çıkardı. Geceleri odasında kendi işiyle meşgul olurdu.
İtibar sahibiydi, geçimini fazlasıyla temin etmişti. Herkesin teveccühünü kazanmıştı. İşte o vakit Sirkeci civarında kiralamış olduğu üç odalı evi büsbütün terk etmeksizin, doktorluğa yaramayan eşyasını, kitaplarını Şeyh Efendi’nin konağına naklederek mabeyin dairesinde sobalı salona bitişik bir odaya yerleştirdi.
İşte Mansur’un “harem odası” o oldu.
İsmail, selamlık odalarının birlikte kullanılmasını isteyerek muvafakat ettirdi.
Konakta hastaların kabul olunmadığını söylemeye hacet yoktur.
Bu durum, Salih Efendi’nin isteği üzerine olmamıştı. Mansur’dan memnun ve muvafakat edebilirdi. Müteşekkir olan efendi, belki kibrini yenip önce buna da Mansur kendiliğinden böyle hareket etmeyi uygun gördü.
Salih Efendi, mektepte hocalığın kabul edilmemesi için ısrar etmişken, Mansur yalnız pazar günleri verilmek üzere mektepte iki ders aldı. O da, gittikçe Mansur’un sevgisini kazanmaya başlamış olan Doktor Mehmet Efendi’nin ısrarı neticesiydi.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Groznde СКАЧАТЬ